ABD’nin duvarı, İsrail’in duvarı ve AKP

Donald Trump, ABD’nin  çiçeği burnunda yeni başkanı.

James Petras’ın “milliyetçi” bir kapitalist, bir “pazar” emperyalisti ve “politik realist” olarak nitelediği Trump’a karşı  ülkesinde ve dünyanın bir çok kentinde gösteriler yapılmakta. ABD medyasının seçim öncesinde de Clinton-Obama taraftarlığı yapan büyük bölümü ve göstericiler, Trump’ı ırkçılıkla, göçmen haklarını tanımamakla suçluyorlar. Trump ise göçmen politikasını, ABD işçilerinin ücret, istihdam sorunlarının çözümü olarak sunuyor ve savunuyor.  Demokrat ya da cumhuriyetçi bir ABD yönetiminin ya da başkanının, sermaye sınıflarının, uluslararası tekellerin aleyhine ve emekçilerin lehine köklü bir değişiklik yapabileceğini düşünmek mümkün değil çünkü böyle bir şey eşyanın doğasına aykırı. Yeni başkanın orijinal önerisi, ancak sistemik krizlerin sürekliliğinin kapitalizmi yeni bir takım yapısal düzenlemelere zorlaması çerçevesinde düşünülecek olursa belki anlamlı olabilir.

Ne var ki, konuyu tartışanlar, merkeze, Meksika sınırına inşa edilmek istenen duvarı alıyorlar. Duvarın parasını kimin ödeyeceği, Meksika başkanı ve ABD başkanı arasında medyaya sızan telefon konuşması gibi sansasyonel, boş tartışmalar TV kanallarını işgal ediyor. Bunlar arasında belki en dişe dokunanı, duvarın, ABD tekellerinin çıkarlarıyla bağlantılı olarak ele alındığı tartışma. 1994’de, Bill Clinton yönetiminin “Kapıcı Operasyonu” adı altında sınır güvenliği konusunda çok büyük harcamalar yapıyor. Aynı yıl ABD-Meksika arasında Meksika tarihinde emekçilere karşı belki de en büyük neoliberal darbeler arasında görülebilecek olan NAFTA anlaşması imzalanıyor. Anlaşmaya göre, ABD uluslararası tekellerinin Meksika pazarına mısır ve diğer hammaddeleri sokması karar altına alınıyor. Uygulama, büyük bir çiftçi kitlesinin işsiz kalmasına neden oluyor. Sonuçta, çaresiz Meksikalılar iş aramak için ABD sınırını zorlayarak büyük bir göç dalgası oluşturuyorlar. Diğer bir anlatımla, ABD, Meksika çiftçisinin anlaşma sonucu açlıkla karşı karşıya kalacağını ve ülkesine büyük bir göç dalgası olacağını önceden hesap ederek önlemini almış!

Öykü burada sona ermiyor. 2006 yılında, ABD Kongresi bir sınır duvarı yapılmasını Demokrat partinin de oylarıyla kabul ediyor. Yasanın adı “Güvenlik Çiti Yasası”. Bu yasa uyarınca sınırın belli bölgelerinde çift çitli, 700 millik bir yapı öngörülmüş. Özetle, Trump’ın duvarının sadece uzunluk ve biçim olarak farklılık gösterdiği anlaşılıyor.

“Çit” ya da “Duvar”a ilişkin bu olgular, bugünlerde büyük övgüler alan, demokrasinin kalesi ABD yönetici kadrolarının emekçi halklara yönelik ikiyüzlülüğünü bir kez daha açığa çıkarıyor. Ve ABD’nin kapitalist emperyalizmin kalesi olduğunu, Trump’ın da, diğerleri gibi egemenlerin bir bölümünü temsil ettiğini ama bunun yanısıra faşizan, ırkçı görüşleri olan, Reagan benzeri yeni bir başkan olduğunu gösteriyor. O kadar.

“Trump Duvarı” tartışmaları sürmekte iken, bir başka halk başka bir duvarla çevrelenmiş durumda. Sürekli bombardımanlarla, açlıkla, yoklukla terbiye edilip boyun eğdirilmeye çalışılan, her gün en az bir vatandaşını kaybeden, binlercesi İsrail cezaevlerinde çürümeye terkedilmiş olan, milyonlarcası komşu ülkelere göç etmek zorunda kalan Filistin halkı, 2002 yılından bu yana Batı Yakası’nda inşa edilen ve resmi adı –ABD duvarı gibi- ”Çit” olan bir “Soykırım duvarı”nin içine hapsedilmiş durumda. Duvar zeytin ağaçlarını, Filistinlilerin tarlalarını ezip geçiyor. Okula gitmek isteyen Filistinli çocuklar İsrailli yerleşimcileri rahatsız etmemek için duvarın altından kazılmış tünellerden karşı tarafa geçmek zorunda. Suya ve belediye hizmetlerine ulaşım gittikçe zorlaşıyor. Hastalar tedavi edilemiyor. Yaşam alanları her gün biraz daha daraltılan, daha doğrusu yok edilen ama buna karşın yıllardan beri direnen Filistin halkı aslında İsrail tarafından işgal altındaki vatanlarından yeni göçlere zorlanıyorlar.

 9 Temmuz 2004’de, BM’lerin talebiyle Uluslararası Ceza mahkemesinin aldığı durdurmaya ilişkin tavsiye kararına rağmen 2005 Eylülünde toplanan İsrail Kabinesi, Duvar’ın Kudüs’te ve işgal altındaki Filistin’in her bir noktasında yapılmasına ve inşaatın aynı yılın eylül ayında bitirilmesine karar veriyor ve Batı Yakası’nın Yeşil Hat[1] ve soykırım duvarı arasında kalan %10.2’sine zaten de facto el koymuş olan İsrail, Filistin halkını içine koyduğu beton bir kafesi büyütmeye devam ediyor. İşgalden arta kalan bir avuç Filistin toprağı üzerine yerleştirilen İsrail yerleşimlerinin sayısı ve işgal konutları her geçen gün biraz daha artıyor. Filistinlilerin Batı Yakası’ndaki yolları bile kullanmalarına izin verilmiyor.

İsrail için hak hukuk kavramları çalışmıyor. Nedeni, kapitalist sistemin güçlü jandarması ABD’yı arkasına almış olması. Ve Filistin’e yapacağı yardımları dondururken İsrail’e “kendisini koruması için” milyarlarca dolar askeri yardım yapıyor ABD.

Her ABD başkanı gibi Trump ve İsrail yönetimi daha şimdiden iyi anlaşıyorlar ve Filistin halkı için kısa vadede kendi gücüne ve mücadelesine güvenmekten başka bir çözüm görünmüyor.

Duvar imalatçıları birbirini anlıyor!

İşin ilginç yanı, AKP yönetiminin “one minute!”lardan başlayarak geldiği nokta. İsrail’i ziyaret eden bakan N. Avcı, ziyareti sırasında Gazze’yi bombalayan İsrail’i kınayamıyor bile. İsrail bombardımanına karşı Filistin’den bir misilleme yapılıp yapılamayacağına dair bir soruyu ise “… Hamas tarafının ben Tel Aviv’de iken böyle bir şeye kalkışacağını sanmıyorum…” gibi ilginç bir biçimde yanıtlıyor[2]. Ve sayın bakan, gerek Gazze’deki ve gerekse İsrail’deki yöneticilerin provokasyona gelmeyecek kadar tecrübe sahibi olduklarını ve bölge dengelerini bildiklerini eklemeyi ihmal etmiyor.

Dahası da var.

İsrail Parlamentosu, Batı Şeria’da Filistin halkının özel mülkleri üzerine inşa edilmiş 4 bin konutluk yerleşime meşruiyet kazandıran yasayı kabul ediyor. BM Barış Özel temsilcisi bile dayanamıyor ve kararı protesto ederek “bu kalın kırmızı çizginin ihlalidir” diye açıklama yapıyor. İsrail Yüksek Mahkemesi’nin kararı bozacağını belirten sayın Avcı ise İsrail’li bakan ile iddiaya girişiyor ! Yüksek Mahkeme bu kararı onaylarsa Levine Avcı’yı İsrail’de ağırlayacak. Karar bozulacak olursa bakan Avcı Levine’i Antalya-Kemer’de ağırlayacak[3]. Bu arada İsrailli turist sayısı da artıverir bir bakarsınız ! En tepelerden cılız bir itiraz sesi bile çıkmıyor.

İktidarın bu tüccar yaklaşımını bir çok insan kavramakta. Asıl önemli olan, AKP’nin her yaptığını “Reis neylerse iyi eyler” diyerek baştan kabullenenlerin durumu.

Belki de hayır demeyeceğini düşündüğümüz bu kesimlere bunları da anlatmak gerekiyor.


[1] Yeşil Hat, 1967 öncesindeki İsrail ile işgal altındaki Filistin topraklarını ayıran sınıra verilen addır. Asıl adı 1949 Ateşkes hattıdır. Uluslararası planda da kabul edilmiş bir sınır olmasına karşın İsrail bu hattı da tanımamaktadır.

[2] 7.2.2017 tarihli hürriyet gazetesi

[3] Aynı yerde