Ben tanığım, suçlu okul pantolonu değildi

Bu yazıda Arjantin’in şimdilerde yaşadığı krizle imtihanını yazacaktım. Bizimkine benzer bir krizi daha ağır yaşıyor diyecektim. Sonra bilimsel akademik bir düzleme geçerek krizin kökenleri bağlamında da Arjantin ile Türkiye’nin benzer ve benzemez yönlerini irdeleyecektim. En son da gördünüz ya sermaye yanlısı program nerede uygulansa aynı melaneti yaratıyor diye ekleyecektim. “Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların zaruri neticesi bu” deyip bitiriverecektim.

DEME...
Bilirim
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
O bu dilden anlamaz pek.
O 'Hey gidi kanbur felek, hey gidi kahpe devran hey', der.

3 ay kadar önce bir kaza geçirmiş; ondan beri çalışamıyormuş. Sonra oğluna okul kıyafeti düzerken pantolona parası yetememiş. Şimdilik böyle gitsin, sonra alıveririz demişler çaresiz. Oğlu okul kapısından pantolonu yok diye gerisin geriye çevrilmiş. Zoruna gitmiş, gururuna dokunmuş. Yedirememiş. Yaşamın yükü giderek büyümüş, gözü ne oğlunun babanın eksikliğinden dolayı duyacağı acıyı görmüş ne de hayat arkadaşının yaşayacağı yıkımı. Gözü kararmış. “Ulan ben öleceğime pantolon ölsün” diyememiş. Her şeyden umudu kesmiş; banyoya girmiş. Kapıyı kilitlemiş. Kör olasıca, kopasıca bir ip bulmuş. Kapıyı hayata kapatmış, dünyada yaptığı son iş kopasıca ipe ilmik atmak olmuş. “Her şey bir gün düzelir” diyemeyecek kadar hırpalanmış ve örselenmiş hissetmiş. Sonra “oğluma bir pantolon alamıyorsam niye yaşayayım” diyerek asmış kendini. 45 yaşında göçmüş gitmiş. 

Bu kaçıncı acaba? Her seferinde boğazımıza bir düğüm gibi oturuyor. Bu ülkenin güzel insanları geride kalanlara sahip çıkmış. Bu ülkenin güzel insanları utanma duygusuna sahip olanlardır. Utanmak bir erdemdir. Bir çocuk için yapılan yorumu duymuştum; gelecekte nasıl biri olacak diye kaygılanan ana babaya öğretmen “korkmayın iyi bir insan olacak çünkü daha bu yaşta utanma duygusu var” demişti. Utanan güzel insanlar yukarıya yaltaklanmayı, aşağıya tiksintiyle bakmayı reddeden, eşitler arası sevgi ve saygıyı arayan insanlardır. Garson su bardağını doldurmak istediğinde bile bardağı kendisi doldurmak için çabalayan insanlardır. Yeni aldığı, yeni mülk edindiği bir şeyi ötekilerin gözlerinden gizlemeye çalışanlardır. Ayakta üstte bir şeyi olmayan çocukları gördüğünde bakamayan, içi burkulan ve gözlerini kaçıran insanlardır. Sömürüyle beslenen zenginlik pervasızca sergilendiğinde içine öfke dolan insanlardır. Kendi çocuğu kazara bile olsa birinin sırasını alsa, hakkını yese onu savunmak yerine onu uyaran insanlardır. Geçtim birinin emeğinin ürününe el koymayı, yerde para görse kafasını başka bir yere çeviren insanlardır. Sahip olmayı değil, insan olmayı isteyenlerdir güzel insanlar. 

45 yaşında kendi yaşamına son vermiş ve gitmiş. Çaresizlik en acı duygudur. Çaresizlik hem utanma hem de acıma duygularını harekete geçirir. Acıma ve utanma ise vicdani arınma sağlar. Ancak sadece vicdani arınma ile yetineceğimiz noktayı geçtik. Vicdan elbise gibidir, elbise her bir temizlemede yıpranır ve sonunda elbise olmaktan çıkar. Vicdan da arına arına yok olur. Biri sadece oğluna pantolon alamadığı için, diğeri ise son parasını vererek aldığı ıslak odunlar yanmadığı için, bir başkası ise bunca yıl okuyup öğretmen olduğu halde yıllardır atanamadığı için kendi iradeleriyle aramızdan göçüp gidiyor; biz ise çaresizlikten utanıyoruz ve acıyoruz. Vicdani arınma arıyoruz. Kahrolsun vicdani arınma. Ölenler, kendini öldürenler başka bir tür çaresizlik içindeydi. Bu çaresizlik onları kaldırmayacakları bir utanca sevk ediyordu. Ah o güzel insanlar bugün burada, kanlı canlı karşımızda olsalar onlara derdim ki; “Güzel kız kardeşlerim, erkek kardeşlerim, yoldaşlarım, utanmayı bilen insanlar, sizin suçunuz değil ki; dolayısıyla utanç da sizin olmamalı. Kendinizi yok etmeyin, gelin bu berbat düzeni yok edelim; hem de en küçük hücresine kadar”. 

Başarı-başarısızılık ikilemine sıkıştırılmış bu berbat hayat, yenileni ve yeneni olan, kazananı ve kaybedeni olan bu rezil hayat, işini bilenleri işini bilmeyenlere karşı sürekli galebe çaldıran bu hakkaniyetsiz hayat, hayata yağla, balla börekle başlayanları kollayan, ötekileri için ise ölüme dek bir yüke dönüşen bu kokuşmuş hayat (hatta bazen ölüm bile yük, ölen oğlunu bir çuvala koyup diz boyu kar içinde kendisi taşımıştı değil mi?); işte bu hayat bizim utancımız değil ki, neden ona küsüp gidelim? Yeter gitmeyeceğiz, bu hayat bize bir şey vaat etmiyorsa onu başka bir hayatla değiştireceğiz. Herkesin ihtiyacı kadar pantolona sahip olduğu, pantolonu yok diye bir çocuğu okul kapısından geri çeviren okul yöneticilerinin olmadığı, pantolonu olmayan çocuğa, kendi çocuğu olmasa da elini uzatacak güzel insanların egemen olduğu, herkesin istediği kadar kuru odunu bulabileceği, herkesin istediği işi insanca şartlarda icra edebileceği, yokluğun, yoksulluğun, sömürüden doğan zenginliğin olmadığı, babaların utanmadığı, anaların çocuklarını ısıtmak için fön makinasına ihtiyaç duymadığı, birilerinin karın doyurmak için diğerlerinin suyunu doldurmadığı, paltosunu tutmadığı, çöpten küflü ekmek toplamadığı ve kimsenin utanmadığı ve kimsenin acınacak duruma düşmediği ve dolayısıyla kimsenin çaresiz bir utanma ve acıma duygusuyla baş etmek zorunda kalmadığı bir hayatı kuracağız. Giden bu pespaye düzen olsun, siz olmayın güzel insanlar. 

Çok mu feveran ettim? Kusura bakmayın, utandım ve çaresiz hissettim.