Do minör opus 67

Merakla beklemektesiniz, ilk defa canlı dinlemenin yarattığı sıkıntılı bir beklenti içindesiniz. Orkestra çalgıları ayarlamaya başladı. Sırasıyla viyolalar, birinci viyolonseller, sonra ikinciler, daha sonra üflemeliler, vurmalılar, kontrbaslar ve diğerleri. Ancak azap ve çile henüz bitmedi. Ses akordu ve denemesi bitince sıkıcı bekleme süreci başladı. Orkestra üyeleri ve siz, edilgen ve ne verilirse onu alacak, onu duyacak olan çaresiz dinleyiciler; asıl ömür törpüsü sükutu şimdi yaşamaktasınız. Hani yoğun hastalık korkusu olanlar tahlil sonucu bekler ya; öyle bir şey işte. Birden yapbozun eksikliği en çok hissedilen parçası, orkestra şefi orkestra sanatçılarının arasından süzülüp kendisi için hazır bekletilen mihraba çıktı. Sessizlik hüküm sürerken size dönüp reverans yaptı. Siz alkışlamak istemeseniz de tüm salon alkışlayınca siz de katılmak durumunda kaldınız. Orkestra sanatçısı üstatlar da alkışladı, kendilerince tabii. Viyolonselciler viyolonselin yaylarına dokundular. Diğerleri de aletlerin el verdiği ölçüde katıldılar alkışlama fasılasına.  İşte şimdi hakkınızdaki hüküm ne ise verilecek, orkestra şefi hızlıca yönünü orkestraya doğru çevirdi. Elindeki sopayı kaldırmadan önce son bir kez notalara göz attı. Sopayı kaldırdı; hükmü belirleyecek gürzü ya da kalemi kaldırır gibi. Yüreğiniz herkesinki kadar ağzınızda. Sessizlik dört notadan oluşan meşhur yıldırımla havaya uçuruldu “da-da-da-daaaaaa”. Sadece dört notacığın bu türden bir saldırıyı nasıl gerçekleştirebildiğini düşünemeyecek durumdasınız. Bazıları bu dört notaya “kaderin notaları” demektedir. Davetlerin en gösterişlisi yapıldı. Aslında bir davet değil, el koyma. Dört nota size, bilincinize el koydu ve onu bir kapıdan içeri itti.  O dört nota önce yüksek, sonra düşük, sonra yüksek, sonra daha da yüksek bir tınıyla bilincinizin ördüğü savunma hattını parçaladı ve sizi o kapıdan içeri, onun dünyasına itti. Artık salon ve diğerleri; ve hatta orkestra, ve hatta orkestra şefi algı alanınızdan silindi. Kadere, hüzne ve mutsuzluğa karşı verilecek devasa savaşa siz de dahil oldunuz. Ne bekliyordunuz ki; huzur mu? Öyle ise Beethoven’in araladığı kapıya yaklaşmayacaksınız. Size daha donuk, daha eften püften bir huzur, aslında huzur kisvesi altında uyuşukluk vaat eden, sizi sadece dinleyici/seyirci haline getiren başka bir kapıya gidecektiniz. Geç kaldınız. Beethoven huzurlu değil, kavgalı bir hayatı, güneşli ve açık bir havayı değil şimşekler ve yıldırımlarla delinen, parçalanan bir havayı vaat eder. Artık içeridesiniz; Allegro Con Brio sizi ele geçirdi. 

Kimilerine göre 5. Senfoni kaderle savaşı anlatmaktadır. Hayatta en zor şeydir kaderle savaşmak. Kadere karşı savaş önce kaderden dolayı hüzünlenme, sonra ona kızma ile başlar. 5. Senfoni Do Minör bir senfonidir, daha doğrusu Do minör bir başlangıcı vardır. Ve bazı müzik kuramcılarına göre Do Minör mutsuz bir aşkın haykırılmasını ve aynı zamanda umutsuzluğu simgelemektedir. Böylece mutsuz, bahtsız bir kaderle mücadeleye başladınız. İkinci ve üçüncü bölümlere nakledildikçe zihniniz alttan alta Do Minör ile kavga eden, yavaş yavaş onu altlara iterek üste çıkan Do Majör’ü hissetmeye başladı. Dört nota sürekli alttan alta işlemekte ve üste yeni katmanlar atıldıkça bir alt yapıya dönüşmektedir. Do Majör ise çocukluğu, masumiyeti ve çocuksu coşkunun galibiyetini anlatır. Dördüncü ve son bölüm, Allegro, Do Majör’ün son ve kesin zaferinin ilanıdır. Oldu ve bitti, kaderi yendiniz. Rahatladınız. Başka bir kapının önüne bırakıldınız. Ama artık gerçekten mutlu ve huzurlusunuz. Üstelik bu huzur uyuşukluktan ve kabullenmekten başka bir şey olmayan o boş, o eften ve püften huzur değil. Kendisine çizilmiş kaderi bilinçli müdahalesiyle parçalayan, onun yerine kendi kaderini kendi çizen ve insan, daha da insan olan bir insanın huzuru bu. 

Kimilerine göre yazılmış en görkemli bestedir, kimilerine göre ise evrende yazılmış en güzel şarkı. Aslında Beethoven’ın 9 senfonisi içinde en çok ilgi görme, en çok dinlenme ve diğer bestecileri en çok etkileme anlamında güçlü rakipleri var. Örneğin rivayet doğru ise aslen Napoleon için yazılan ancak Korsikalı devrim ve cumhuriyete ihanet ederek imparatorluk tacını giyince üzerindeki ithaf hükmü kaldırılan 3. Senfoni (nam-ı diğer Eroica) tüm bu anlamlarda başa oynama anlamında en güçlü rakiplerden biridir. Schiller’in şiirini koral bir bölüm olarak eklediği meşhur 9. Senfoni (reklamlardan filmlere her yerde kullanıldı, bir dönem AB emperyalizminin kıtasal milli marşı gibi kullanıldı. Sahi bu büyük eserlerin kapitalist firma reklamlarında fon olarak kullanılması sizi de rahatsız etmiyor mu? Örneğin Dvorak’ın Yeni Dünya’sı ne çekti be şu halı reklamlarının elinden) özellikle dinleyiciler için en gözde senfonisi olmaya en yakın adaydı. Berlioz, Debussy veya Mahler gibi sonraki bestecileri teknik olarak etkileyen 7. Senfoni ise müzik tekniği açısından başat olmaya adaydı. Berlioz’a göre 5. Senfoni’den önceki dört senfoni de muhteşemdir, hatta 3. Senfoni başlı başına bir alt üst oluştur. Ancak bu ilk dördünde henüz Beethoven başkalarının teknikleri ve öğretilerine sadıktır, başka azizlerin dilini konuşmaktadır. Oysa 5. Senfoni doğrudan Beethoven’ın dehasından fışkırmaktadır. 

Beethoven üzerinde çalışmaya 1804’de başladı ve 1808’da bitirdi. İlk defa 22 Aralık 1808’de Viyana’da çalındı. Üstelik tek başına da çalınmadı, Beethoven maratonu denilen bir özel konserde 6. Senfoni, Fidelio ve 4. Piyano Konçertosu gibi diğer bazı eserlerle birlikte sahnelendi. İlk sahnelenişi ciddi şanssızlıklarla karşılaştı. Konser hakkında yazılanlara göre müzisyenler ikinci, salon ise neredeyse üçüncü sınıftı. Üstelik çok da soğuktu. Müzisyenler çalarken pek çok hata yaptılar; o kadar ki sonuncu eserde Beethoven kendisi sahneye fırlayarak müdahale etti ve eseri yeniden çaldırdı. Bu karmaşa ve şanssızlıklar silsilesi içinde 5. Senfoni’nin görkemi ve büyüklüğü fark edildi mi bilemiyoruz ancak müzik ve Beethoven tarihçilerine göre ortaya Beethoven’ın yaratıcılığının ve dehasının en olgun eserlerinden biri çıktı. 

5. Senfoni’de, 4. Senfoni gibi Kont Franz von Oppersdorff tarafından sipariş edilmişti. O zamanlar bestecilerin geçim araçları çok sınırlıydı ve genellikle aristokratların ya da yayınevlerinin inayetine güvenmek durumundaydılar. Nitekim Beethoven da hayatını aristokratlara soneler, uvertürler, konçertolar ya da yaylı dörtlüleri yazarak kazanıyordu. Anlaşılan o dönemin artık toprak soyluluğundan sıyrılarak ofis soyluluğuna ve kentli yaşama yönelen aristokrasisi için bu siparişler bir tür prestij anlamına gelmekteydi. O derece yüksek kültüre sahip miydiler acaba? 

Bilindiği gibi toplam 9 senfoni besteledi. Kimi müzikologlara göre senfoni formunun en olgun hali Beethoven ile ortaya çıktı. Kendisinden önce bu formu kullanan Haydn ve Mozart’ın senfonileri gelişim aşmasında önemli basmaklar olmakla birlikte harmonik, teknik ve melodik olarak Beethoven’ın koyduğu zirvenin çok altında kalmaktaydılar. Sırf bu zirvenin yüzü suyu hürmetine Haydn ve Mozart kadar senfoni üretemedi. Mozart, bir kaçının Mozart’a at olmadığı düşünülen veya sahte olduğu düşünülen, 50’den fazla senfoni bıraktı geride. Haydn ise bu konuda daha üretkendi; 104 senfoni besteledi. Ancak ne Mozart’ın ne de Haydn’ın bestelediklerinden hiç biri Beethoven’ın senfonilerinin sahip olduğu etkileme gücüne ve üne sahip olamadı. Beethoven’ın müzikal bir devrimin yaratıcısı olduğu açıktır. 

9 senfoniden sadece ikisi minör başlangıç anahtarına sahiptir; 5. ve 9. Senfoniler. Çok ilginçtir, en büyük tartışmayı ve en geniş aurayı da bu ikisi yaratmıştır. Tek numaralı senfoniler (3,5,7 ve 9) diğerlerinden daha çok ilgi çekmiştir (1. Senfoniyi listeye eklemedik çünkü bu senfoni fazlasıyla Haydnesktir. Malum Haydn öğretmenliğini yapmıştı, ilk dönem eserlerinde güçlü bir Haydn etkisi vardır.) Çift numaralılar için ise şöyle bir yorum vardır (ne kadar doğru bilemem); her çift numaralı senfoni bir sonraki tek numaralıya, müzikte ciddi bir devrimin mihenk taşı olan tek numaralıya hazırlıktır. Örneğin 2. Senfoni Eroica’ya, 4. Senfoni yazının konusu olan Do Minör 5. Senfoniye, 6. Senfoni (Pastoral Senfoni) ise kendine has fanları bulunan 7. Senfoniye hazırlıktır. Diğer ilginç bir ayrım da bestelerin yazım süresinde ortaya çıkmaktadır; genellikle tek numaralıların bestelenme süreleri çift numaralı senfonilere göre çok uzundur. Hata bazı çift numaralı senfonileri neredeyse bir yaylı dörtlüsünü ya da ya da uvertürü yazdığı sürede yazmıştır (örneğin 4. Senfoni). Ancak unutmayın bu satırların yazarı profesyonel bir müzik tarihçisi değildir, sadece bazı başka üstatların kelamlarını aktarmakla yetinecek kadar sağlamcı bir amatördür. 

Aristokrasi ve onun talepleri kendisinden önceki ve çağdaşı diğer besteciler gibi Beethoven’ın da ekmek kapısıydı kuşkusuz. Bu nobran, sömürgen ve arsız sınıf kuşkusuz büyük yaratıcılar olan bestecilere yeri geldiğinde hayatı zehir etmekteydi. Bir deha olduğu pek çok yazar tarafından vurgulanan zavallı Mozart’a; ona bakın bir kere. Yaratıcılığının hak etmediği aşağılanma, itilme ve kakılma ve bunların yarattığı melankoli ve üzüntü ile baş etmek zorunda kaldı ömrü boyunca. Hakkında çevrilen filmler ve biyografileri buna defalarca tanıklık etmektedir; yaratıcılığına yakışmayacak mutsuz bir ölüme teslim oldu. Sürekli, dinleyicileri olan sömürgen ve arsız aristokratların aptallığından ve cehaletinden yakınmaktaydı, ancak sadece yakınmaktaydı; elinden başka bir şey gelmiyordu. Hayatı göreli ve mutlak yaşamak arasındaki zıtlık çok keskindir. Mozart galiba sürekli göreli yaşamıştı; sürekli beğeniye ve pohpohlanmaya ihtiyacı vardı. Bu nedenle sanatsal yaratıcılığı da esaret altına alınmaktaydı; cahil ve aptal aristokrasiye kendisini ve bestesi beğendirme güdüsü sanatsal yaratıcılığının önünde bir ciddi bir engeldi. Belki de daha muazzam eserlere imza atacaktı. Burjuvazinin kültür devriminin son halkalarından biri olarak kabul edilebilecek klasik müzik Mozart’ın elinde henüz tahakküme cepheden meydan okumaya yüreği yetmeyen Alman/Avusturya burjuvazisinin çekingenliğinin dışa vurumu olarak ortaya çıkmıştı. 

Oysa Beethoven mutlak yaşayan biriydi; o burjuva kültür devriminin en kısıtlanmamış ve en özgür formuydu. Hakkında yazılanlara göre bestelerinin veli nimeti aristokratlar tarafından nasıl algılandığı ile çok da ilgilenmezdi; bu nedenle sağırlığa teslim olduğu dönemde bestelediği 9. Senfoni’de tanrılara inat evrensel kardeşlik ve ortaklık sloganı atmaktan geri kalmadı. Büyük bir yaratıcı ve büyük bir devrimciydi (sırf bu nedenle Adorno’nun, özelikle olgunluk dönemi için, var olan ve kabul gören formları parçalamaktaydı vurgusu yerindedir. Gerçi Adorno bunu bir nebze bozulma ve dejenere olmak olarak algılamaktaydı. Fazlasıyla teknisist bir yorumdur). Mutlak olarak yaşadı, mutlak olarak üretti ve önünde eğilmeyi zorunlu kılan bir miras bıraktı. İleride bir gün, senenin bir günü, kapalı bir havada, bir akşamüstü hoparlörlerden 5. Senfoniyi tüm topluma dinletmeye ne dersiniz?