Emperyalizmin 'sarı' yüzü

Son haftalarda, Danıştay’ın 2007 yılındaki maden arama ruhsatlarını iptali kararına rağmen Kanada kökenli Alamos Gold maden şirketinin Kaz (İDA) Dağlarında büyük bir ağaç katliamı ile altın arama çalışmalarına başlaması protesto edildi. Düşük bir yatırımla büyük bir kazanç elde edecek olan şirketin söz konusu kârının ancak %4,5’i (yaklaşık 990 milyon TL) Türkiye devletine kalacak. Bu da yetmezmiş gibi hazinenin ihtiyat akçesine bile ihtiyaç duyan (!) devlet, Alamos Gold’a 865 milyon TL teşvik verecek! Bu ve benzeri konular muhalif basında oldukça geniş bir çerçevede tartışıldığı için bu yazıda Kanada’nın “altıncı” şirketlerinin ülkelerdeki faaliyetlerine kısaca değineceğiz.

Söz konusu şirketler, tüm çok uluslu tekeller gibi, kapitalizmin emperyalist aşamasının deyim yerindeyse alamet-i farikaları. Latin Amerika başta olmak üzere dünyanın az gelişmiş ülkelerini hedef alarak altın, bakır ve uranyum gibi değerli metal aramalarıyla toprağı ve suyu zehirliyor ya da daha doğru bir deyimle kullanılamaz hale getiriyorlar. Ülkemiz dahil dünyanın birçok bölgesinde halklar üzerinde yaşadıkları toprakları kaybetmemek ve bu toprakların tekellerin kâr hırsından korunması için mücadele veriyorlar. Bu mücadeleler ancak örgütlü yürütüldükleri ve bazı durumlarda ülkelenin sendikaları tarafından desteklendikleri takdirde bir ölçüde başarılı olabiliyorlar.

Bu bağlamda iki örnek verilebilir.

ABD’de Navajo, Lakota, Pueblo, Supai ve Gwich’te yerli halklar topraklarındaki altın madenciliği çalışmalarına son verilmesi için mücadele ettiler. Batı Soşon bölgesinde Kanadalı ünlü Barrick Gold şirketinin, kutsal saydıkları Tenabo dağlarındaki altın arama faaliyetini durdurmak için savaştılar. Sonunda federal mahkemenin lehlerine karar vermesini sağladılar.

Diğer örnek, Peru’dan. Peru’da Arequipa halkı ABD’li Southern Copper şirketinin Tia Maria bölgesinde bakır arama çalışmalarının durdurulması için sekiz yıl mücadele verdi. Halkı mücadeleye iten, bakır madenciliği sırasında kullanılacak ve açığa çıkacak olan siyanür, azot oksit ve sülfür dioksit gibi zararlı kimyasalların tarıma olası zararlı etkilerinden, sularının zehirlenmesinden ve ormanların yok olmasından duydukları haklı endişeydi. İşçi sendikalarının, tarım emekçilerinin, çiftçilerin ve bölgenin mahalli örgütlerinin de katıldıkları mücadele sonucunda şirketin lisansı geçici de olsa Peru Maden Konseyi tarafından 120 gün için askıya alındı. Bu arada karardan kısa bir süre önce Peru’nun yeni başkanı Vizcarra’nın protestocuların üzerine “düzeni yeniden tesis etmek” üzere orduyu sürdüğünü de söylemeden geçmeyelim.

Ne var ki, her ülkede çevre mücadeleleri olumlu sonuçlar vermiyor. Meksika, ABD’den sonra Kanada maden şirketlerinin ikinci önemli yatırım mahalli. Kanada maden yatırımlarının %65'i bu ülkede. REMA (Madencilikten Etkilenen Meksikalılar Ağı) isimli çevre örgütü, Kanada Başbakanı Justin Trudeau’nun Meksika resmi ziyareti sırasında kendisine bir çağrı yaparak Kanada hükümetinin taahhütlerine sadık kalmasını ve Kanadalı madencilik şirketlerine büyük kârlar sağlayan yerli halkların yok edilmesine ve uğradıkları yıkıma son verilmesini istedi.

REMA’ya göre, madenci şirketin kazancı uğruna insan hakları ihlâl ediliyor, ülke anayasasının yasal sınırları dışına çıkılıyor. Mülksüzleştirme olgusu ise olayın bir diğer yönü. Maden işletilecek alanlar çeşitli yöntemlerle yasal sahiplerinden alınıyor, başka bir ifadeyle insanlar mülksüzleştiriliyorlar. Haklarını savunmak istediklerinde de bu şirketlerin yasadışı silahlı grupları ile ya da Meksika hükümeti ile karşı karşıya geliyorlar. Ülkede toplumsal protesto suça dönüşmüş durumda. Mülksüzleştirmeye, çevre değerlerine sahip çıkan insanlar tehdit ediliyor, kaçırılıyor, gözaltına alınıyor, keyfi olarak tutuklanıyorlar. Bu kadarla da kalınmıyor. Protestocuların önde gelenleri büyük olasılıkla şirketin örgütlediği özel silahlı milislerce birbiri ardından suikastlara kurban gidiyorlar. 850 maden projesinin olduğu Meksika’da suikast kurbanlarından birisi Mariano Abarca. REMA’nın kurucularından ve hareketin liderlerinden olan Abarca, maden şirketinin dayanaksız iddialarıyla tutuklanmış ve delil yetersizliğinden serbest bırakılmış ve 2009’da ailesinin gözleri önünde öldürülmüş. Yapılan soruşturmada, katillerin tümünün şirket ilişkisi belirlendiği halde hepsi serbest bırakılmış ve “vurma” emrini verenler ise hiç soruşturulmamış! REMA’nın Kanada hükümetine ve J. Trudeau’ya başvuruları sonuçsuz kalmış. Kanada Devleti birçok uluslararası kuruluş tarafından bu şirketlerin işledikleri suçları görmezden gelmekle suçlanmış ama hiçbir sonuç elde edilememiş. Hükümete bağlı soruşturma kuruluşlarının hiçbir başvuruyu ciddi olarak ele alıp soruşturmadığı da bilinmekte.

Maden Şirketleri sadece Meksika’da cinayet işlememektedirler. Guatemala’da Barış ve Yaşamın Korunması Komitesi liderlerinden Laura Leonor Vasquez Pineda yine bir Kanada tekeli Thao Resources’ın sahip olduğu El Escobal madenine karşı mücadele vermiş ve evine giren silahlı milislerce vurularak öldürülmüştür. 

Kolombiya’da maden şirketlerinin yerlerinden ettiği insanların direndiği komitelerde çalışan Emilsen Manyoma ve kocası 17 Ocak 2017'de öldürülmüşlerdir.

Filipinler’de maden tekellerinin projelerine karşı savaşan bir örgütün üyesi olan Leonela Tapdasan Pesadille ve kocası 2 Mart 2017'de öldürülmüşlerdir.

York Üniversitesi'nden Shin Imai ve Sarah Weinberger, McGill Üniversitesi’nden Leah Gardner’ın Adalet ve Tüzel Sorumluluk Projesi kapsamında hazırladıkları, 2000-2015 aralığını kapsayan, Kanada maden şirketlerinin Latin Amerika’da uyguladıkları şiddete dair raporda bu “Mafya Kapitalizmi” koşullarını anlatmaktadırlar. Her olayın iki kaynaktan hareket edilerek doğrulandığı raporda, şirketlerle doğrudan bağlantılı 44 ölüm, 363’ü protesto gösterileri sonucunda meydana gelmiş olan 403 yaralanma, yasal şikayetler, tutuklamalar, gözaltılar ve soruşturmaları içeren 709 “suçlu ilân etme” (kriminalizasyon) vakası tespit edilmiştir. Bu verilere göre, ölüm vakaları on bir ülkede, yaralanmalar on üç ülkede, suçlu ilan etme olayları ise on iki ülkede yer almıştır. 

Rapora göre, bu insan hakkı ihlalleri buzdağının görünen kısmıdır çünkü ölüm tehditleri, arazi sahiplerinin ürünlerinin ve evlerinin yakılması, zorunlu olarak topraklarından göçe zorlanmaları, başlarına gelenlerden dolayı uğradıkları psikolojik travmalar rapora dahil edilmemiştir. Şirketlerin, bu rapordaki ölüm vakalarının sadece %24,2sini ve yaralanmaların ise %12.3’ünü bildirdikleri görülmüştür.

Bu olaylar bize neyi gösteriyor?

2002’de Kristof Kolomb’un Amerika kıtasına ayak basmasının 500. yılını, 500 yıl boyunca sömürgeciler tarafından katledilen milyonlarca yerli için “Direniş Günü” ilan eden Venezuela Başkanı Hugo Chavez yerden göğe kadar haklıdır. Gerçekten de 1492’de Amerika’ya ayak basan Kolomb, Amerika kıtasını keşfeden bir kâşif değil, sömürgecilerin sermaye birikimine hizmet eden bir hayduttan başka bir şey değildir.  O “büyük hırsızlık, soykırım, ırkçılık, bir kültürün yok oluşunu başlatma, tecavüz, işkence ve yerli halkı sakat bırakma, büyük yalanı kışkırtma” suçlarını işlemiş bir tarihsel figürdür. Bugünün tekelleri – bizim örneğimizde altın şirketleri- ise, kendisine altın bulup getirmeyen yerlilerin ellerinin kesilmesi emrini veren, ikinci seyahatinde gittiği Hispaniola Adası’nın nüfusunu iki yılda katliam ve neden olduğu intiharlarla yarıya indiren Kolomb’un ahfatları yani torunlarıdırlar.

Kapitalist emperyalizm, dünyayı, insanıyla, doğasıyla daha fazla kâr uğruna talan etmekte, sistem içi insan hakkı ihlâlleri, katliamlar, cinayetler hız kesmeden sürmektedir. Bu olgu kendi zıddını da doğurmakta ve katil tekellerin adım attıkları her yerde direniş hareketleri de yükselmektedir.

Türkiye’ye baktığımızda ülkemizin de kervanın bir parçası olduğunu görmekteyiz. Bu bağlamda altın madenciliği alanındaki ilk direnişlerden olan Bergama’yı ve mücadele verenleri saygıyla anımsarken siyasal iktidarların da, yukarıda değinilen ülke iktidarları gibi işbirlikçilikten öte gitmedikleri görülmektedir. 

Özetle, Kaz Dağları bu talan girişiminin ilki değildir, sonuncusu da olmayacaktır.

Kaz Dağları direnişine selamlarımızı yolluyoruz. Görevimiz, kesin çözümün bir halk iktidarında yattığı gerçeğini aklımızdan çıkarmadan sisteme ve onun bir parçası olan tekellere karşı direnmek, toprağımıza, suyumuza, emeğimize sahip çıkmaktır.

Örgütlü olarak ve örgütlenerek.