Kapıları çalanlar

Kriz kapıdaydı epeydir, şimdi evde, sokakta, işyerinde, dost sohbetlerinde. Endişe ve belirsizlikle harmanlanmış duygular içinde karşıladık çoktan beri beklediğimiz misafiri. Kapitalizmin krizleri bitmez, savaşları da ölümleri de. Geçer gibi olur, el değiştirir ama sürer gider. İşçiler, emekçiler kaybetmeye devam eder, en çok onlar yoksullaşır, en çok onlar ölürler.

Krizin arasında sessizce geçti gitti gündemimizden ölü çocuklar. Suudi Arabistan geçen hafta Yemen’de çocukları taşıyan bir otobüse havadan saldırdı. Çoğu çocuk 50 kişi öldü. 73 yıl önce aynı günlerde Hiroşima ve Nagasaki’de binlerce çocuğu öldürdü ABD. 6 Ağustos 1945’te attığı atom bombası “little boy”, Hiroşima’da küle çevirdi 140 bin insanı. Yetmedi üç gün sonra aynı şeyi Nagasaki’ye yaptı. 70 bin insan olduğu yerde, o an kömürleşerek öldü. ABD, binlerce küçük çocuğu öldürecek olan bombaya “little boy” adını vermişti. Daha sonra radyasyonun yol açtığı hastalıklardan öldü çocuklar. Yıllar sonra doğanlar da hastalanmaya ve ölmeye devam ettiler. 

Sadako da o çocuklardan biri. Henüz iki yaşındadır bomba atıldığında, o gün ölümden kurtulur ama radyasyondan kaçamaz. On iki yaşında kan kanseri tanısı alır, atom bombasına maruz kalmış diğerleri gibi. Hastanede yattığı dönemde öğrendiği bir Japon efsanesi ile heyecanlanır: “kağıttan bin turna kuşu yapan bir kişinin tüm dilekleri gerçek olacaktır”. İyileşeceği ümidiyle kağıttan turna kuşlarını yapmaya başlar. Ancak bin turnayı bitirmeye yetmez ömrü. Sınıf arkadaşları tamamlar Sadako’nun eksik turnalarını. Kağıttan “bin turna” ile birlikte gömülür küçük kız. İşte o kara günün anısına, barışın simgesi olur Sadako’nun turnaları.

Aziz Nesin’in de var bir turna hikayesi*. Ölümünden sonra Nazım Hikmet’in evini ilk ziyaretinde duvarda asılı rengarenk kağıtlar görür ancak ne olduklarını anlayamaz. Vera onların Japon çocuklardan hediye geldiğini söyler. Evi ikinci ziyaretinde öğrenir kağıttan turnaların Japonya’dan Nazım’ın evine yolculuğunu. Nazım öldüğünde Japon çocuklardan bir mektup ve “bin turnacık” gelmiştir. Atom bombası atıldığında yazdığı şiirler için, görünmez ölü çocukları gördüğü için…İşte o mektuptan bir bölüm:

Nâzım Hikmet,
Artık sürekli bir rüyaya girdiniz ve artık bir daha kalemi elinize alamayacaksınız. Ve insanlara başka çağrılar gönderemeyeceksiniz. Daldığınız bu sonsuz rüya içindeyken de, biz Hiroşimalı genç kızların sizin şiirlerinizden ne büyük bir coşku duyduğumuzu öğrenmek isteyeceğinizi sanıyoruz. Barış Parkı'nda "Ölen Kadının Çocuğu" heykeli dikiliyor. Bu heykelin adı "Patlayan Atom Bombası Çocukları." İşte bu heykelin yapılması, hazırlanması sırasında patlayan atom bombasının, yani Hiroşima'nın çocukları sizin şiirlerinizden esinlendiler. Atom bombasından hiçbir zarar görmediğiniz halde insanların yüreklerini parçalayan o şiirleri nasıl yazabildiniz! Evet, sizin yüreğinizde de, bizim yüreklerimizi parçalayan aynı duygular vardı…

Son günlerde pek çok kişinin “sanatçı” olarak kabul ettiği insanlardan art arda açıklamalar da girdi kapımızdan içeri. Uzlaşmacı, kutuplaşmanın sona ermesini talep eden açıklamalar. Ne vardı yani %52 Başkan’ı istiyorsa, bunu anlamalıydı muhalefet. Türkiye’nin çoğunluğu Müslüman’dı, artık bu gerçek kabul edilmeliydi. Ancak birlik ve beraberlik içinde çıkabilirdik düzlüğe. Sonra zaten destekler yağdı yandaş gazetecilerden, özgür ülkenin özgür sanatçıları, özgürce konuşuyordu işte daha ne olsundu…

Herkes istediğini düşünebilir ve söyleyebilir elbette. Bizim de bu açıklamaları yapanların sanatçı kimlikleri ve eserleri üzerine yeniden düşünmemiz gerekir. Çünkü biliyoruz ki bir sanatçının siyasal düşünceleri ile sanatsal üretimleri aynı yerden beslenir. Peki, bırakın dünyanın öbür ucunu ya da Yemen’i, burnunun dibinde yağan bombaları, direnen insanları, kaybolup gidenleri görmezden gelip, şimdi barış mesajları vermek ikiyüzlülük değilse nedir? Hem de bir taraf tüm bu yaşananların nedeniyken. 

Birileri “kişinin ne dediği ya da yaptığı önemli değil, ben eseri beğeniyorum” diyebilir, diyor da. Bu düşünce biçiminin ötesine ihtiyacımız var aydınlık günler için. Nazım Hikmet, dünyanın öbür ucuna sadece sanatının gücüyle ulaşmadı. Ortaya çıkan eserler Nazım’ın durduğu yerin, düşüncelerinin ve sanatının ürünüdür. Biz Japon çocuklara umut olan Nazım’ın dizelerini Sümeyra Çakır’dan** dinleyelim. Dinleyelim ki insanlıktan, güzellikten yana olanı, samimi olanı çoğaltalım. 

* Aziz Nesin “Türkiye Şarkısı Nazım”

**Sümeyra Çakır, “Kız Çocuğu” ses kaydı