İşçiler ve 'sudan' dertleri

Direnen işçilerin sesleri yükseliyor haftalardır, dört bir yandan. Üçüncü Havalimanı, Cargill, Flormar, Anı Tur işçileri… Ek mesailere zorlanan, tatil nedir bilmeden ağır şartlarda çalıştırılan, sendikalı oldukları için işten çıkarılan işçiler bir bir ayağa kalkıyor. Hal böyle olunca sömürü düzeninden memnun olanlar da diş gösteriyorlar.  

Üçüncü Havalimanı işçilerinin, insanlık dışı çalışma koşullarına itiraz ettikleri için devlet eliyle saldırıya uğrayıp tutuklanmalarına tanık olduk geçen hafta. Açılışa yakın bir zamanda çıkan ayaklanmayı manidar bulan Fatih Altaylı, sudan sebepler dedi işçilerin taleplerine. Yıllardır sesleri çıkmadı da bugün mü dert etmişlerdi her şeyi! Yazısına gelen eleştirilere yanıt verdi, aslında işçilere ya da hak taleplerine laf etmediğini, bazı noktalara dikkat çektiğini anlatmaya çalıştı bu sefer. Evet, yazısında işçilerin emeği, hakları falan yoktu gerçekten. Tıkır tıkır işleyen, inanılmaz bir hızla büyüyen projeye ve patronlara övgü vardı. İşçiler ise zamansız bir şekilde işi bozan, birilerinin maşası olmuş önemsiz bir ayrıntıydı sadece. Tam da açılış gününde ortalığı karıştıran işçiler, en az ayağa kalkma nedenleri kadar “sudan” görünüyordu belli ki. İşçilerin eylemi mantıklı değildi ama sadece iş bıraktıkları için sabaha karşı koğuş kapıları kırılarak yapılan jandarma müdahalesi çok mantıklıydı.

İşçilerin sesine kulak verenler uzun zamandır sorunların süregeldiğini çok iyi biliyor oysa. O sesi bugüne dek duymamış olanlara bir yıl önce “Üçüncü Havalimanı İşçileri” imzasıyla yayımlanmış bir mektubu okumalarını tavsiye edebiliriz. Şöyle diyordu işçiler: “Şantiyede fazla mesai biz işçilerin tercih ederse kullanabileceği bir hak olmaktan tamamen çıkmış durumda, bu şantiyede mesai yapmamak diye bir hak işçiler için ortadan kalkmış durumda. Çalışmadığımız pazar günü neredeyse hiç yok.” Erdoğan ziyaret edecek diye nasıl bir baskı altında çalışmaya zorlandıklarını da biliyoruz işçilerin.

soL Dergi’nin 21 Eylül 2018 tarihli 28'inci sayısında, Üçüncü Havalimanı işçilerinden biriyle yapılmış bir söyleşi yer alıyor. 20 bin kapasiteli şantiyeye yerleştirilen 36 bin işçinin hangi koşullarda yaşadığını anlatıyor havalimanı işçisi. Sıkış tepiş, tahtakurularının saldırısı altında kaldıkları koğuşları, yemekleri, işçi servislerini, uzun mesaileri… Sürekli şantiye içinde dolaşan ambulansları, yaralanan ya da ölenlerin olduğuna dair söylentileri ve ardından devam eden sessizliği…

Tahtakurularını ağızlarına sakız yapan işçi düşmanlarının bayağılık çizgisindeki yorumlarının bu yazıda yer almasının tek nedeni, işçi sınıfının varlığının yarattığı huzursuzluğa işaret etmek. Yeni Akit yazarı Mehtap Yılmaz’ın nefret dolu sözleri maalesef hepimize ulaştı: “Şayet bu itler, bitlendik falan diyorsa da üzerlerine biber gazı sıkıp, içlerindeki şeytanı çıkartacaksın!...Bu itleri kaşındıran tahtakurularını zevkle ezerim ama yetkim yok…” İtler dediği emeği sömürülen ve artık buna dur demeye karar vermiş işçiler. Yere göğe sığdıramadığı iktidar sayesinde çokça gerçek oldu fantezisi ama yetmiyor, yetmez.

16 yıllık AKP iktidarı boyunca iş cinayetlerinde binlerce işçi yaşamını yitirdi. İçlerinde kadınlar ve çocukların sayısı da az değil. Toplu bir katliam olmadıkça dikkatimizden kaçan, sessizce ölüp giden işçiler onlar. Kötü çalışma koşulları nedeniyle meslek hastalıklarından ölenler sıklıkla bu oranlara yansımıyor. Ekonomik zorluklarla baş edemeyip yaşamına son verenlerin sayısı her geçen gün artıyor.  Bu yazı yazıldığı sıralarda intihar etti bir işçi daha. Tartışmalar yine düzenin insanları nasıl da yalnız ve çaresiz bıraktığı gerçeği görmezden gelinerek sürdürülüyor. Sudan nedenler, işçileri öldürüyor.

Tüm bunlar kapitalist dünyada beklenmedik olaylar değil. Kriz sıkıştırıyor, yönetenler trajikomik açıklamalar yapıyor. Daha geçenlerde “kriz yok aslında, tamamen psikolojik” dedi Adalet Bakanı. Patronlar kazançlarının riske girmesinin bedelini işçilere ödetmeye devam ediyorlar. Düzenin şakşakçıları ise yerlerini garantiye alma çabası içinde patronlara güzellemeler yaparken emekçileri ezip geçiyorlar.

İşçi sınıfı için bıçak kemiğe çoktan dayandı. Evet henüz çok güçlü çıkmıyor sesleri, sayıları az. Ancak bu bile iktidarı ve yandaşlarını huzursuz etmeye yetiyor. İşçilerin haklı taleplerini sürekli değersizleştirme ve eksen kaydırma çabaları boşa değil. Çünkü gayet iyi biliyorlar o emeğin değerini ve üretenler emeklerine sahip çıktıklarında neler olabileceğini.