İş cinayetleri, yangınlar, kazalar, ürkütücü bir şiddet hali…Say say bitmez adaletsizliklere neden olanların, yine yeniden en tepeye yerleşmesi. Tüm bunlara seyirci kalmanın huzursuzluğu içinde, avazı çıktığı kadar bağırmak isteyen bir kesim var ülkede. Kimse “adaletin bu mu dünya” demiyor belki ama aynı eksen etrafında dönüyor duygular. Sosyal medya paylaşımlarından ve gündelik sohbetlerden anlaşılan o en azından. Kötüler var, çoklar, güçlüler ve iyiler hep kaybediyor.
Geriye türküyü söylemek kalıyor…
Adaletin bu mu dünya
Ne yar verdin ne mal dünya
Kötülerinsin sen dünya
İyileri öldüren dünya
Olumsuzluklara aşırı anlam yükleme hali bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor. Yunanistan’daki yangın sonrasında, yangından çok “oh olsun” diyenlerle uğraştık örneğin. Yavuz Bingöl gibilerin açıklamalarına takılıp kaldık, AKP’li seçmen röportajlarını evirip çevirip izledik…Gözümüze kestirdiğimiz küçük kötülerle hesaplaştık, sarayın soytarılarıyla oyalandık. Çaresizlik ve yalnızlık insanı buraya taşır, taşıyor.
Madem söylemeye başladık türküyü, gerisini de getirelim. Eserin sahibi Ali Ercan ve ilk kayıt da kendisine ait. Dünya ile kişisel hesaplaşmanın arabesk sınırında dolaşan etnik yorumu. Başka bir türküsünde, “kimin olursan ol dünya” diyerek kapatmış hesabını zaten “kötülerin dünyası” ile, ilahiler söylüyormuş bugünlerde…
Türküyü popüler kültüre taşıyan isim Gülden Karaböcek olmuş. Kendisini yapayalnız, yuvasız bırakan kötü dünyaya, sitem ve teslimiyet dolu bir sesleniş ile başarmış bunu. Katıksız arabeskin zaferi.
Solcuların diline ise Selda Bağcan ile dolanıyor. Müziğin ve yorumun gücü sayesinde protest bir havaya bürünüyor, ezilenlerin tarafından birlikte yükselen ve hesap soran bir isyana dönüşüyor sözler. Ama yine de yetmiyor isyanı umuda taşımaya…
Dünyanın adaleti de yok ki! Hani çocuk kafayı sehpaya çarptığında avutmak, dikkatini dağıtmak için büyüklerin kullandığı hileli bir yöntem vardır. Sehpayı döverler hep birlikte “pis sehpa, al sana sehpa”. Olayı gerçek bağlamından koparıp en yakınındaki somut hedefe öfke yöneltmece. Ha sehpaya vurmuşuz şakacıktan ha küfretmişiz dünyaya. Kısa ve geçici bir rahatlama sağlar sadece sonrası öfkeye tutunma, en iyi ihtimalle yerinde sayma…
İsyanımızın dönüştürücü etkisi ancak gerçekçilik ve birlikte mücadele ile mümkün. Birlikte mücadele demek, neyin hesabının kimden sorulacağı üzerine düşünebilmek demek. Birlikte mücadele, önümüze oyalanmamız için atılmış kırıntıların içinde kaybolmamak demek. Sehpayı hırpalamaktan vazgeçip ileriye bakabilmek, ayağa kalkabilmek demek.
Gerçekti 15-16 Haziran direniş günleri. Gezi gerçekti, isyandı en yüreklisinden. Ali İsmail’in annesinin isyanı hepimizin isyanı oldu. Berkin’in annesiyle dimdik durduk ayakta. Çünkü bir aradaydık, umutluyduk. Teslim olmadı halk, olmuyor, sürüyor işte ülkenin dört bir yanında direnişler.
Henüz 9 yaşındaki Oğuz Arda’sını tren kazasında hiç uğruna kaybetmiş olan annenin her gün hesap soruyor olmasının adı “isyan”dır bugün. Ama yalnız kaldığı sürece, acılı bir annenin yakarışına dönüşecek isyanı.
Gerçeklerin acımasızlığına rağmen yol almak mümkün. Bunun için serzenişlerden, çaresizlik kokan haykırışlardan ötesi gerek bize. İsyanımızın umudu olmalı, daha güzel bir geleceğe dair. Nazım’a bırakalım son sözü, büyük insanlığı anlatsın bize…
Büyük insanlık gemide güverte yolcusu
tirende üçüncü mevki
şosede yayan
büyük insanlık.
Büyük insanlık sekizinde işe gider
yirmisinde evlenir
kırkında ölür
büyük insanlık.
Ekmek büyük insanlıktan başka herkese yeter
pirinç de öyle
şeker de öyle
kumaş da öyle
kitap da öyle
büyük insanlıktan başka herkese yeter.
Büyük insanlığın toprağında gölge yok
sokağında fener
penceresinde cam
ama umudu var büyük insanlığın
umutsuz yaşanmıyor.
Nazım Hikmet