Hangi güçlü kadınlar?

Vuslat Doğan Sabancı... “Kadının Gücü” konferansının açılış konuşmasını yapıyor. Kadının güçlenmesinin önündeki engelleri ve yapılacakları anlatıyor. Hürriyet ailesi olarak habercilik açısından, kadına şiddet meselesinde oynadıkları büyük rolü anlatıyor. “Çok yol aldık” diyor, “Artık üçüncü sayfa haberi değil kadın cinayetleri.” Kadına yönelik şiddet, taciz ve cinayetlerdeki artışın, yıllardır işbirliği içinde oldukları gerici AKP hükümetinin eseri olduğundan ise hiç bahsetmiyor. Onu dinlerken düşünmeden edemiyor insan. Sahnede böylesi bir riyakarlık ve özgüven içinde konuşan bu kadın, gücünü nereden alıyor? Hepimiz biliyoruz, herhangi bir kadın değil o, bu ülkedeki en büyük sermayedarlardan biri. “Güçlendirmek” için adına konferanslar düzenledikleri kadınlar ise bizzat sömürdükleri milyonlarca emekçi.

Konferans devam ediyor... İstanbul’un en lüks beş yıldızlı otellerinden biri. Işıl ışıl parlıyor A’dan Z’ye her şey. İş dünyasından başarı öyküleri anlatılıyor… Alanında ün yapmış isimler fırsat eşitliğinden, girişimci kadınlardan bahsediyorlar. Biz emekçi kadınlar ise soruyoruz kendimize ve çevremize: “Güçlünün güçsüzü, patronun işçiyi ezdiği mevcut düzenin içinden çıkacak güçlü kadınlar kimler? Gerçekten kadının toplumdaki konumlanışını önemsiyorlar mı? ‘Kadını güçlendiriyoruz’ diyenler aslında ne yapıyorlar?” diye...

Konferansın sponsorlarından biri Dove, çoğunlukla kadına hitap eden bakım ürünleri satan bir şirket. “Kadın ve özgüven” başlığını kapmış. Özellikle gençleri önemsediğini, toplumun güzellik dayatmalarıyla mücadele ettiğini söylüyor. Buraya oynadığını reklamlarından anlıyoruz aslında. Bu marka dünyada feminist reklamcılık (femvertising) denen yeni bir akımın öncüsü. Reklamlarında “bedeni ile barışık”, “özgür” ve “biricik” kadınlar var. Bu isyankar kadın figürü tabii ki kimlik arayışı içindeki genç nüfusta oldukça alıcı buluyor kendine. Dove duyarlı politikasıyla gençlere şunu söylüyor: “Siz de bu kadınlar gibi olabilirsiniz, elbette ürünlerimizi kullandığınız sürece.”

Migros da burada tabii ki, “kadın elçileri” ile birlikte. Kadınlar fikirleriyle ilham versin, bir araya gelsin, güçlensin diye kurmuşlar bu “elçilik” makamını. Kadın elçiler, yaptıkları alışverişleri, beğendikleri ürünleri değerlendirerek “sihirli puan”lar kazanıyorlar. Sonra bu sihirler birikiyor, birikiyor, birikiyor. Sonunda bir bebek bezi almaya bile yetmiyor ama olsun birikiyor ve geçici süreliğine “teselli” ediyor kadınları. Biriktiren kadınlar, zincirin büyümesine epey hizmet etmiş oluyorlar. Ya alışveriş köleliğine layık görüyor ya kasa başlarında nefes aldırmadan çalıştırıyor ya da reyon önlerinde üç kuruşa saatlerce ayağa dikiyor kadınları Migros. Migros her türlü kazanıyor. Kazanırken önüne çıkanlara da hiç acımıyor. Sendikalı oldukları için hiç düşünmeden işten çıkarıyor çalışanlarını. Çay molasında direnen arkadaşlarına destek oldukları için de kapı önüne koydu işçilerini, hafızamıza kazıdık.

Kapitalizmin iki yüzlülüğünün bir örneğidir aslında bu konferans. Dünyanın dört bir yanında göz boyayan büyük markaların fabrikalarında, insanlık dışı koşullarda çalışıyor işçiler. Sermaye bir yandan kadının emeğini sömürürken öte yandan “bir başka kadın”a sahip çıkıyor. Önce kadının emeğini sömürüyor, sonra zaten hakkı olanları bir lütuf gibi sunuyor. Modern, eşitlikçi, kadın haklarını gözetiyormuş gibi görünen her girişimin arkasında ayrı bir hesap var, olmak zorunda. Kapitalizm başka türlü sürdüremez varlığını. İşçiler zaman zaman daha iyi koşullarda, bazı hakları korunarak çalıştırılmak zorunda. Kadınları bazen öne çıkarmak, desteklemek zorundalar. Zaman zaman özgürlük rüzgarları esmek zorunda. Başka türlü kontrol altında tutamazlar milyonlarca emekçiyi. Ara sıra nefes aldırmak zorunda ki, ölmesinler ama ölesiye çalışmaya devam etsinler.

Ve konuşmaya devam ediyor Vuslat Doğan Sabancı: "Bu mesele güçlü kadınlar ve güçlü erkeklerin el ele, omuz omuza vermesiyle çözülecek.” Güçlü kadınlar ve güçlü erkekler dediği onlar, yani sermaye sahipleri, patronlar, yönetenler. Çözeceklerini iddia ettiği mesele ise geriye kalan milyonlarca emekçinin insanca yaşam hakkı. Çözemezler. Çözemeyeceklerini bildikleri için atıyorlar bunca taklayı. Bu mesele bizim meselemiz. Bir araya geldiğinde yenilemez güçte olan halkın meselesi. Er ya da geç çözülecek, kazanacak insanlık.