“En Büyük Boykot”*

Prof Mesut Gülmez, 1961 Anayasası’nın, ezilenlerin egemenler karşısında ekonomik ve sosyal haklarını korumak suretiyle, sendika, toplu sözleşme ve grev haklarını güvenceye aldığını ve yeni bir dönem başlattığını savlamaktadır. Yine,1961 Anayasası ile hem demokratik, sosyal ve hukuk devletinin temelinin atıldığını, hem de artık, sınıf ayırımına dayalı bir toplum yapısının kabul edildiğini söylemektedir. 1963 tarihli sendikal örgütlenme, toplu sözleşme, grev haklarını kabul eden yasal düzenlemelerle sınıflı topluma özgü kurumlaşmalar tamamlanmıştır.

1961 Anayasasında, memurları ilgilendiren madde 46. maddedir. Bu maddenin 1. Fıkrasında " çalışanlar[ın] ve işverenler [in] önceden izin almaksızın, sendikalar ve sendika birlikleri kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten ayrılma hakkına sahip...” olduğu, 2. Fıkrada ise “işçi niteliği taşımayan kamu hizmeti görevlilerinin” bu alandaki haklarının kanunla düzenleneceği belirtilmektedir.

Ne var ki, 61 Anayasası, işçi ve memurların sendikal haklarına dair yasal düzenlemelerinin aynı olamayacağını, memur sendikalarının işçi sendikacılığına oranla daha sınırlı bir çerçevede çalışması gerektiğini açıkça vurgulamıştır. Konulacak sınırları, ihtiyaçlara göre, kanun koyucu tespit edecektir.

46. Maddenin bu fıkrasının görüşmeleri sırasında, Temsilciler Meclisi’ndeki üyelerin bir kısmı, haklı olarak, memurlara getirilen bu kısıtlamanın, bir hakkın “bir eliyle verip bir eliyle geri almak” anlamına geldiğini ve söz konusu “sınırlar”ın uygulamada nasıl bir yönde kullanılabileceğinin belirsiz olduğunu vurgulamışlardır.

Bu arada, 24/7/1963 tarihinde 274 sayılı Sendikalar Yasası, aynı tarihte 275 sayılı Toplu -İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Yasası yürürlüğe girmiştir. TBMM’ye getirilen 274 sayılı yasa görüşmeleri sırasında memurların işçilerle aynı sendikalarda örgütlenmelerine karşı çıkılmış ve memurlara özel bir yasanın yani 624 sayılı yasanın çıkarılması karar altına alınmıştır. Bir ay içinde Parlamentoya getirileceği belirtilen yasa, ancak sekiz ay sonra Meclis gündemine taşınmış ve iki yıl sonra 8.6.1965 tarihinde yasallaşabilmiştir.

624 sayılı yasada, sendikaların herhangi bir biçimde siyasi faaliyette bulunması, siyasi partilerle ilişki içine girmesi, grev teşebbüs ve faaliyetlerini destekleyici davranışlarda bulunması yasaklanmıştır.

TÖS başkanı Fakir Baykurt, “Sendika ve Grev” adlı kitabında, 624 sayılı Yasa’nın “sadece devlet açısından düşünerek ve kısıtlamalarla dolu” olarak çıkarıldığını, bu kısıtlamalar içinde bazılarının Anayasa’nın 46. maddesine bile aykırı olduğunu, bu haliyle kanunun “adı değiştirilmiş bir Cemiyetler Kanunu” olduğunu, bu yasayla ortaya çıkan kuruluşların sendika değil ama “cemiyet” olduklarını, bu nedenle de, yasanın, bireyin “özüne dokunulmaz” temel hak ve özgürlüklerinden olan sendika kurma ve grev yapma hakkını Anayasa’nın 11. maddesindeki ilkeye aykırı olarak kısıtladığını öne sürmüştür.

624’ün yasalaşmasından beş hafta sonra, 14.7.1965 tarihinde 657 sayılı Devlet Memurları Yasası kabul edilmiş ve personel rejimi yeniden düzenlenmiştir.

657’de de grev yasağı sürmektedir. Yasaya göre, sendikanın işlevi memur sorunlarının yönetime aktarılmasından öteye gidemez. Sendikaların amacı ise, ortak hak ve çıkarların yetkili merciler önünde aranması ile sınırlıdır.

657’nin 27. maddesine göre:

“Devlet memurlarının greve karar vermeleri, grev tertiplemeleri, ilan etmeleri, bu yolda propaganda yapmaları yasaktır. Devlet memurları, herhangi bir greve ya da grev teşebbüsüne katılamaz, grevi destekleyemez veya teşvik edemezler”.

Yasaların tüm yetersizliklerine karşın, memurlar arasında sendikal örgütlenme hızla büyümüş, Yıldırım Koç’un deyimiyle “işçi sınıfının memur statüsünde istihdam edilen kesimi” 1961 Anayasasında kendisine tanınan sendikalaşma hakkını 1965 yılından başlayarak kullanmaya başlamıştır.

Kamu çalışanları, 1965-71 döneminde, 16/7/1968 günü Türkiye Kamu Personeli Sendikaları Konfederasyonu'nu (TÜRKPERSEN) ve 24/4/1968 günü de Türkiye İktisadi Devlet Teşekkül ve Teşebbüsleri Personel Sendikaları Konfederasyonu'nu kurarlar. 1968 yılı sonlarına gelindiğinde 16 adet federasyon kurulur.

İlk öğretmen sendikaları - TÖS ve İLKSEN

Kamu çalışanlarının en bilinçli kesimlerinden olan öğretmenler, 1965 yılı ve sonrasında çok sayıda sendika kurdu. Türkiye memur sendikacılık hareketinde güçlü eylemleriyle iz bırakan bu sendikalardan ikisi, DPSK’nin yürürlüğe girmesinden 23 gün sonra 10/7/1965 günü kurulan Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ve TÖS’ ten iki gün sonra 12/7/1965 günü kurulan Türkiye İlkokul Öğretmenleri Sendikası'dır (İLKSEN).

TÖS VE İLKSEN; 15 Şubat 1969’da, 40 bin kişinin katıldığı Büyük Eğitim Yürüyüşü’nü ve 15-18 Aralık 1969' da, yaklaşık 110 bin kişinin katıldığı "Genel Öğretmen Boykotu” diye bilinen dört günlük eylemi birlikte gerçekleştirdiler. Her iki örgütün yöneticileri ve aktif üyelerinin çoğunluğu özellikle siyasal iktidarın grev saydığı uyarı boykotu bahanesiyle yıllarca sürgün ve diğer cezalarla baskı altına alındılar.

Bugün 50. yılını idrak ettiğimiz “Büyük Öğretmen Boykotu” TÖS’ün 10 Aralık 1969’daki çağrısıyla başladı. “Bütün Öğretmenler Boykota!” başlıklı çağrıda devrimci öğretmenlere siyasal iktidar ve yandaşları olan faşist çeteler tarafından uygulanan ağır baskılar özetleniyor ve öğretmenlerin talepleri dillendiriliyordu. Eğitimin acınası durumunun yanı sıra öğretmenin yoksulluğu, uğradığı kıyım, öğretmen lokallerinin basılması ve öğretmenlerin dövülmesi ve diğer baskılar anlatılırken, dönemin başbakanı S. Demirel ve M.E. bakanının Kayseri’de TÖS Genel kuruluna katılan 800 öğretmenin yakılma girişimini görmezden geldiklerine değiniliyordu. TÖS, hükümetle bir görüşme istiyor ve sonuçta bir yazılı protokol talebinde bulunuyordu. Talepler arasında, yabancı uzmanların ve barış gönüllülerinin işten el çektirilmeleri, öğretmen maaşlarının yükseltilmesi, “Milli Eğitim Mensupları Yardımlaşma Kurumu” tasarısının kendi görüşleri de alınarak acilen yasalaşması, Anayasaya aykırı olan 624 sayılı yasanın değiştirilerek kamu personeline aralarında grev hakkının da bulunduğu özgür sendikacılık olanaklarının tanınması, yasal haklarını kullandıklarından dolayı cezalandırılan öğretmenlerin bu cezalarının kaldırılması gibi yaşamsal maddeler bulunmaktaydı.

“Demokrat” Demirel hükümeti Boykot’a karşı

Boykotun hemen öncesinde TÖS’ ün üye sayısı yaklaşık 80 bin, İLKSEN’in üye sayısı ise 15-20 bindi. O dönemde ilk ve orta dereceli okullardaki öğretmen sayısı ise 156 bindi. Bunların 110 bini eyleme katılmıştı. Bir başka deyişle, boykota tüm TÖS ve İLKSEN üyelerinin dışında on binlerce öğretmenin katılımı söz konusuydu[1]. Bu sayılar, Demirel başkanlığındaki siyasal iktidarın ve Demirel’in kendisinin TRT’ye boykot haberleri konusunda yayın yasağı getirmek[3] dahil eyleme karşı gösterdiği büyük tepki ve eylem sonrasında mahkeme kararlarını uygulamama yönünde örgüt üyelerine ve diğer katılımcı öğretmenlere yaptığı büyük baskıyı ve hırçın tutumlarını açıklamaktadır.

Boykottan bir gün önce Demirel “öğretmen boykotu (…) bir takım çevrelerin ve bu arada iki sendikanın masum öğretmen camiasını senelerden beri politikaya ve anarşiye sürükleme gayretlerinden başka bir tezahür değildir” derken aynı gün TRT’ye çıkan M.E. Bakanı Orhan Oğuz boykot karşıtı bir konuşma yapar. Denizlerin yakalanması olayı bağlamında kamuoyunun tanıdığı İçişleri bakanı Haldun Menteşeoğlu da koroya katılır ve “Sokağa dökülerek hükümeti korkutmak olmaz. Totaliter devletlerde bunu yapanları asarlar. Öyle zannediyorum ki, şu anda öğretmenlerimiz eğitim idealinden yoksundurlar. Boykota giderlerse sert tedbirler alacağız” der. Yine aynı gün M. E bakanı mevcut mevzuatın memurların toplu hareketlerine ağır cezalar öngördüğünü anımsatarak öğretmenlere yasa sınırlarını aşmamalarını tavsiye eder! Aynı bakan boykotun ilk günü TBMM’de yaptığı konuşmada asıl meselenin öğretmen hakları olmadığını, “düzen değişikliği ve bu arzunun biçare bir tezahürü” olduğunu belirtir. Oğuz’a göre, meclis, yaptığı kanunlara aykırı hareketi asla tasvip etmeyecektir. Bakan, “Bu meselede politikacıların hep beraber karşı çıkma zarureti vardır. Bu sayede ülkede kanun hakimiyetini, hukuk hakimiyetini tesis edebileceğiz. Ankara valisi, İLKSEN başkanını işten menetmiştir. TÖS ve İLKSEN idarecileri hakkında İstanbul, Ankara ve diğer iller savcıları harekete geçmiş bulunmaktadır” diye sürdürür konuşmasını. Boş kalan öğretmen kürsüleri öğretmen okulu son sınıf öğrencileri ve “bulunabilecek ehil kimseler”ce doldurulacaktır.

Ve Demirel konuşur. Başbakan boykotun ilk günü Milliyet Gazetesi’nde Abdi İpekçi’yle özel bir röportaj yapar. “Bu boykot değildir. Kanunsuz grev(dir). Gayri meşru kanunsuz grevdir. Ona göre, “bu hareket, başka kaynaklardan tertip olarak itilmiştir orta yere”. İpekçi’nin öğretmenlerin taleplerinin anlayışla ele alınması ve bunların gerçekleştirilmesi için gerekli önlemlerin alındığına dair onların inandırılması yolundaki önerisine ise günümüz Türkiye’sinde hiç de yabancı olmadığımız, faşist iktidar anlayışının açık bir ifadesi sayılabilecek bir çıkışla karşılık verir. “Seçilip geleceksiniz millet tarafından, devlet idaresine muayyen mesuliyetlerle ve millete angaje olduğunuz bir takım hususlara gireceksiniz, sonra muayyen teşekküller gelecek onlarla yetkiyi taksim edeceksiniz. Bu mümkün değildir. Hiç kimse bu şekilde memleketi idare edemez… Yani ben bir eğitim politikası koymuşum orta yere… Ondan sonra geleceğim seçilip geleceğim, bu eğitim politikasını TÖS ve PER SEN ile yeni baştan revize edip onların istediği şekilde bir eğitim politikası takip edeceğim…" der.

Boykot sırasında siyasi iktidara yakın Milliyetçi Öğretmenler Birliği ve Milliyetçi Öğretmenler Sendikası (MÖS) gibi kuruluşlar boykotu engellemeye çalışırlar. Boş kalan sınıfların kendi üyelerince doldurulacağı söylemlerini yayarak halkı kışkırtırlar. TÖS ve İLKSEN’ in halkın “örf ve âdetlerine, milli iradeye ihanet” ettiğini, demokrasiyi yıkmaya çalıştığını, halkın bu eyleme izin vermemesi gerektiğini vurgularlar dağıttıkları bildiri ve muhtıralarda. Bu da yetmez. Gölhisar, Balıkesir, Elmadağ, Boyabat, Sincanlı, Aydın, Mucur gibi il ve ilçelerde AP’li militanlar “Komünistleri istemiyoruz!” nidalarıyla boykotçu öğretmenlere saldırırlar, onları zorla derse sokmak isterler. AP’li belediyeler hoparlörlerle halkı bu saldırılara katılmaya çağırırlar. Komünizmle mücadele geleneği kendisini bu konuda da göstermektedir.

Tüm baskılara karşın, DİSK, Türk Hukuk Kurumu, A.Ü. Asistanlar Sendikası, Türk PERSEN, SBF Profesörler Kurulu, Ankara ve İstanbul Üniversite Öğretim üyeleri sendikaları gibi kuruluşlar boykota destek verirler.

Kayıp mı? Kazanç mı?

Boykot her türlü engellemeye karşın çok düzenli ve disiplinli bir biçimde karar verildiği üzere dört gün sürdürülür. İLKSEN’ in uzatma talepleri TÖS’ te karşılık bulmaz. 18.12.1969 tarihli, TÖS Genel başkanı Fakir Baykurt ve İLKSEN Genel başkanı Kenan Keleş imzalı “Genel Öğretmen Boykotu bitmiştir” başlıklı bildiri ile boykot sonlandırılır.

Büyük Öğretmen Boykotu nedeniyle 50300 öğretmen kovuşturmaya uğrar, 2118’i açığa alınır, 19250’si hakkında takipsizlik kararı verilir. 45520’si maaş kesimi ile, 3900 öğretmen kıdem indirimi ile, 7000 öğretmen il içi ve dışı sürgün ile cezalandırılır. 11 öğretmen ise meslekten ihraç edilir. Boykot egemenleri o denli kızdırmıştır ki, 12 Eylül askeri cuntası döneminde de bazı boykotçu öğretmenler on yıl öncesindeki bu eylemden ötürü ceza alırlar!

Öğretmen örgütleri boykot sonrasında da görevlerini yaparlar. TÖS boykot nedeniyle cezalandırılan tüm üyelerine hukuki yardım sağlar, ayrıca boykot nedeniyle açığa alınan veya görevden el çektirilen üyelerinin ücretlerini de hiç sektirmeden öder.

Büyük Öğretmen Boykotu, 12 Mart askeri cuntasına beş kala, dönemin en örgütlü ve bilinçli kesimlerinden olan devrimci öğretmenin, yurt çapında ve yüksek katılımla yürüttüğü, hukuki boyutlarıyla olmasa da, niteliği gereği bir hak grevidir. Bu eylem, 1965-71 yılları arasında ilk sendikal deneyimini yaşayan kamu emekçileri sendikacılığının “gerçek anlamda ilk ve tek, yığınsal çatışmacı süreci” dir4. Devleti “işveren” olarak gören, yepyeni bir anlayışın gelişmesi, dahası, diğer kamu emekçileri arasında da toplu sözleşmeli ve grevli sendikal hakkın özendirilmesi bir başka önemli kazanımdır.

Kıyımın yüksek olması, eylemin başarısıyla orantılıdır. Somut kazanımların elde edilememesi bu gerçeği değiştirmez. En büyük kazanım, iki emekçi örgütünün ortak bir eylemde buluşmaları ve öğretmenlerin emekçi kimliklerinin farkına vararak yaşamlarını değiştirmek için topluca eylem yapma iradesini gösterebilmeleridir. Feyzullah Ertuğrul, boykotun “var olan toplumsal üretim ilişkilerinden yansıyan ekonomik, toplumsal, siyasal koşulların bir yazgı olmadığının bilincine erişme sürecinde eğitim emekçilerinin önemli ölçüde yol almış olduklarının göz kamaştırıcı bir göstergesi” olduğunu vurgularken yerden göğe haklıdır.

Bu bilinç, öğretmenleri, daha sonraki yıllarda, kapatılan örgütlerini bıkmadan, usanmadan yeniden canlandırmaya, toplumun önde gelen öznelerinden olmaya itmiştir.

Ülkemizde, bilimden uzak, dinselleşmiş, eğitimden başka her şeye benzeyen bir eğitim sistemi içinde, öğretmenin yerini cami imamlarının ve müftülerin aldığı, dinsel öğretilerin ana kucağını yeni terk etmiş, okuma yazmayı bile sökmemiş bebelerin gönderildiği kreşlere kadar indirildiği günler yaşanıyor. Özellikle bu koşullarda, bilimsel ve laik eğitimi, halktan yana, demokratik bir eğitim düzenini, dahası sömürüsüz bir toplum düzenini savunan öğretmenlerin geçmişte verdikleri ödünsüz mücadeleler geleceğimizi aydınlatmak açısından önem taşımaktadır.

Unutmamalı ve unutturmamalıyız.


* Yazının başlığı, Milliyet gazetesinin 15 Aralık 1969 günü attığı başlıktan alınmadır.

[1] Fakir Baykurt “Bir TÖS Vardı” başlıklı kitabında, kimi yerlerde TÖS ve İLK SEN üyesi olmayan öğretmenlerin boykota katıldığını, yedi milliyetçi öğretmen derneğinin tabelalarını indirip eyleme katıldıklarını belirtiyor. (s.339)

[2] TÖS ve İLK SEN’in Danıştay’a yaptıkları başvuru sonucunda yayın yasağı iki gün sonra kaldırılmıştır.

[3] Nedim Durmuş, “Bir eylemi örgütleme:1969 genel öğretmen boykotu”, Eğitim, Bilim ve Toplum, Eğitim Sen Yayını