Madam Butterfly ölmeyi reddederse

Bir geyşanın ve Amerikalı subayın aşkı anlatılır Puccini’nin ünlü operası Madam Butterfly’da. Aşktan çok bir kadının bitmek bilmeyen bekleyişi ve acısıdır anlatılan aslında. Tam bir tragedya. Japon kızı Çoi Çoi San, Amerikalı bir subaya aşık olur. Subay Pinkerton, bu güzel ve zarif sevgilisine Butterfly ismini koyar. Butterfly aşkı uğruna tüm değerlerini bir kenara bırakıp, herkesi karşısına alarak onunla birlikte olur. Görevi biten denizci, mutlaka geri geleceği sözüyle ülkesine döner ve Butterfly’ın hüzünlü bekleyişi başlar. Artık Çoi Çoi San değildir, Madam Pinkerton da değildir, adı Madam Butterfly olmuştur. Madam Butterfly aşkını sabırla beklerken, Pinkerton onu çabuk unutmuş ve Amerika’da bir başkasıyla evlenmiştir. Yıllar sonra bir oğlu olduğunu öğrenen Pinkerton, çocuğunun Japonya'da büyümesini istemez. Karısını ikna eder ve oğlunu almak için Japonya’ya birlikte gelirler. Bekleyişi beklemediği bir şekilde son bulan Çoi Çoi San durumu kabullenir, oğlunu sevdiği adama ve onun resmi eşine teslim eder. Ardından babasından kalma bıçağı karnına saplayarak yaşamına son verir.

Yıllarca bir klasik olarak sahnelenen eserde tekrar tekrar intihar ederek ölen Madam Butterfly, Erendiz Atasü’nün güçlü yorumuyla yeniden doğar. Yazının başlığı olarak ödünç aldığımız “Madam Butterfly ölmeyi reddederse” isimli kışkırtıcı öyküsünde, eserin ortaya çıkışından 80 yıl sonra bir isyanı başlatıyor Erendiz Atasü*. Aydınlanma yolculuğumuzda bir o kadar geriye düştüğümüzden ülkece, bu öykü kadının iyice kimliksizleştirildiği bu günlerde bizim için de yazılmış gibidir sanki. Kadın olmakla bütünleşmiş kabullenmeler ve boyun eğmelerin hikayesidir Madam Butterfly. Bu eserde içimize işleyen hüzün, nasıl da yakışıyor kadına. İşte tam da bunadır isyanı, yıllar sonra uyanan Çoi Çoi San’ın. Artık bıkmıştır hiçbir işe yaramayan bir ölümü tekrarlamaktan. Yaşamak istiyordur. Bu itiraz şaşkınlık yaratır önce. Paniğe kapılırlar otoriteyi temsil edenler, ikna etmeye çalışırlar kadını; “Saygıdeğer geyşa, bunu yapamazsınız. Siz insanlığın ortak kültürünün malısınız… Aşkın yüce ıstırabını, bekleyişin hüznünü, boşa çıkan umutlardaki derin kederi ve kadınların yazgısını, müziğin tanrısal gücüyle insanların yüreğine kim, nasıl iletebilir?” Ancak duracak gibi değildir başkaldırış, sorgulamaya devam eder kadın. Sorguladıkça hırçınlaşır diğerlerinin gözünde, çirkin bir sokak anarşistine dönüşür çünkü onun gibi güzel kadınlara politika hiç yakışmaz.

20. yy başlarında yazılmış bir eserdeki kadın algısı, bugün de koruyor yerini. Kadın aşkta hâlâ koşulsuz seven, bir çiçek, bir böcek kadar naif ve kırılgan. Kadın her şeyini feda edebilen ve üzerine çok da düşünmeyen. Hem duygusal hem cinsel açıdan bekleyen, kaderine razı gelen. Erkeğin verdiği isimle kendi varlığını unutan, toplumun gözünde hep ikinci sırada olan. Kapitalizmin her aşamasında başka bir kimliğe büründürülen kadın, payına ne düştüyse onu aldı, almaya da devam ediyor. Bazen anne, bazen narin bir sevgili, bazen fahişe, bazen ev hanımı, bazen de kentli eğitimli iş kadını. Ama aynı zamanda hepsi ve hiçbirisi. Hâlâ daha çok çalışması gereken, daha çok ezilen. Yine de sessizliği tercih edilen. Çoğunlukla kadınlığını gizlemesi gereken, bazen kadınlığını kullanmakla suçlanan. Kendisi dışında herkesin kim olduğuna karar verdiği bir düzenin içinde daha çok kimliksizleşen.

Devam ediyor isyana Çoi Çoi San; her seferinde kendini öldürdüğü bıçağı alıyor eline ve saplıyor bu sefer Amerika’nın bayrağına. Durmasını istiyorlar ama durmuyor Çoi Çoi San, sırada saflığın ve güzelliğin temsili beyaz kimonosu var! Onu da paramparça ediyor kendi elleriyle. Zapt edilme zamanıdır artık bu deli kadının. “Dost ülke” bayrağını parçalamak, düzene karşı gelmek, toplumun değer yargılarına zarar vermekten suçlu buluyorlar Çoi Çoi San’ı..

Puccini acılı Madam Butterfly yerine, isyankar Çoi Çoi San’ın hikayesini nasıl bestelerdi ya da besteler miydi bilinmez. Eserinin değeri de yadsınamaz. Ancak varlığı boyunca üzerine giydirilmiş kılıflardan bir bir kurtulurken yeni öyküsünde kadın, onunla birlikte aynı isyanla çarpıyor yüreğimiz. Sadece kadının değil tüm ezilenlerin de sesidir artık Çoi Çoi San’ın sesi. “Hiç anlamıyorum”, diye sorar “neden hep Amerikalılar yerine Uzak Doğulular, erkekler yerine kadınlar acı çeker?”. Amerika tarafından atom bombası atılan Nagasaki’dir yaşadığı ve tekrar tekrar öldüğü yer. Bunu da hatırlatır öyküde ama yine susturulur. Ölümüm hiçbir işe yaramamış diye düşünür. Pinkerton’un resmi eşi ile Çoi Çoi San arasındaki farka da gönderme vardır öyküde. Her ikisi de kadındır ve erkeğe boyun eğmektedir ama Pinkerton’un eşi ondan bir adım önde boyun eğmektedir. Sevdiği adama eş olmak ya da çocuğuna anne olmak kendisine değil Amerikalı kadına layık görülmüştür. Sömürenlerin düzeninde önce kadın değil, güçsüz olan kaybetmektedir, sonra da daha güçsüz olanlar...

Tartışmalı bir sonla bitiyor öykü. Tüm baskı ve anlaşılmamışlıkların içinde kendini yitirmiştir artık Çoi Çoi San. Eskisinden bambaşka bir insandır o. Yitirdiklerinin farkındadır artık ama yine yapayalnızdır. Şimdiye dek bir hiç uğruna yaşadığını ve öldüğünü düşünmektedir. Karşısında kendisini sorgulayan hakimlere, savcılara, toplumu yönetenlere son bir açıklama yapar. Vazgeçtiğini, oyuna döneceğini söyler ve ekler: “Yalnız küçük bir sorun var, söylencenizde ufak bir değişiklik yapmak zorundasınız. Aşkımı yitirdiğimden kıymıyorum canıma; o seksen yıl öncede kaldı. Dünya 20. yüzyıldan 21. yüzyıla dönerken ağır ağır, başka bir nedenle harakiri yapacağım. Kendimi yitirdiğim için öleceğim.”

Bu ölüm bir başkadır ama yine de ölümdür, vazgeçiştir. Keşke ölmeseydi demek geçer içimden benim. Bunca farkındalık ve başkaldırı yitip gitmeseydi. Bir başka açıdan ise bu ölüm bir ateşin, bir kıvılcımın temsilidir ve güçlüdür. Yalnız başına bir direnişin kaçınılmaz başarısızlığını işaret eder bir yönüyle. Kadının kurtuluşu asla tek başına olmayacaktır. Farkındalık bir bütün olarak ancak birlikte mümkündür. Çoi Çoi San bu sefer, insanlığı esir almış düzene ve temsilcilerine saplamıştır bıçağı. Arkasından gelecek tüm kadınlar, erkekler ve ezilenler adına.

 

* Erendiz Atasü, Madam Butterfly ölmeyi reddederse (Dullara Yas Yakışır), 1988.