F Tipleri

Serpil Güvenç'in “F Tipleri” başlıklı yazısı 5 Ocak 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Ülkemiz bir cezaevi cehennemi! Eski deyimle mapushaneler, adi suçlardan mahkûm olanların yanı sıra sol, sosyalist siyaset temsilcilerini de konuk etmeye devam ediyor.

Son yıllarda siyasi mahkûmların yaşam koşullarını zorlaştıran bazı yeni düzenlemeler yapıldı bu mekânlarda. İzleri 1970’lere dek sürülebilecek olan bu değişim, 1990’lardan itibaren klasik koğuş tipi cezaevleri yerine “tecrit”i esas alan F tipi ve benzerlerinin inşasıydı. Kaynak ise 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Yasası. Yasanın 16. maddesinin 1. fıkrasındaki “kanun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların cezaları, tek kişilik veya üç kişilik oda sistemine göre inşa edilen özel infaz kurumlarında infaz edilir” ifadesiyle, siyasi suçlarda “oda” yani “hücre” sistemi devreye sokuldu.

Bu cezaevlerine yönelik ilk eylem yasanın çıkışından hemen sonra 1996 yılında Eskişehir Özel Tip cezaevine zorla götürülen 100 siyasi mahkûm tarafından gerçekleştirildi. Ölüm orucuna dönüşen açlık grevinde 12 kişi hayatını kaybetti. Kamuoyunun da baskısıyla cezaevinin kapatılması hücre tipi cezaevi inşa sürecini durduramadı. İzleyen yıllarda F tiplerine zorla götürülenler yine tek silahları olan açlık grevine sarıldılar. Devlet bedenini ölüme yatıranların bu sessiz eylemine “Hayata Dönüş” operasyonu adını verdiği katliamla yanıt verdi. 19 Aralık 2000’de başlayan ve dört gün süren operasyonda 30 mahkûm vahşice öldürüldü, bir çoğu yakıldı, 200 kişi ağır yaralandı. Operasyon sırasında Ceza ve Tevkifevleri genel müdürü olan Ali Suat Ertosun’a 2004 yılında AKP hükümeti kararıyla “Devlet Üstün Hizmet Madalyası” verildi.

F tipleri, 19. yüzyılda tövbekâr mahkûmlar yaratmak amacıyla girişilen ve binlerce insanın delirmesiyle sonuçlanan sert tecridin “modernleştirilerek” günümüze yansımasıdır.

Uygulama yaygınlaşarak sürmektedir.

İnsanı yok etme amaçlı bu tasarım küresel planda başvurulan bir ortak pratikten kaynaklanmış olmalıydı. Ama yakın zamana kadar doyurucu bir kanıta ulaşamamıştım. Binghamton ve Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Denis O’ Hearn’ün “Pratiğin Diyasporası: Kuzey İrlanda Cezaevi sistemi ve Hücre Tipi Tecridin Ulusötesi Yükselişi” başlıklı araştırması, konuyu tam da bu yönüyle ele alıyor.

O’ Hearn’ün çalışmasında 1970’lerden itibaren Kuzey İrlanda’da “kötünün kötüsü” olarak nitelenen siyasi tutukluların tecridine dayanan bir toplumsal deneyin sistemli bir biçimde dünyaya yaygınlaştırılması anlatılıyor. Modelin Türkiye’de siyasal tutukluları denetim altında tutmak ve asayişi sağlamak amacıyla kullanıldığı iddiası ise araştırmanın dikkat çekici yönlerinden birisi.

Vurgulanan bir başka çarpıcı gerçek Eskişehir cezaevi kapatılması sonrasında ülkemize gelen Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesinin F tiplerinin yapımını onaylayarak hükümetin kararını pekiştirmesi. Ağustos 1996’da Komite’nin verdiği raporun ilgili bölümü şöyle:

“ … büyük kapasiteli koğuşlar çeşitli nedenlerden dolayı mahkûmları barındırmakta yetersizdir… onların günlük yaşam mahremiyetlerini engellerler… Özellikle Türkiye gibi dışardan doğrudan denetlenemeyen koğuş tipi cezaevlerinde mahkûmların diğerlerine şiddet ve gözdağı verme riski çok yüksektir. Böyle barındırma düzenlemeleri -terörist nitelik taşısın ya da taşımasın- suç örgütlerinin birbirleriyle olan ilişkilerinin devamını kolaylaştırabilirler.”

Komite’nin ekip başı, Kuzey İrlanda’da İngilizlere karşı uzun yıllar mücadele veren IRA mahkûmlarının tutulduğu Gartree cezaevinin müdürlüğünü yapmış, bu mahkûmlar için hücre tipi uygulamasını savunmuş ve SSCB’nın dağılışının ardından Baltık Devletlerinde cezaevi sisteminin yeniden inşasında görev almış olan Gordon Lakes. Hearn’ün ifadesiyle bir “güvenlik uzmanı”.

Avrupa’da uygulanmakta olan hücre tipi tecride onay veren bir çok kararın altında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin imzasının olduğunu belirtiyor O’Hearn. Ona göre, AİHM’in bu yaklaşımı, Lakes gibi birinin yer aldığı bir heyetin Türkiye’ye gönderilme nedenlerinden birisi.

Özgürlüklerin dışardan ithal edilebileceğini zanneden ve Avrupa kurumlarının sınıfsal niteliklerini gözardı edenlerin şapkalarını bir kez daha önlerine koyup düşünmelerini sağlıyor bu araştırma.

Biz yazımızı cezaevlerinin olmadığı, insanlık onuruna yakışan bir düzende yaşamı paylaşmak özlemiyle bitirelim.