'Yeni Ekonomik Model': Hangisi yeni? Şarap mı kadeh mi?

TL, dolar karşısında bir günde yaklaşık yüzde 15 değer kaybetti. Üstelik bu düşüş süreci neredeyse yılın başından beri sürmekte. Maliye ve Hazine Bakanı kürsüde, karşısında ise sermaye kanallarının tabiriyle iş dünyasının temsilcileri, bizim tabirimizle büyük burjuvalar oturmakta. Bakan yeni ekonomik model adını verdikleri programı açıklamakta; açıklarken sürekli gülümsemekte, arada bir salona pas atıp, espri yapmakta. Bolca da terlemekte. Çok uzun bir sunumdu; üşenmedim baştan sona dinledim. Öncelikle bu kadar çok konuşup hiçbir şey dememek bir maharet olsa gerek; burjuvalar için ise, bu kadar uzun ve fakat içeriksiz ve laf ola beri gele bir konuşmayı dinlerken sıkılmadık pozlarına yatmak da başka bir maharet gerektiriyor. Bakanın suretinin yanına yerleştirilen sunum bile oldukça güdük idi ve sıkıcı tekrarlara dayanmaktaydı. Bu arada sadece hükümet yanlısı cümle kanal naklen vermedi bakanın açıklamalarını, aynı zamanda küresel sermayenin kanalları da yeni ekonomik modelin detaylarını canlı yayınladılar. Kısacası herkes pür dikkat bakanı dinlemekteydi. Aslında herkes kapitalist devletlerin kriz repertuarının ayrılmaz parçası olan “acil önlem/eylem paketi” türünden bir şeyler bekliyordu herhalde. Ancak bakan bu beklentilere pabuç bırakmadı ve sanki acil hiçbir sorun yokmuş gibi esprileriyle süslediği ve kendisi de bir espri olan yeni ekonomik modeli açıklamaya devam etti. TÜSİAD başkanına çıkışta yeni ekonomik model ile ilgili görüşleri sorulduğunda piyasa ile uyumlu ve beklenen bir adım olduğunu ancak henüz fazla kuramsal olduğunu belirtti. Kibarca “ortada bir şey yok” demenin başka bir yoluydu kuşkusuz. 

Devam etmeden önce iktisat politikalarıyla ilgili bir detayı aktarmakta fayda var. Her yeni ekonomik model üç ana unsuru barındırır. Önce hedefler tanımlanır, ki en kolayıdır. Hedef tanımlama sürecinde güçlü toplumsal çıkarlar ön plandadır. Örneğin enflasyon hedeflemesi + büyüme hedefi bize programın finans kapitalin beklentilerine göre ayarlandığı izlenimini vermelidir. Bu kolaydır. Zor olan süreç ve araçları tanımlamaktır. İkinci aşamada bu hedeflere ulaşmanıza aracılık edecek araçlar tanımlanır. Bu araç kümesinin tanımlanması süreci de teknik ve tarafsız bir süreç değildir pek tabii. Burada yine egemen sınıf çıkarları ve emperyalizmin hassasiyetleri dikkate alınır. Örneğin zamane modelleri, hele ki Türkiye türünden bağımlı ve açık veren ekonomiler için kurgulandılarsa, araç olarak kambiyo kontrolü, sermaye kontrolü türünden zinhar yassak araçları kullanamazlar. Üçüncü ve en zor aşama ise aslında meslekten iktisatçılara has teknik bilgiye ve meraka hitap eder. Ancak yine de zorunlu bir adımdır. Bu adımda, tanımlanmış araçların bizi belirlenen hedeflere nasıl götüreceği dinamik bir şekilde anlatılır. Böylece model bir zaman boyutunu da içermiş olur. Bakanın uzun konuşmasından “yeni ekonomik model”in birincisine sahipken, ikinci ve üçüncüsünün namevcut olduğunu anladık. Ancak sadece süslü hedeflere ve iyi niyetlere sahip bir açıklamayı başka her şey olarak kabul edebiliriz ancak “yeni bir model” olarak asla. Aslında yeniliği de tartışılır. AKP’nin 24 Haziran öncesi açıkladığı seçim beyannamesinin tekrarı gibiydi. 

Gelelim yeni olmayan “yeni ekonomik model”in detaylarına. Bakan hazretleri öncelikle sermaye piyasalarının güçlendirilmesinin temel hedeflerden biri olduğunu ve bunun finansal sistem içinde bankaların payının azaltılarak sağlanacağını belirtti.  Bir kere bu yeni bir amaç değil; Özal liberalizminden bu yana sermaye piyasalarının güçlendirilmesi bir hedef olarak her hükümetin programında var; IMF ve Dünya Bankası reçetelerinin zaten amentüsü gibi. Bunun arkasında şöyle bir mantık var, güçlü sermaye piyasaları tasarrufu yükselterek yatırım için yüksek fon yaratacak. Bankaların sistem içindeki paylarının azaltılması ise aslında bankacılık sistemi dışı finansal araçların çeştilendirilmesine ve finansal derinleşmeye hizmet edecek; bakan standart küresel sermaye kılavuzlarının değişmezlerini tekrarlamış gibi görünüyor. Ancak bu boş bir beklenti; iki nedenle. Birincisi finansal sektör kapitalizm başka türlü kurgulansa ya da yapılandırılsaydı belki reel sektöre beklenildiği türden bir hizmet sunardı ancak çağdaş kapitalizmde finansal sektör genişlemesi tam da reel sektörün yapısal sorunlarının sonucu olarak ortaya çıkan bir şeydir. Kısacası onun genişletilmesi sorunu ağırlaştırmaktadır. Son kapitalist krizler buna defalarca şahitlik edeceklerdir. İkincisi ise bakanın safiyane beklentisinin aksine, bakanın belirttiği tarzda olsa bile, finansal genişleme, aslında ikiz kardeş olarak borçlanmayı da arttırıyor. Bu da mutlaka çöküşleri hızlandırıyor ve toplumsal olarak daha maliyetli kılıyor. 

Modelin 3+1 zamansal fazının olduğu belirtildi. Böylece bir sayıların gizemine geri döndük. Birinci faz olarak 2018-2019 dönemi ekonomik dengeleme dönemi ve ikinci faz; 2020-21 dönemi istikrarlı ve sağlıklı büyüme dönemidir. Üçüncü faz anlaşılan 2022’’de vizyona girecek ancak bir bitiş tarihi belirtilememiş. Bu fazda ise adaletli bölüşüm sağlanacakmış. Bu faza bir nihayetin konulmaması ilginç; adaletli bölüşüme ne zaman ulaşacağız? Ancak bakan burada durmadı ve “+1”’in sırrını da açıkladı. Bu bonus faz ise nitelikli işgücüne ve güçlü toplum fazıdır. Bu son faz ne alama geliyor, anlayan var mı?

İlk fazda cari açığın düşürülmesi ve tasarrufların artırılması temel hedef olarak konmuş. Bakan bizim sormak zorunda olduğumuz “Nasıl?” sorusunun cevabına vakit ayırmadı. Aslında bu soru şu anda Türkiye kapitalizmi için en önemli soru. Birinci faz bir dengeleme dönemi ise demek ki cari açığı bir tür dengeleyememe sorunu gibi görmekteler. Şapkadan çıkarılacak birkaç sihirli reform ve bakın görün cari açık düşecek. Bakan yüz vermedi ama biz soralım: Nasıl ama nasıl? Öncelikle Türkiye’nin cari açığı konjonktürel bir dengesizliğin, arızi bir sapmanın sonucu değil ki, yapısal bir sorun. Petrol ithalatı + doğalgaz ithalatı + yatırım ve aramalı ithalatı toplamı ithalatın çok büyük bir bölümü yani bizim üretebilmek ve yaşayabilmek için bu ithalata devam etmemiz gerekecek. Hatta böbürlendiğimiz yükselen ihracatı sürdürmek için de yükselen ithalata katlanmak zorundayız. Yapısal bir sorunu iki yıl içinde çözmeyi düşünmek nafiledir.  Bu göze alınsa bile şu anda Türkiye’de kapitalist devletin elinde bunu yapacak hangi araç var? Son 40 yıldır uygulanan sermaye yanlısı ekonomi programı devletin bütün etkin araçlarını budamadı mı? Gerçekten nasıl olacak bu iş? 

Bakan yine ilk fazda sıkı para ve maliye politikası uygulanacağını da müjdelemiş. Sıkı para ve maliye politikası yüksek faiz – düşük kamu harcaması – kısılan sosyal harcamalar demek ise gerçekten bu yukarıdaki yargımızı doğrulamaktadır. Bu kapitalist devletin eli kolu bağlı olacak anlamına gelecektir. Peki cari açık nasıl düşürülecek, ikinci fazda hedeflenen yüksek teknoloji ve yüksek katma değer içeren ürünlerin üretimine ve ihracatına dayalı bir yapıya nasıl geçilecek? Nasıl ve hangi araçla? Soldan iktisatçılar pek çok kez vurguladılar, bir kez de biz söylemiş olalım: Sıkı para ve maliye politikası durgunluğun kalıcılaşması anlamına gelecektir. Bu ortamda nasıl sağlıklı ve sürdürülebilir büyüme olacak? Bilen varsa beri gelsin.  Sıkı para ve maliye politikası emekçiler için zulümden öte bir şey değildir. 

Bakan devam ediyor; dolaylı vergiler düşürülecekmiş. Keşke… Ancak açık veren bütçenin gelirlerinin önemli bir bölümü dolaylı vergilerden geliyor. Eğer dolaylı vergiler düşürülecek ise açığın büyümemesi için dolaysız vergiler, yani gelir ve servet üzerinden alına vergiler arttırılacak demektir. Dolaysız vergiye yönelim ise ilk elden “kimden alınacak” sorusunu gündeme getirecektir. 40 yıldır uygulanan sermaye yanlısı politikalar dolaysız vergilerin ekserisinin maaşlı ve ücretliler tarafından ödenmesine yol açtı. Sermayenin ödediği vergi devede kulak, mülk sahipleri ise neredeyse hiç vergi ödemiyorlar. Şimdi bu yeni yük kime yıkılacak? Saf olsak bakan sermaye üzerindeki vergi yükünün arttırılacağını ima ediyor derdik. Ancak unutmayın model büyük burjuvaziye takdim ediliyordu. Bu nedenle saf olmamak gerekiyor.  Bir diğer ilk faz hedefi ise enflasyonun düşürülmesi. Malum, son 3-4 yıldır yüzde 5 enflasyon hedefini tutturmaktan acizler. Bu yeni model, kur ve faiz artarken bu hedefi nasıl tutturacak; o da pek açık değil. 

Kısacası yeni modelin nesinin yeni olduğu pek açık değil. Ayrıca acil sorunlarla ilgili garip bir ketumluk sergiliyor. Dahası vurgulandı iktisat mantığı açısından modele hiç mi hiç benzemiyor. Yeni bir şey yok, son 40 yıldır uygulanan sermaye yanlısı programın bir tekrarı gibi. Peki şimdi soralım; kadeh mi yeni, şarap mı?