Kötülüğün sıradanlığı

İdeolojiyi sürekli olarak teşhis ile temenninin karışımı, bu ikisinden oluşan bir çorba olarak tanımlarım. Bu anlamda burjuva ideolojisi sadece bir yanlış bilinç değildir. Burjuva ideolojisi çok az sayıda doğru ve fazla sayıda yanlış teşhisten oluşan yığının üstüne oturtulmuş, sokaktaki insanı kafalamaya yönelik saçma sapan temennilerin yaprak niyetine salkım saçak sarktığı saksı görüntüsü vermektedir. Bugünlerde bu temenniler yığını parça parça dökülmektedir. Sunacağı bir şey kalmayan yoz ideoloji giderek daha da yozlaşmakta ve sıradan kötülük haline dönüşmektedir. Böylece saygın bir analizi bile hak etmeyen bir tür doğal çirkeflik haline gelmekte ve yönlendirdiği toplum bir tür ormana dönüşmektedir. Artık insanları ortaklaştıran etik ve moral değerlerin, zorlansalar da, bir arada tuttuğu beşer, yerini önde gidenin kaptığı, güçlü olanın hak etmese de aldığı ve muktedir olanın her türden yalanı ve hakkaniyetsizliği belirleyici “gerçek” olarak kabul ettirdiği toplama kampına dönüşmektedir. Bu kampta servet, zenginlik ve fiziksel güç ile desteklenen vahşi arzular ve ihtiraslar, servete, güce ve zenginliğe sahip olmayanların insanca yaşama isteklerinin hilafına, aleyhine pervasızca hayata geçirilmekteler. Dahası güce, servete ve mülke sahip olamayan kitleler de bu süreçte zehirlenmekte ve kendilerinden daha güçsüz ve daha korunaksız olana yönelik zorla el koyma ve sahip olma isteklerini dizginleyemez duruma gelmektedirler.

İşte bu ormanda çocuk tecavüzlerinin, kadın cinayetlerinin, ve ritüele dönüşen şiddet eylemlerinin olağanlaştığı bir hayat yaratıldı. Üstelik bu hayat, muhafazakâr bir aile tahayyülünün, dinsel bir toplum düşünün ve başka türden gericiliklerin fink attığı ve yükselişte olduğu bir dönemde yaratıldı. İronik ve paradoksaldır. Ancak beklenmedik değildir. Yanlış hatırlamıyorsam Lenin Stolypin döneminde gericilik ile pornografinin eş anlı yükselişini teşhis etmişti.  Ne büyük bir öngörü.

Ormana dönüşen toplumun ilginç görüngülerinden biri de gerçeğin “gerçek” olduğunun bilinmesi durumunda bile reddedilmesidir. Şu aralar Batı akademyasında süren şu ilginç Post-Truth (Gerçek sonrası) tartışmaları tam da bununla ilgilidir. Kavrama çok ısınamadığımı ifade ederek devam edeyim. Ancak gözümüzün önünde gerçekleşen pek çok olayı anlamak ve anlatmak açısından şimdilik elverişli gibi görünmektedir. “Gerçek” artık imal edilmektedir. Doğal olan değil, “imal edilen” gerçeğe inanmak isteyen koca bir kitleyle baş başayız (Örnek olarak yandaş medyanın servis ettiği uydurma haberin gerçek olduğuna inanan, veya inanmak isteyen gence, imal edilmiş değil, "gerçek gerçeği” anlatma konusunda çaresiz kalan İmamoğlu’nun içine düştüğü durum verilebilir). Üstelik bu sorun sadece bu topraklara ait bir sorun da değildir, nerdeyse tüm dünya bu akıl dışılığın esiridir. Bu dünyada küçük bir azınlığın elinde biriken güç, servet ve mülk bu kitleyi azgın bir daha fazlasına sahip olma çabasına ve empati duygusunu yok eden bir talana ittikçe alta kalanlar da doğal olanın doyurulamayan bir sahip olma arzusu ve zorla el koyma olduğuna inanmaktadırlar. Böylece inandırmak istediğine kolayca inandıran küçük azınlığın yönettiği bu yaşam inanmaya meyilli kitlenin de istediğine el koyma veya istediğini yok etme iştahını güçlendirmektedir. Güç, servet ve mülkiyet sadece onlara sahip olanları değil, sahip olmayanları da zehirlemektedir.

Bir olayı aktaralım. Ev kadınlarına yönelik bir programda gün yüzüne çıktı (bu da zamanın garip ve ürkütücü fenomenidir, devletin resmi zabitan gücünün ve yargı mekanizmasının bazı işlevlerini bu türden programlar üstlenmekte ve “suç ve ceza” gösteriye dönüşmektedir). Kurban 1,5 yaşında bir bebek, tecavüz edilmiş ve bedeni parçalanmış bir şekilde bulundu. Olayın ayrıntılarının her bir momentinde içinde yaşadığımız patolojik toplum kendini göstermektedir. Uzunca bir süredir kayıp bebeğin çevrede sık sık ve çeşitli hayvan siluetleriyle görünen şeytan tarafından kaçırıldığına inanmış ahali önce. (Tıpkı 13. yüzyılda Almanya’da Kara Orman ahalisinin ve 17. yüzyıl Salem ahalisinin inandığı gibi). Ancak tahkikat sonucunda bebeğin ailesinin akıllara durgunluk verici ve takibi zor hikâyesinin ortaya çıkması suçluyu da ele vermiş. Efendim, anne ablasıyla evli adam ile (yani eniştesi, doğru değil mi?) kaçıp evlenmiş. Bu arada annenin kaçtığı adamın, annenin ablası da dahil, bu üçüncü evliliği imiş. Anne çocuğu olmayan adam ile evliliğinden sonra hamile kalmış ancak bu arada kocasının yeğeniyle de bir ilişki yürütmekteymiş. (Siz takip edebiliyor musunuz? Ben yazarken bile takip edemiyorum.) Dolayısıyla tecavüze ve cinayete kurban gidecek zavallı bebeğin gerçek babasının da kim olduğu meçhul. Neyse, derken annenin ablasının eski, annenin yeni kocası yeğeniyle yeni karısının ilişkisini öğrenmiş ve öğrenince kalp krizi geçirmiş. Vefattan hemen sonra anne ölen kocanın yeğeniyle evlenmiş. Bu arada zavallı bebek doğmuş ve hatta anne bir kez daha hamile kalmış. Böylece anne, yeni eş (eski eşin yeğeni), yeni eşin annesi (eski eşin ablası) ve yeni eşin üvey kardeşi aynı evde yaşamaya başlamış. (Hâlâ takip edebiliyorsunuz değil mi? Çünkü ben ipin ucunu kaçırdım.) Tam bu sırada zavallı bebek kaybolmuş.  Uzunca bir süre hayvan görünümündeki şeytan tarafından kaçırıldığına inanılan bebeğin sonunda yeni eşin üvey kardeşi tarafından kaçırılarak tecavüz edildiği ve öldürüldüğü ortaya çıkmış. Alın size Kutsal Aile…

Toplumun bozulmuş psikopatolojisinin dışavurumunun başka görüntüleri de vardır. Açılışlarda bedava yiyecek dağıtımı sırasında insanı utandıracak görüntüler ortaya çıkmaktadır. Daha fazlasını kapabilmek için ötekini berikini öldüresiye itekleyen, ezen kitlede sefilleştirilmiş toplum bir kere daha hortlamaktadır. Utanma ve empatinin medeniyetin kurucu ve olmazsa olmaz unsurları olduğunu belirtmişti birileri. Güç, servet ve mülk sahiplerinin utanmadan ve empatiden yoksun açlıkları güç, servet ve mülk sahibi olmayan kitlelerde utanma ve empatiden yoksun bir barbarlığa yol açmaktadır. Böylece ormana dönüşen toplum ve yaşam arz-ı endam etmektedir, bir kere, bir ve bir kere daha…

Toplum sürüye dönüşmüştür. Bu toplumda çocukların bedenleri cinsel objelere, kadınların bedenleri cansız nesnelere ve karşı çıkmaya yeltenenlerin sesleri de izansız ve saygısız vesveselere dönüşmektedir. Hayatın ormana dönüşmesi hayatın güçlülerine yaramaktadır. Bu hayatta kötülük sıradanlaşmakta ve kötülüğün kendisi “gerçek”in yazarı olmaktadır.