Neo - Osmanlı mı, Neo - Taliban mı?

DÜNYA SOLA DÖNÜYOR - AVUSTURYA yazıları

Neo-Osmanlı'yı biliyoruz. Ayrıntılarını Ahmet Davutoğlu'ndan öğrenebiliriz. Neo-Taliban, yeni bir deyim. Kulagımıza henüz aşina değil, ama olabilir. Kim kullanmış ki bu deyimi?

Ralph Peters. Ralph Peters nedir?

ABD vatandaşı, emekli albay. İstihbaratçı. Biz, Peters'i ilk once, Ergin Yıldızoğlu'ndan duyduk. Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi'ndeki bir yazısından, bu metne ek olarak çizdiği bir haritadan. Bu haritada Türkiye, şu anki haliyle görünmüyordu. Peters'in bir başka tasarımı vardı Türkiye üzerine ve harita, bu tasarımı yansıtıyordu. Peters, uzun istihbarat görevlerinden sonra ABD Kara Kuvvetleri'nden emekli oldu ve çeşitli kitaplar yayımladı. New York Post'ta sürekli köşe sahibi, ayrıca büyük Amerikan gazete ve dergilerinde makaleleri yayımlanıyor, başta Fox olmak üzere televizyon kanallarında programlar yapıyor, durum değerlendirmelerini Amerikan ve dünya okurlarının, izleyicilerinin istifadesine sunuyor.

İşte bu Ralph Peters, 8 Nisan 2009 tarihli New York Post'ta yayımlanan yazısında, Neo-Taliban deyimini kullanıyor. Kimin için? Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında, AKP Yönetimi'nin Nato Zirvesi'nde kuruluşun Genel Sekreterliği'ne öne

rilen 'Büyük Danimarkalı' Anders Fogh Rasmussen'e, Neo-Taliban hiddetle saldırdığını vurgulayarak. Neden böyle yapmış Türk yönetimi, Peters'e gore, Rasmussen'in Hz. Muhammed'in karikatürlerini çizen karikatüristi taşlayarak öldürmemesi yüzünden, emekli albayın deyimiyle 'Büyük Danimarkalı'yı Nato Genel Sekreteri olarak istememiş. 'Ilımlı İslam'dan Neo-Osmanlı'ya dönüştükten sonra, birden, Neo-Taliban sıfatına layık görülmek terfi mi, tenzili rütbe mi, artık ona kim karar verecekse versin.

"...Obama, iyi niyetli. Politik 'baba'sı Jimmy Carter gibi. Fakat, büyükelçilik baskınları ve stratejik aşağılanma yolu, iyi niyetlerle döşendi. Obama, gezisi boyunca iyi alkış topladı ama bu alkışların ciddi bir ekonomik ve güvenlik 'geri dönüşü' olmadı. Sonra, Türkiye'de, ulusal gururumuzu ayaklar altına aldı, çıkarlarımızı zedeledi ve üzerine vazife olmayan konulara müdahele etti. Obama'nın, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne alınmasını istemesi, Avrupa Birliği Başkanı'nın Küba'ya gidip dünyanın bu en güneşli toplama kampının NAFTA'ya alınmasını talep etmesiyle eş değerli değil mi?..."

Ya, işte böyle diyor bu emekli istihbarat albayı. Devam ediyor:

"...Avrupalılar, Türkiye'yi kendi kulüplerinde görmek istemiyorlar. Çünkü Türkiye ne bir Avrupa devleti, ne de Avrupa kültürüne sahip. Alttan alta yürüyen bir İslamcı darbenin sıkıntılarını yaşayan, müslüman ve büyük bir ülkenin Avrupa Birliği'ne alınması için baskı yapmak bizim işimiz değil. Obama, Türkiye'de neler olup bittiğinin farkında değil. Ankara'da diz çökerek, Mustafa Kemal'in din ve devlet işlerini birbirinden ayıran politikasını dönüştüren anti-Amerikan İslamcı hükümetine onay vermiş oldu. Türkiye'yi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi türban, Kuran, sansür ve hileli seçimler demektir. Ülkenin alarma geçen orta sınıfı Türkiye'nin bir İslam Devleti haline gelmesini önlemeye çalışıyor..."

Ralph Peters, yazısında Obama'nın Tahran'a gidip Ahmedinejat'la öpüşmesine bir adım kaldığını vurgulayarak, ABD'nin Türkiye ya da Avrupa'dan özür dilemesine hiç bir neden göremediğini belirtiyor. 1 Mart Tezkeresi'nin reddiyle Türkiye'nin savaşan ABD birliklerine ihanet ettiğini, Kürtler'e baskı yapmayı sürdürdüğünü ve seküler anayasalı bir devleti Vahabi oyun alanına çevirmeye yöneldiğini anlatan Peters, Obama'nın Ermeni konusunda da 'soykırım' sözcüğünün 's'sini bile kullanmama 'cesareti' gösterdiğini ifade ediyor.

"...Türkiye, zaten sahip olduklarımızdan başka hiç bir şey vermedi..." Bu sözleriyle Peters, Obama'nın Türkiye gezisine ilişkin değerlendirmelerini noktalıyor.

Şimdi, bu Ralph Peters, evliya falan değil, tabii ki. Abisi, Paul Henze, ne diye sevinmişti 12 Eylül Darbesi'nden sonra: "Bizim çocuklar yaptılar!"

Bu, 'Bizim çocuklar', darbelerinin hemen ardından, 1980 yılından itibaren, 1984'teki Eruh Baskını'ndan önce, neler yapmışlardı:

Yürüyüş yapan gençleri Diyarbakır Cezaevi'ne tıkıştırarak bok yedirip, akıllara gelmeyecek yöntemlerle zulme maruz bırakarak tümünün neredeyse once dağlara çıkmalarına, sonra hayatta kalanlarının da tüm dişlerini çektirip takma diş, damak taktırmalarına Kürtçe konuşmayı yasak edip, bölge halkının hiç bir resmi işinin görülmemesini sağlayarak iyice dışlanmalarına ve giderek 'örgüt'e destek vermelerine üniversitelerde türbanı yasaklayıp yıllardır süren gerici bir 'özgürlük' safsatasına imam hatip okullarını, kuran kurslarını inanılmaz sayılara çıkartarak ülkenin zaten ayakta zor durmakta olan eğitim sisteminde onulmaz zararlara tarikatlara gizli destek verip Komünizmle Mücadele Derneği (ki, anımsayalım, tarihimizdeki utanç verici olaylar arasında yer alan 6-7 Eylül saldırganlığını ve daha sonra yapılan bir çok kanlı provokasyonu bunlar yürütmüşlerdi, aralarında ünü okyanus aşan vaızlar bulunmaktadır) mensuplarının her yerde etkinleşmelerine bugün bile uğraştığımız problemlerin tohumlarını 29 yıl önce ekip, yeşertip, koca bir ülkeyi sınıfsal sorunlar dışında ne varsa onlarla meşgul ederek bizleri barış, özgürlük, hukukun üstünlüğü, yasalar önünde eşitlik, insanca yaşayabilme mücadelesinden saptırmayı amaçlayan uygulamalara yol açmamışlar mıydı?

Üstelik de, tüm bunları, Atatürk adını ağızlarından düşürmeden yapmışlardı. Atatürk diye diye, tarikatlara iktidarı sunmuşlardı. Aynı yöntemi, daha sonra da görmedik mi, internet sitelerine konulması istenen bildirilerle ve transatlantik bilgisayar manipülasyonlarıyla karşıt göründükleri, rengini 'değiştirdikleri' gerici partiye 15-20 puan kazandırdılar, yanaklarında en küçük bir kızarma belirtisi olmaksızın.

Peters ve abileri, o dönem Türkiye'ye belli bir dozda İslam'ı uygun bulmuşlardı herhalde, ABD'de seçimden seçime provoke edilerek yığınsal oy vermeleri sağlanan Evanjelistler'in bir benzerinin Türkiye'de de oluşturulması fikri cazip gelmişti onlara belki de, ama bir Evanjelist oyunu verdikten hemen sonra her açıdan tüketimin başdöndürücülüğüne kendini kaptırmakta hiç bir sıkıntı yaşamayan ve kendisine söylenenleri büyük bir uysallıkla kabullenen ve dini eğilimlerini devlet işleriyle asla karıştırmayan bir kişiydi, orada, Amerika Birleşik Devletleri'nde İslam ise totaliterdi, yaşamın tüm alanlarına ilişkin ayrıntılara, yönlendirmelere sahipti. ABD'de birileri 'Ilımlı İslam' dedikçe, müslümanlar burada, 'İslamın ılımlısı olmaz, İslam İslam'dır,' diyorlardı. Gene de Ilımlı İslam'ın Neo-Osmanlı programına dönüşmesi engellenemedi. Şimdi bu süreci yaşıyoruz.

Peters, Obama'nın dünyadan haberi olmadığını söylüyor. Kendisinin istihbaratçı abilerinin de dünyadan haberi yok, bundan da Peters'in haberi yok. Haberalma işine milyarlarca dolar yatıran bir çevrede, habersizlikten muzdaribiz yani. Ilımlı İslam olsun, olmazsa Neo-Osmanlı olsun, ooo, totalitarizm kaynaklı itirazlar (Davos, hadi neyse, ama Rasmussen!) geldiğinde, Neo-Taliban bunlar!

Biz, gene de ihtiyatlı olalım. Dedik ya, bu Ralph Peters evliya falan değil, bizler de onun her dediğine inandığını kabul etmek zorunda değiliz.

AKP Hükümeti'ni beğenmiyor gibi duruyor. Ya böyle diyerek aslında AKP'nin daha da güçlenmesini sağlamak istiyorsa? Ya Türkiye'de Neo-Taliban diye tanımlanabilecek bir iktidarı özlüyorsa? Ya kendi halklarını bombalatan yönetimler silsilesine, yani Afganistan, Irak, Pakistan sıralamasına Türkiye'nin de eklenmesi için Neo-Taliban adının sıkça geçmesini gerekli görüyorsa?

Böyle düşünmek en azından 'ayıp'tır. Bunlar komplo teorileri. Amerika'nın işi gücü yok da bize komplo mu yapacak? 29 Mart 2009 seçimleri sırasında, TSİ 20.30 ile 21.30 arasında ne gibi pazarlıklar yapıldığını, bu pazarlıkların arasında Neo-Taliban olma sözünün verilip verilmediğini düşünmek de ayıptır, insan kendi ülkesinin bombalanması ön hazırlığını böylesine bilinçle, istekle, şevkle, yapar mı hiç? Hele hele bilgisayar manipülasyonunun yukarıda belirttiğimiz saatten sonra başlatılıp ancak bu kadarlık bir başarı sağlanabildiğini, birilerinin böylelikle 'direkten döndüğünü' ileri sürmek, her türlü paranoyayı da aşar onaylanamaz. Peters, "Bunlar 'hileli seçim' demektir," diyor, ayıp ediyor biraz.

Biz, tüm bunları, ayıbıyla ayıp olmayanıyla, bilelim, 'bilmeyelim' bildiğimizi yapalım. Biz çokuz bu gezegende, milyarlar onlar bir kaç bin kişi, bazı hesaplara gore 6000, siz deyin 10 bin, hadi heveslileri de katalım, 20 bin kişi. Çok olduğumuzu bilerek davranalım, zaten iyice kısıtlanmış özgürlük alanlarımızı bir de kendi elimizle daraltmayalım. Bizleri savaştırmalarına, yönlendirmelerine izin vermeyelim, insan gibi yaşama mücadelemize devam edelim, yaşamı sürdürebilme mücadelemize.