42 yıl sonra 12 Mart

Serpil Güvenç'in "42 yıl sonra 12 Mart” başlıklı yazısı 9 Mart Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Üç gün sonra 12 Mart.

Sağ siyasal partilerin çoğunluğu oluşturduğu parlamentoyu açık bıraktığı için “12 Mart yarı askeri harekâtı” olarak da tanımlanan bir askeri darbenin 42. yılı geride kalacak.

Darbeye yol açan etkenler farklı açıklamalarla yorumlandı. 12 Mart’ın, gündeminde emperyalizmi rahatsız edebilecek bazı radikal değişim önerileri olan 9 Mart askeri hareketini durdurmayı ve yükselen sol hareketi bastırmayı amaçladığı, SSCB ile ilişkilerini geliştirerek “göreli bir bağımsızlık” siyaseti güttüğü için Demirel’e karşı yapıldığı, Ecevit’in “Ortanın Solu” hareketini geriletmeyi hedeflediği gibi…

Bu değerlendirmelerin incelenmesi bir köşe yazısının sınırlarının çok ötesinde.

Bu nedenle, bugün 12 Mart bağlamında bir başka konuya, yani sermaye sınıflarının 61 Anayasası’na, emeğe ve emek örgütlerine yönelik taleplerine ve ordunun bu taleplere yaklaşımına kısaca göz atmakla yetineceğiz.

Darbeden önceki yıllarda, sermaye sınıflarının, işçilerin, devlet memurlarının, öğretmenlerin, öğrencilerin ve “hatta kapıcıların bile” örgütlenmelerinin yolunu açan, ülkeye “lâubali özgürlükler” taşıyan 61 Anayasası’ndan yakındıklarını görüyoruz. Halit Çelenk’in aktardığına göre, bu sınıfın temsilcileri vatandaşa direnme hakkını tanıyan 1961 Anayasası ve ilgili yasaların mutlaka değişmesini istemektedirler. Yoksa rejim sürdürülemez ve “üniversite binalarında karargâh kurmuş” olan “Marksist cereyanın doğurduğu” anarşinin önü alınamaz. Köy Enstitüleri’nin yeniden kurulmasını isteyen öğretmen sendikaları ve genel greve izin vermek üzere parlamentoya kanun teklifi sunan mebuslar durdurulamaz. Devrimci örgütler ve özellikle devrimci gençlik kuruluşları acilen dizginlenmeli, 141-142. maddelerin kaldırılması için Anayasa Mahkemesi’ne giden “kollektivist” parti TİP kapatılmalı ve “yedi bela” anarşinin ve komünist akımın üstüne gidilmelidir.

Daha açık ifade edersek tekelci burjuvazi iktidarını sağlamlaştırmak, açıklarını kapatmak eksikliklerini tamamlamak için önünde engel olarak gördüğü Anayasa ve yasaları ortadan kaldırmak istemektedir.

Ordu tekelci burjuvazinin imdadına koşar. Cuntanın başı Memduh Tağmaç, 12 Mart’tan dokuz gün önce yaptığı bir konuşmada, sosyal olayların temelinde ekonomik nedenler aramanın “komünistlerin uydurması” olduğunu ve olayların “Anayasanın özgürlükçü özü”nden doğduğunu söyler ve ekler:

“Ne yapılacaksa biz yapacağız, tedbirliyiz, geç kalmayacağız”.

Ordu/sermaye ilişkisi daha kısa ve öz anlatılabilir mi?

Sonuçta, Anayasa ve yasalar, emekçi sınıf ve katmanlar ve onların örgütleri aleyhine değiştirildi, sermayenin istediği tüm “önlemler” alındı.

Sermayenin 12 Mart yönetiminden beklentileri ve özlediği güven, silahlı kuvvetlerin desteğinde “sıkıyönetimli, balyozlu, olağanüstü mahkemeli, darağaçlı, kontrgerillalı” bir hükümetle gerçekleştirildi.

İşkencenin yaşamın bir parçası haline geldiği, devrimcilerin kontrgerilla uygulamalarıyla ilk kez açıkça tanıştığı ülkede, büyük bir solcu avı başlatıldı. Kırda ve kentte, sokaklarda, evlerde ve işkencehanelerde Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın da aralarında bulunduğu, çok sayıda devrimci genç katledildi. Ordu içindeki devrimci kadrolar tasfiye edildi. Sosyalistler başta olmak üzere, toplumun ilerici ve demokrat kesimleri askeri sıkıyönetim mahkemelerinde, ünlü 141. madde ve 146. madde ile suçlanarak ağır hapis cezası ve idam istemleriyle yargılandılar. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizmi savunan, Türk ve Kürt halklarının emperyalizme karşı birlikte verecekleri bir bağımsızlık mücadelesini hedefleyen ve Marksizm, Leninizm ideolojisini yücelten 68 gençliğinin üç lideri, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan idam edildi. TİP’in yanı sıra devrimci sendika ve demokratik kitle örgütleri kapatıldı ve yöneticileri yargılanarak ağır cezalara çarptırıldılar.

Yukarıda özetlemeye çalıştığımız, günümüzde de süren Özel Yetkili Mahkemeler dahil olmak üzere birçok “demokratik” uygulamanın anası, 12 Eylül’ün öncüsü 12 Mart’tır. Ama her nedense pek anımsamıyoruz.

Yitirdiklerimizi unutmayacağız, unutturmayacağız da.

Bunun yanı sıra, Anayasa ve yasaların yapım ve yıkım süreçlerinde, emeğin yeterince güçlü olmadığı koşullarda, iç ve dış sermaye sınıflarının rolünü belleklere taşıyan bir tarih 12 Mart.

Günümüzün “sivil cunta” koşullarında hararetle yürütülen “yeni Anayasa” tartışmalarına bir de bu gözle baksak...