Enflasyon kime değer, kime değmez I

KATİL DOMATESLERİN SALDIRISI

Düşünme yetisi budanan akla yönelik bir benzetmeydi “enflasyon canavarı”. 1980’ler ve 1990’larda o zamanki DİE resmi enflasyon rakamlarını açıkladığında boyalı basın derhal ilk sayfada koca bir manşet atar ve manşetin altına da yarı Çin ejderhası, yarı komodo ejderi bir canavar çizerdi. Duyururdu dört sütuna manşet: “Enflasyon Canavarı Hortladı”. Canavar ağzından ateş çıkarırdı. Böylece beşeri sisteme ait bir sorun dışsallaştırılmış olurdu, sanki feleğin cilvesi olurdu. Aynı durum örneğin trafik terörü veya trafik canavarı benzetmeleri için de geçerliydi. Belirli bir sosyoekonomik yapının sisteme has dinamiklerinden kaynaklanan sorunları doğal afetlere benzetmek iki amaca hizmet etmekteydi herhalde. Birincisi muhtemel sorumlular sorumluluktan yırtmaktaydı. İkincisi de doğal afet ayrım yapmaksızın herkes için bir sorunmuş gibi görünürdü. Böylece herkes aynı gemideymiş ve gemi batarsa hepimiz batarmışız ilkesi düşünme yetisi budanmış akla kolayca kabul ettirilirdi. Ortada bir suç vardı velakin suçlu yoktu. Kime kızacaktık?

Çok uzunca bir süredir manşetlerin altına sürreel canavarlar çizmiyorlardı. Enflasyon oranının iki ya da üç rakamlı olduğu dönemler çok geride kalmış gibiydi. Düşük enflasyon oranları iyi yolda olduğumuzun asli göstergesiydi (gerçi bu durumda bile enflasyon oranımız gelişmiş kapitalist ülkelerin enflasyon oranlarının bayağı üstündeydi). Sonra unuttuğumuz canavar birden yeniden sökün eyledi. TÜİK geçtiğimiz hafta içinde Eylül ayına yönelik enflasyon rakamlarını açıkladı. Fiyatlar genel seviyesi bir önceki yılın aynı ayına göre % 24,5 arttı, Ağustos ile Eylül ayı arasında fiyat artış oranı ise % 6,4. Bu artış oranları son yıllardaki en yüksek artış oranları. Biraz daha detaya bakalım. TÜFE endeksi hesaplanırken kullanılan 407 maddeden 339’unun fiyatı Ağustos ile Eylül arasında artmış gibi görünmektedir. Bunlar içinde rekoru kıranlar ise ilginç; domates (% 35,3), sivri biber (% 31,8), bilgisayar (% 31,2) ve salça (% 29,1). Bilgisayarı bir kenara bırakırsak diğer üçünün zam şampiyonluğu çok alışıldık değildir. Çünkü Ağustos ve Eylül ayları aynı zamanda bahçe bitkileri için yoğun hasat zamanlarıdır, pazarları ve marketleri bolca biber ve domatesin bastığı aylardır. En azından halkımızın alışkın olduğu durum budur. Oysa bu sene durum biraz farklı.  Bloomberg domates fiyatlarındaki artışın dört nedenini sıralamış: hastalık nedeniyle düşük üretim ve tarla hasadının düşüklüğü, girdi maliyetlerindeki yükselme, döviz kuru artışı dolayısıyla ihracat artışı ve sera domatesinin hemen piyasaya çıkmayışı. İlkinin ne kadar doğru olduğunu bilemem, ikincisi ise en azından diğer fiyatlara göre domates fiyatındaki daha yüksek oranda artışı açıklayamaz çünkü kur dolayısıyla pahalı hale gelen girdilerden doğrudan etkilenmeye namzet başka metalar var. Üçüncüsünün bir haklılık payı var. Malum ulusal paramız değer kaybedince dışarı ne satıyorsak ucuzladı, görünen o ki en büyük performansı domates göstermiş (son velinimetimiz Rusya’nın domates ile ilgili olarak bize uyguladığı ambargonun bitmesinin de etkisi var tabii -hatırlarsanız bir zamanlar sattığımız domatesler hormonlu ve ilaçlı çıktı diye bize pek kızmışlardı-). 

Görünen o ki hem tarımın çökertilmesinden dolayı az domates ekilmiş, hem de domates namına ne var ise yurtdışına satılmış. Bizlere de 9 liraya, 10 liraya domates yemek düşmüş. Aslında daha derinlerde yapısal bir sorun var. Yıllardır bu ülkede tarla çıkış fiyatı ile market ya da pazar satış fiyatı arasındaki makas açılmaktadır. Köylüler bu fiyat artışlarından iki yönlü zarar görmekteler, birincisi kullandıkları girdilerin fiyatları sattıkları ürünün tarla satış fiyatına göre giderek artmaktadır, ikincisi de tüm fiyatlar artarken ve borç/kredi yükümlülükleri büyürken köylü ödemeleri yetiştirmek için malını çaresiz üç beş kuruşa çabucak satmaktadır. Örgütlenmesi gereken sadece işçiler değildir, köylülerin de piyasa mekanizması aracılığıyla tabi oldukları bu sömürü mekanizmasını dizginleyebilmek için örgütlenmeleri gerekmektedir. 

Enflasyon rakamlarına geri dönelim. TÜİK aynı zamanda Üretici Fiyat endeksi (ÜFE) rakamlarını da açıklamış. Eylül ayında ÜFE bir önceki yılın Eylül ayına göre % 46,5 artmış. Nerdeyse TÜFE’deki artışın iki katı. Bu iktisaden şu anlama gelir, önümüzdeki dönemde TÜFE artış oranı daha da artacak, çünkü üretici kaynaklı fiyat artışları henüz tam olarak tüketici fiyatlarına yansıtılmamıştır. Bu arada 2017 Aralık ayına göre fiyatlar % 19,4 artmış gibi görünmektedir. Oysa geçenlerde açıklanan ve yeni olmayan Yeni Ekonomi Programı’nın öngörüsüne göre 2018 yılı sonu enflasyon oranının % 20,8 olması gerekiyor. Yılın bitmesine üç ay kala % 19,4’ü çoktan garantilemişler, yıl sonunda % 20,8’lik hedefin tutturulabilmesi için kalan üç ayda aylık ortalama enflasyonun binde 3 gibi bir seviyede olması gerekiyor ki elektriğe, doğal gaza ve diğer yaşamsal emtialara yapılan son zamlardan sonra bu mümkün değildir. Bu nedenle % 20,8 tutturulamayan hedefler listesine eklenecektir. 

Gelelim işin ekonomi politiğine. Öncelikle herkesçe bilinenle başlayalım. Enflasyon en çok sabit gelirlileri vurur; herkesin ezbere bildiği bu ilkeyi biraz açalım. İşçilerin ücretleri ve memurların maaşları geçmiş fiyat artışlarına göre yükseltilirler. Oysa cari enflasyon bir tür beklenmedik hadise, bir tür sürprizdir. Bu nedenle ücretler ve maaşlar enflasyon karşısında reel olarak erimeye en yatkın gelirlerdir. Memurlar ve işçiler ücret ve maaş artışlarını belirli sürenin sonunda alırlar ve uzunca bir süre bir daha almazlar. Arada patlayacak enflasyonist bir süreç karşısında çaresizdirler çünkü bir daha ki ücret ya da maaş artışını beklemek zorundadırlar. Böylece ücretler ve maaşlar reel olarak erirler. Asgari ücret üzerinden bir örnek verelim. 2017 yılının Eylül ayında, tıpkı 2017’nin diğer aylarında olduğu gibi, net asgari ücret 1.404 TL idi, bu parayla asgari ücretle çalışan emekçi kardeşim aylık ücretiyle geçen yılın Eylül ayında kilosu ortalama 2 TL olan domatesten 702 kilo alabiliyordu. Bu sene Eylül ayında net asgari ücret, tıpkı 2018’in diğer aylarında olduğu gibi, 1.603 TL’dir. Bu sene Eylül ayında asgari ücretli emekçi yoldaşım kilo başına ortalama fiyatı 6 TL olan domatesten topu topu 267 kilo alabilmektedir. Bak sen şu domatesin yaptığı işe! 

Eğer yeni bir enflasyonist sürece giriyorsak özellikle gazetelere bir tavsiyem var. Bundan sonra “enflasyon canavarı”nı anlatmak için öyle Çin ejderhası, komodo ejderi türünden yerli ve milli olmayan simgeler kullanmasınlar. Son performansıyla domates yüz ejderha gücünde olduğunu kanıtlamıştır. Bundan kelli enflasyon canavarını anlatmak için domatesi kullansınlar. Hatta bir fikir versin diye yazının başlığının altında 1978 yılı yapımı bir B sınıfı Hollywood filmi olan Attack of the Killer Tomatoes'un (Katil Domateslerin Saldırısı) afişini verdim. Eğer daha da yerli ve milli hale getirmek isterlerse afişteki domatesi Çanakkale ya da Ayaş domatesine benzetebilirler. 

Enflasyonun etkilerinin toplumsal sınıflar açısından nasıl farklılaştığına da gelecek yazıda değineceğim.