Elçinin düşündürdükleri

Serpil Güvenç'in "Elçinin düşündürdükleri" başlıklı yazısı 16 Şubat 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

“Yoksunluklara karşı, işsizliğe karşı, doğal kaynakların kaybedilmesine karşı halkların direniş hareketleri, bunların hepsinin adı ‘terörizm’ oldu” (Edward Said)

ABD sefaretine yapılan saldırının ardından sefirin yaptığı konuşmada yer alan düşünce ve basın özgürlüğü ile uzun tutukluluk hallerine ilişkin bölümler bizler gibi iflâh olmaz emperyalizm karşıtlarının dışındaki birçok kesimi sevindirdi ve beklentilere yol açtı. ABD gibi büyük ve güçlü bir ülke iktidarı eleştirmekteydi! “Âyînesi (aynası) iştir kişinin, lâfa bakılmaz” uyarısını akıllarına bile getirmeksizin derin bir oh çektiler. Bir “özgürlük” ülkesi olan ABD, bizim de özgür olmamızı istiyordu!

Konuşmayı, Başbakan’ın Ergenekon tutuklusu General Saygun’u hastanede ziyareti ve Solin’in annesi KCK tutuklusu Hanım Onur’un serbest bırakılması izledi. Bu durumda, birçok kişi, ABD’nin yardımıyla “ileri demokrasi” günlerinin yaklaşmaya başladığını düşünmeye başladı. Bazı sosyal demokrat yazarlar 21. yüzyılda “insan hakları” ve “terör” konularının ulus devletlerin sınırlarını aştığı ve “uluslar arası toplum”un sorunu olduğuna ilişkin tezlerini yinelediler. Geri kafalılık ederek Soğuk Savaş günlerine dönme hayallerimizden vazgeçmeliydik!

Büyük olasılıkla, bu ön kabuller nedeniyle konuşmanın bir başka noktası atlandı. Büyükelçi, elçilik saldırısını üstlenen DHKP-C hakkında ABD terör yasaları kapsamında “New York’ta ya da… Washington’da” dava açılabileceğini söylüyordu.

ABD’de 11 Eylül saldırıları öne sürülerek 2001 Vatansever ve Anavatan Güvenlik Yasaları’nın başını çektiği bir grup anti “terör” yasası çıkarıldı. Saygın hukukçu ve bilim adamlarına göre, bu yasalar, ABD Anayasası’nın ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin ve Cenevre Konvansiyonu’nun ihlâli anlamına gelmekteydi. Yürütme tarafından ABD’nin normal yargı sistemine paralel, gizli bir yargı oluşturulmaktaydı. Tüm dünya için adeta “ilân edilmemiş bir olağanüstü hal” gündeme taşınıyor ve yürütme denetimsiz bir mutlak güce dönüşüyordu. ABD’ye karşı uluslararası terörizm eylemlerinin planlanmasına yardım ettikleri, bu eylemleri yaptıkları ya da hazırladıkları düşünülen yabancılar ve diğer şüphelilerin yargılanmaksızın süresiz alıkonulması yetkisi verilmekteydi ABD başkanına. Yasalarda yer alan “terör” tanımlaması o denli yaygın ve belirsizdi ki, işçi veya sendika eylemlerine karışanlar, çevreciler, hayvan hakları savunucuları, savaş karşıtları bile “terörist” sayılabiliyorlardı. Obama, Aralık 2012’de çıkardığı Ulusal Güvenlik Yetkisi Yasası ile “terör” kapsamını “ABD’ye karşı olan tüm kişiler”i kapsayacak şekilde genişletti.

Gelinen nokta, ABD Başkanı’nın onayıyla CIA tarafından “yasadışı savaşçı” (her ne demekse) olarak tanımlanan ve ABD vatandaşı olan ya da olmayan kişilerin dünyanın neresinde olursa olsun kaçırılması, belirsiz bir süre alıkonulması ve işkenceye tabi tutulması. Guantanamo dahil, dünyanın bir çok yerinde bu uygulamalar sürmekte. 2009’da yasalarda yapılan değişiklikler, ABD silahlı kuvvetlerine ya da ABD’nin saldırgan politikalarına muhalif olanların örneğin soL gazetesinin ve bizlerin Pentagon tarafından terörist sayılabilmelerine olanak tanıyor.

Bu yasalara dayanılarak, ABD başkanı ve CIA’nın “terörist” olduğuna karar verdiği ve aralarında iki yüzü çocuğun da olduğu yaklaşık üç ya da dört bin kişinin ve dört Amerikan vatandaşının insansız hava araçları (İHA) kullanılarak öldürüldüğü saptandı. Temel insan haklarından olan yargılanma hakkını çiğneyen bir savaş makinesi, dünyayı savaş alanı, tüm insanlığı ise “önleyici savaş” kapsamında yok edilebilecek “düşman”lar olarak görüyor. Amerika’da yargı ve Anayasa bu yasalarla devre dışı bırakılmış durumdadır.

Günümüzde ABD’de hukuk sisteminin geldiği nokta işte budur.

Özetlersek, Amerikan emperyalizmi kendi varlığının yarattığı sorunları ve sisteme karşı her tepkiyi “yargısız infaz”larla çözmeye çalışmaktadır.

Çözüm ise, terörün ta kendisi olan emperyalist/kapitalist sistem ve tüm kurumlarının insana yakışır bir sistemle yer değiştirmesinden geçmektedir. Dünya emekçi halkları bir gün elbet bunu başaracaklardır.