Burjuva basını ‘görev’de! Paris Komünü, I. Enternasyonal ve Marx hedefte!

İlk emek iktidarı olan Paris Komünü’nün burjuvaziyi ne denli korkuttuğu açıktır. Sömürücü sınıf, Komün’e karşı verdiği mücadelede altmış bin insanı vahşice katletmek dahil olmak üzere görülmedik ölçüde zor kullanmanın yanı sıra basından büyük çapta yararlanmıştır. Burjuva basınının Komün döneminde oynadığı rol, bu kurumun, burjuvazinin en önemli ideolojik aygıtlarından birisi olduğunu bir kez daha gözler önüne serer.

Avrupa, İngiltere ve ABD’de – sol ve komünist gazete ve dergiler dışında – tüm basın organları, Komün, I. Enternasyonal ve lideri Marx’la ilgili olarak ağız birliği etmişçesine asparagas haberler yayımlarlar. Komün’ün Paris’i, Fransız 1789 Devrimi’nde olduğu gibi bir “vahşi hayvan mağarası”na dönüşmüştür. Sokakları kan götürmekte, anarşi ve suikastların ardı arkası kesilmemektedir. Kenti çetelerin terörü yönetmekte, daha da kötüsü “vahşi Kızıllar” gerçek cumhuriyetçiliği ve bireysel özgürlüğü yok etmektedirler. Komün’ün dünya çapında bir büyük yangının habercisi olduğunu ve 1. Enternasyonal tarafından yönetildiğini iddia eden Versay hükümetinin bildirileri basında büyük puntolarla tam metin olarak yer alır. Bu da yetmez; kişilerle ilgili yalan haber rüzgârı da hızla iletilir okurlara. Komün’den bir gün önce tutuklanarak hapse atılan devrimci önder Auguste Blanqui, nasıl olmuşsa hapisten çıkmış ve Komün Genel Komitesi’nde yer alarak hareketi yönetmeye başlamıştır! Fransa halkının desteklediği Komün sosyalisttir ve bu nedenle hükümet olamaz çünkü sosyalizm demek şiddet demektir; Komüncüler komünisttir ve Enternasyonal tarafından yönlendirilmektedirler; Enternasyonal onları Paris’ten sonra diğer ülkelere saldırtacaktır. Sonunda dünyanın her ülkesi bu şiddet dolu çete yönetimine geçmek zorunda kalacaktır!

Burjuva basını yapılacak işi de tanımlar sütunlarında. Paris’e Louis Napolyon Bonaparte gerekmektedir! Komün’ü şiddet severlikle suçlayan yazar takımı, Louis Napolyon gibi eli kanlı bir diktatöre olan özlemini haykırmaya başlar. Paris’teki bu “zehirli devrimci düzensizliği” ancak Bonaparte’lar gibi düzgün “doktorlar” tedavi edebileceklerdir. İmparator serbest bırakılmalı ve başkente yürüyerek bu çılgınlığı halletmelidir. Eğer o bu işi beceremezse Fransa’nın savaş açtığı ve yenildiği “düşman” Alman ordusu devreye girmelidir!

Burjuva basınının diğer hedefi ise, Komün belâsını Fransa’nın başına sardığı iddia edilen Marx ve Enternasyonal’dir. Enternasyonal’in başı “Alman komünist doktor” Marx, Bismarck ile gizlice görüşmekte, onun ajanlığını yapmakta ve Alman hükümetinden para almakta ve bu parayla Londra’da çok lüks bir yaşam sürdürmektedir! Fransa’da büyük burjuvazi ve asillerin organı olan ve Marx’ın “petite presse – küçük basın” olarak nitelediği bu yayın organlarından Le Gaulois gazetesi, “Paris Devrimi Londra’dan örgütleniyor” başlıklı haberinde Marx’ın , hapisteki Blanqui ve biri İngiliz diğeri ise İtalyan iki düşsel hükümet görevlisi ile gizli toplantılar yaparak Fransa aleyhine komplo ve suikast düzenlediğini yazar! Fransız Versailles polisini kaynak gösteren bu düzmece haberler özellikle Fransız basınının düzen yanlısı gazetelerinin başlıklarından hiç eksilmez. Daily News, Marx ve Enternasyonal’in Fransız köylülerini tüm şatoları yakmaya çağırdığına dair bildiriler yayınlar. Tutucu İngiliz The Standard gazetesi, 19 Haziran 1871 tarihli başyazısında Londra enternasyonalistlerinin eski toplumun yıkılmasının zorunluluğunu işaret eden, kamusal yapıların ateşe verilmesi, rehinelerin öldürülmesi gibi olayları destekleyen çağrılar yayınladıklarını ballandırarak yazar. Fransa’ya ulaşmak isterken Belçika’da tutuklandığı haberinin La Situation isimli Fransız gazetesinde çıktığı gün, Marx, ABD’den kendisiyle röportaj yapmak üzere gelen The World muhabiri R. Landor ile görüşmektedir. Muhabir ve Marx Londra’daki haberi evde birlikte okurlar!

İş çığırından çıkmıştır ama bir bakıma istenen de budur. Amaç, Marx’ın işçi sınıfları nezdinde kazandığı haklı ünü kirletmek ve Marx’ın ifadesiyle, amacı “siyasal iktidarı ele geçirerek işçi sınıfının kurtuluşunu sağlamak ve siyasal iktidarı toplumsal hedeflere ulaşmak için kullanmak olan” ve kurulduğu günden itibaren “dünyanın en ileri işçilerini birleştiren ulusal bir bağ”ı simgeleyen 1. Enternasyonal’i kitleler önünde küçük düşürmektir.

Komün’ü Marx ve Enternasyonal mi yarattı?

“Kendiliğinden doğan” Komün’ün yaratıcısı Marx ya da Enternasyonal değildir. Almanya ile savaş, kuşatılma acıları, proletaryanın işsizliği, küçük burjuvazinin uğradığı yıkım, yığınların yeteneksiz üst sınıflara ve yönetime karşı duyduğu öfke, durumundan hoşnut olmayan işçi sınıfının başka bir toplumsal örgütlenmeyi özlemesi, Fransız Ulusal Meclisinin gerici bileşimi ve benzeri etkenlerin Paris halkını 18 Mart Paris Komünü eylemine götürdüğünü yazar Lenin.

Komün yönetimi içinde sadece birkaç Enternasyonal üyesi işçi vardır ve azınlıktadırlar. Buna karşın Engels, Komün’ün “Enternasyonal onu yaratmak için parmağını oynatmadığı halde, entelektüel açıdan Enternasyonal’in çocuğu olduğundan kuşku duyulmaması” gerektiğini yazar. Marx ve Engels, devrimci bir işçi partisinin yokluğu, Versailles hükümetine karşı verilen mücadelede yaşanan gecikmeler, Fransa Devlet Bankası’na hemen el konmaması ve benzeri bir dizi eksiklik ve yanlışlığı eleştirdikleri halde “Paris’teki mücadele ile birlikte işçi sınıfının kapitalist sınıfa ve onun devletine karşı mücadelesinin” yeni bir evreye girdiğini ve sonuç ne olursa olsun “dünya tarihi açısından önemli bir hareket noktasının kazanıldığını” düşünmektedirler, bu nedenle de Komün’ü sonuna dek desteklerler.

Enternasyonal, Marx’a Paris Komünü konusunda örgütün görüşlerini ortaya koyacak ve olayları inceleyecek bir Genel Konsey tebliği yazma görevi vermiştir. Büyük düşünürün deyişiyle sınıf egemenliği artık kendisini “ulusal bir üniforma altında” gizleyemez ve düşman Alman ve Fransız hükümetleri proletaryaya karşı el ele vererek 28 Mayıs günü son Komün savaşçılarını da kanlı bir katliamla yok ederler. 30 Mayıs günü Marx, Enternasyonal Genel Konseyi’nin kendisine verdiği görevi tamamlar ve Komün’ ün tarihsel anlamını çok zengin bir biçimde sunar. Tebliğ ya da “Fransa’da İç Savaş”, Marx’ın Kapital başta olmak üzere birçok yapıtı gibi aynı zamanda büyük bir edebî yapıttır ve Paris devrimcileri için kalıcı bir anıt özelliğini taşır. Tebliğ şu sözlerle sonlanır;

“İşçi Paris, Komün’ü ile birlikte yeni bir toplumun şanlı öncüsü olarak her zaman yüceltilecektir. Şehitlerinin anısı, işçi sınıfının soylu yüreğinde yaşayacaktır. Cellâtlarını ise, tarih, daha şimdiden sonsuz bir teşhir direğine çiviledi ve rahiplerinin tüm duaları onların günahlarını bağışlatamayacaktır.”

Enternasyonal’e baskı artıyor ama…

Basındaki bu kampanya ve Tebliğ sonunda sadece iki Enternasyonal üyesi, Odger adlı bir sendikacı ve eski İngiliz Çartist Lucraft istifa ederler. Hiçbir sendika Enternasyonal’den ayrılmaz ama baskılar artarak sürer. Komün cellâdı ve Fransız Cumhurbaşkanı Thiers Fransa’da Enternasyonal’i yasa dışı ilân eder ve İngiliz başbakanı Gladstone’na da kendisi gibi davranması çağrısında bulunur. Papa devreye girer. Ona göre, bu “Enternasyonal sekti” tüm Avrupa’yı Paris’e dönüştürmek istemektedir. Bu baylardan korkulmalıdır çünkü onlar Tanrı’nın ve insanlığın ezeli düşmanlarının yanında saf tutmaktadırlar!

Sonuçta, Fransa ve İspanya hükümetleri Komün göçmenlerini Pireneler üzerinden sınır dışı etme, Belçika ve Danimarka kendi ülkelerindeki Enternasyonal örgütlerine baskı uygulama kararı alırlar. Almanya ve Avusturya hükümetleri de Kasım 1872’de ortak bir toplantı yaparak Enternasyonal’ e karşı bir dizi önlem almaya karar verirler. Onlara göre, Enternasyonal burjuva toplumu ile çelişki içindedir ve dışlanmalıdır. Enternasyonal toplanma özgürlüğünü kötüye kullanarak tehlikeli eylemlere başvurmaktadır. Tüm Devletler bu kuruluşa karşı çıkmalı ve ortak yasalar çıkarmalıdırlar.

Başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesindeki Enternasyonal büyük baskılarla karşı karşıya kalır. Üyeleri tutuklanır, düzmece suçlarla yargılanırlar ve cezalandırılırlar; şubeleri kapatılır.

Ne var ki, baskı girişimleri ters teper. Komün sonrası Enternasyonal güçlenir. Belçika ve İspanya’da şube sayısı artar. Portekiz’de yeni şubeler açılır. Danimarka’da sendikalar Enternasyonal’de birleşmeye başlarlar. İngiltere’de İrlanda bölümü açılır ve önemli işçi liderlerinden John Macdonnell Genel Konsey’in İrlanda sekreteri olur. Sadece Avrupa içinden değil ama aralarında Yeni Zelanda, Kalküta, Avustralya, Buenos Aires’in de bulunduğu birçok ülke ve kentten üyelik başvuruları gelmeye başlar. Birçok ülkede Enternasyonal toplantılarının sayısı katlanır.

Avrupa’da bir başka çarpıcı gelişme daha yaşanır. İtalya’nın kurucusu, büyük yurtsever ve halk kahramanı Guiseppe Garibaldi, “Enternasyonal geleceğin güneşidir” sözleriyle Enternasyonal’e üyelik başvurusunda bulunur.

Sol basında da olumlu gelişmeler yaşanır. Cenevre’de L’Égalité, Milano’da Gazettino Rosa; Leipzig’de Sosyal Demokrat İşçi Partisi organı Der Volksstaat, Madrid’de İspanya Federasyonu resmi organı olan La Emancipacion, Danimarkalı işçilerin gazetesi Socialisten, Rouen’daki La Réforme Sociale Enternasyonal’i desteklemeye başlarlar. Enternasyonal ile ilişki kuran bu gazetelerin satışları her gün biraz daha artar.

Enternasyonal’e verilen destek çok anlamlıdır. İşçi sınıfı, eşit, özgür bir yaşamı yaratmak, yeni bir dünya kurmak için devrimin mümkün olduğunu görmüştür. Ne var ki, maziyi “ta kökünden silmek” ve “bir başka âlem kurmak” isteyenler mutlaka örgütlü olmak zorunda olmak zorundadırlar.

Komün’den öğrendiklerini eleştirel bir biçimde uygulayan Rus işçi sınıfı, Bolşevik Partisi ve Lenin önderliğinde, yarım yüzyıldan daha az bir süre sonra Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kurdu. Komün’ün başlattığı ama bitiremediği tüm kazanımlar ikinci sosyalizm denemesinde yaşama geçirildi. Zincirin zayıf halkasını kıranlar bu kokmuş düzeni paramparça ettiler ve gelecek kuşaklara çok yararlı tecrübeler bıraktılar.

İç ve dış koşullar bu iki büyük sosyalist iktidar deneyinin daha uzun ömürlü olmasına olanak tanımadı. Ama ne gam! Kapitalizmle gelen acımasız, dayanılması olanaksız yaşam koşullarında ezilenler başkaldırmayı, direnmeyi sürdürüyor, en güzel dünyayı arama çabalarına aralıksız devam ediyorlar.

Dünya egemenleri, para babaları hiç sevinmesinler. Ne son söz söylendi ne de son kavga verildi.

Mücadele sürüyor, sürecek de.

Ta ki insanlık kazanana dek.