Ana, savunman, ozan... Gülten Akın

12 Eylül öncesi... 1979’un Kasım ayı… Ankara Mamak askeri tutukevinin öğrenci, öğretmen, aydın, sanatçı, mühendis, doktor her kesimden devrimci ile dolup taştığı günler. Dostlar alışverişte görsün diye haklarında dava açılan birkaç da sağcı, ülkücü komando…

Üç erkek, bir kadın dört avukat müvekkilleriyle görüşmek için cezaevine gelirler. Görüşme bittikten çok kısa bir süre sonra görevli komando er ve gardiyanlar alışılagelmedik bir biçimde salonu terk ederler. Hemen ardından, 10-15 ülkücü, kuş uçurtulmayan cezaevinde, görüş yerine giden “beş kapı” nın kilidini açarak oraya ulaşırlar. Ve ellerindeki yangın söndürme aletleri, demirler ve taburelerle avukatlara saldırırlar. Kanlar içinde kalan ve dışarıya açılan bir kapıya ulaşmayı başararak kıl payı ölümden kurtulan avukatlar askeri savcılığa başvuruda bulunurlar. Olay dava konusu olur ama sadece dört kişiye -yaşlarının küçük olduğu gerekçesiyle- dörder ay ceza verilir. Ülkücülerin savunmanı, 7 TİP’li gencin katillerinden olan ve Türk gladyosunun bir numaralı adamı Abdullah Çatlı’nın “ağabey” diye seslendiği, MHP davasının ve ülkü ocaklarının avukatı Can Özbay’dır.

Pusunun nedeni, devrimci avukatların, ülkücülerce öldürülenlerin ailelerinden vekâlet alarak MHP davasına dahil olmalarıdır. Çelenk de bunlardan birisidir.

Dövülen kadın savunman ise, Dev Yol davası sanıklarından Murat Cankoçak’ın annesi Gülten Akın’dır. Askeri savcılıktaki ifadesinde, uzun boylu, şalvarlı bir tutuklunun başına demir tabureyle vurduğunu ve “orospu” diye bağırarak hakaret ettiğini, en çok da bunun kendisine dokunduğunu söyler askeri savcıya…

Ana olmak zor iştir… Ama Deniz’in anlatımıyla “faşizmin eline düşen” devrimcilerin en gaddar yöntemlerle ezilmeye, yok edilmeye çalışıldığı, her türden insanlık dışı baskı ve işkencenin uygulandığı ünlü tutukevi Mamak’ta, İlhan Erdost’ un dövülerek öldürüldüğü Mamak’ta, evlâdını demir parmaklıklar arkasında görmek zorun da ötesinde zor bir iştir…

Tüm devrimci anaları gibi dayanır Gülten Akın. Analık görevlerinin yanı sıra avukat kimliğiyle oğlunu savunmaktan da geri durmaz. Ne var ki, bunlar yeterli değildir onun için. O bir ozandır.

Ozan Gülten Akın, 12 Eylül faşizminde Mamak’ta yaşananların ve özellikle de 42 gün süren açlık grevinin öyküsünü oya gibi işler. Sessiz çığlıkları akıtır sayfalara. “42 Gün” , o zulüm öykülerinin, tüm anaların ve inadına faşizme direnen tüm çocukların tanığıdır.

Şiirleriyle başka düşüncelerini de paylaşır bizlerle.

Sisteme uyum sağlayanlardan yakınır “İnsanlar bir gülü bir senetle / Değiştirmeye alıştılar / insanlar başka insanların hayatını” diyerek.

Dünyayı değiştirmek isteyen gençler başarılı olamadıkları için üzgündür ama halkı kastederek yazdığı “Bir gün tutunacaklar / Bir gün başları yukarda / Yüceltip kendi kendilerini / İnanacaklar yalnız kendilerine” dizelerinden yeşil bir umut yükselir.  

Zulüm karşısında suskun kalanlara, enseyi karartanlar için de bir çift dizesi vardır Akın’ın;

“Çatılmış darağaçları / Gelip durmuş kapımıza ölüm / Ses ver sesimize bir ufacık ses / Susarsan / Ya ölüsün ya ölümle birsin”  diye seslenir onlara.

Ve “Atın Türküsü”nde;

“Yeter beklediğim / Şimdi bir silkinir, çalarım paçaya / Ne varsa atarım üstümden / Al kanat küheylan olurum / Geldiğim yerlere varırım / Delikanlılar bulurum / Köpüğü yele veririm, bulutu sevdaya / Kandırır alır gelirim / Nurtopu bir devrim doğar / Nurtopu bir devrim doğar”  diyerek devrim özlemini dillendirir.

Türkiye tarihinin en acılı dönemlerine, askeri darbelere tanıklık etmiş, zulmü iliğinde kemiğinde duymuş, ilerici, aydın bir kuşak hızla göçmekte.

Gülten Akın o kuşaktandı.

Yürekli bir ana, devrimci bir ozandı. Şiirleriyle o dönemde yaşanan vahşet ve direnişi tarihe not düşmekle kalmadı, bedeniyle de direndi cezaevi kapılarında.

“İnce şeyleri” anlamaya da vakit ayırarak.

Bırakalım dönek mevta kalemler sağ ve sol gazetelerde bolca yer bulsunlar, biz kendi insanlarımıza, bizim taraftakilere sarılalım.

Onlar bizim onurumuz.

Ve mücadelemizin parçaları.