Şecaat (Yiğitlik) Arz Ederken Sirkatin (Hırsızlığını) Söylemek

Teşbihte hata olmaz, benzetmede yanlış olmaz denirken, aslında yanlışsız benzetme olmaz, hatasız teşbih olmaz demek istenmiştir ya, her benzetme yanlıştır, öyledir, ama dile bir şekilde girmiş olduğu için sıkça kullanılan deyişlerin akla geldiği durumlar da bu tür ifadelerin kullanımını zorunlu kılıyor sanki. Geçtiğimiz hafta, ülkenin iki büyüğü, biri Başbakan, öbürü Dışişleri Bakanı, yaptıkları konuşmalarda bu deyişi aklıma getirdiler. Başbakan, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Bütçe Yasası görüşmelerini bitiren konuşmasında, Dışişleri Bakanı da yılın kendi alanı açısından bir bilançosunu çıkardığı sohbetinde oldukça 'sevimli' çelişkilere düştüler, şecaat arzederken sirkatin söylediler. Buradaki sirkatin-sirkatini deyişi, tabii ki gerçek 'çalma' eylemine bir gönderme değil, sadece çelişki bağlamında yer alıyor bu yazıda.

Önce Başbakan'dan başlayalım, öyle ya, O Dışişleri Bakanı'ndan daha yüksek bir konumda, ülkeyi yönetiyor. TBMM'de geçtiğimiz Pazar Günü yaptığı konuşmada, CHP'nin "Karne, yokluk, pahalılık anlamına geldiğini," söyledi, buna örnekler verdi. Örnekler, 1978-1979 yıllarına ilişkindi, bu satırları okuyanların büyük bir bölümü o yıllarda daha doğmamışlardı, anımsatmamızı bu nedenle mazur gösterebiliriz. Bu yıllarda CHP'nin iktidarda olduğunu ve petrol fiyatlarını CHP'nin aşırı yükselttiğini, ham petrol yetersizliğinden rafinerileri durma noktasına getirdiğini söyledi. Aynı yıllar, 1980 darbesinin hazırlık aşamasına denk düştüğünden, bu yıllardaki olaylarda olağanüstü artış olduğuna da değinmedi, Batı'nın, IMF'nin Türkiye'ye yaptığı baskıların da aynı nedene bağlanacağından olsa gerek. 1978-1979 yıllarındaki fiyat artışları, bir yandan ikinci petrol krizinin etkilerinden kaynaklanıyordu, bir yandan da sömürgeciliğin en ilkel dönemine geri dönüşü tezgahlayan Batı, Türkiye'nin yönetimini yeniden biçimlendirmeyi ve ülkeye 'neoliberal' bir yapı kazandırmayı amaçlayan Türk-İslam seztezci darbecilerin 'iş'lerini kolaylaştırmak amacıyla ekonomik açıdan ülkeyi darboğaza sokmaktan kaçınmıyordu. Bunları, CHP'ye yardımcı olmak için değil, durumu açıklığa kavuşturmak için anımsatıyorum. CHPliler isterlerse bu sözleri yanıtlarlardı, yanıtlamadılar, kendi bilecekleri iş. Başbakan, kendi iktidarına giden yola kırmızı halı sunan 12 Eylül 1980 darbesinin hazırlık çalışmalarını, CHP'yi suçlamak için kullanıyordu ki, bu, oldukça 'sevimli' geldi. 1978-1979 yıllarında yapılanlar, Kenan Evren'in darbesini kolaylaştırdı, Kenan Evren de, Recep Tayyip Erdoğan'ın iktidara gelmesini. Kendisini iktidara getirecek çalışmaları, CHP'nin sırtına yükleyiverdi başbakan, aynı 'sevimli'likle. İzlemesi hoştu. Başbakan, konuşmasını dinleyenlerin çok sınırlı bir belleğe ve zekaya sahip olduklarından kuşku duyduğu izlenimi vermiyordu.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, gazetecilerle söyleşirken, "Yeni Osmanlıcılık", "Osmanlı Milletler Topluluğu" adıyla sunulan ve uzunca bir süre 'kafa' yorularak hazırlanmış olduğu, üzerinde kendisinin yazdığı kitapta da sıkça değinildiğinden dolayı bilinen kavramın, zarar vermeye başladığını itiraf etti. Dişleri Bakanı, Başbakan'ı aratmayan bir sevimlilikle, "'Yeni Osmanlıcılık' ifadesinin, Türkiye'yi engelleyen pskolojik harekat olduğunu" belirtti. Ancak burada durmadı, devam etti: "192 ülkenin katıldığı ve 10 yılda bir yapılan 'Az Gelişmiş Ülkeler Zirvesi'ne İstanbul ev sahipliği yapacak. Bu zirvenin, (yoksul) Güney'in, (zengin) Kuzey'e karşı sesinin yükseldiği zirve olmasını istiyoruz."

Etkilenmemek mümkün değil. İstanbul'da yapılacak zirve, yoksul Güney'in, zengin Kuzey'e karşı sesinin yükseldiği zirve olacak. Dışişleri Bakanı söylediğine göre, bunu dikkate almamak olmaz. İnsan heyecanlanıyor. Sanki Fidel Castro, Che Guevara konuşuyor. "Bağımlılar" arasında "En Bağımlı"nın omuzlarına yerleştirilen yıldızlar, ayrıca da, göz kamaştırıyor. Hem gözü kamaşıyor insanın, hem kulakları şenleniyor. Çok sevimli. Böylece, neoliberalizm adıyla emperyalizme eklemlenmenin ve de bağımlılığın gereklerini yapmanın ne kadar antiemperyalist olduğunu öğreniyoruz. Öyle ya, ana bellekle ön belleğin arasındaki iletişim tahrip edilmiş durumda. Öğrenmenin yaşı yok, görüldüğü gibi, günlük yüklenen ön bellekle ne düşüneceğimizi ve yapacağımızı şahane bir biçimde belirliyorlar. İnsan alışıyor da böyle şeylere. Türban da denilen sıkmabaş'ın, kadının İslam'da ikinci, üçüncü sınıf yaratık kategorisine sokulmasının bir aracının, özgürlük simgesi haline getirilmesine gayret edilmesi gibi, sapına kadar bağımlılığın antiemperyalist havalarda sunulabilmesine cüret edilmesi de, 'sevimli' şeyler. Hem bağımlılığı güçlendiriyor, hem antiemperyalist. Ana bellekle bağı kopartılmış, sürekli yenilenen, her gün yeniden yazılan ön bellekle debelen dur. Ön bellekte etnik ve dini sıkıntılarla yapılan siyasetler var, ana bellekte sınıfsal siyaset, o kadarcık bir yönlendirme de olacak artık!

Başbakan'ın önemli konuşmasına geri dönersek, etnik temelli siyasete karşı olduğunu da söyledi Erdoğan, dini temelli siyasete bir itirazı olduğunu vurgulamadı, bu da çok hoştu. Din istismarını iyi yapan bir parti çıktığında karşısına, dini temelli siyasete ilişkin sözler edeceğini de en azından bekleyebiliriz.

Tabii, beklemeyebiliriz de. Bakarsınız, bu kadar 'sevimli'lik fazla gelmiş, beklemek yerine davranmayı seçmişiz, ana belleğimizi devreye sokmuşuz, sınırlı sayıdaki onurlu insanlarla aynı cephede yer almışız, çoğalmışız.