Kullandığımız Sözcük Sayısını Azaltmayalım!

Dil, çok genel anlamıyla düşüncenin ifadesidir. Ne düşünülür, duyumsanırsa, dil, genel olarak onu belirtir. Şiir, dilin yetersizliğinin dışavurumudur da dil, tüm diller tabii ki, düşünülenleri, duyumsananları aktarmakta yetersizdir, öyle de olacaktır, şiir bunun için de vardır, ancak bu, bu yazıda vurgulamak istediğimiz konunun dışında kalmaktadır. İlk tümcemize dönersek, dil düşüncenin ifadesidir derken neyi kastediyoruz, ne kadar ayrıntılı düşünürsek, dilimiz de buna uygun olarak çeşitlenir, başta sözcük sayısı olmak üzere zenginleşir. Düşünce zenginliğimiz, Aydınlanma ile büyük bir aşama kaydetmiş olan soru sorma özelliğimizden de kaynaklanır, kullandığımız sözcüklerin sayısındaki artış, bu alandaki gelişkinliğimizin ölçütlerinden biridir. Kullandığımız sözcüklerde bir eksilme hissedersek, düşüncelerimizin ve duygularımızın betimlenmesinde gerilemeye girdiğimizi, çok genel anlamda, gözleyebiliriz. Wittgenstein'in dediği gibi, kullandığımız dilin sınırları, dünyamızın sınırlarını belirliyor. Dünyamızı küçültmeyelim.

Bilinenleri yinelemekten amacımız nedir:

Geçtiğimiz hafta, giderek artan oranda sözcük kısıtlamamıza yol açabilecek etkenlere bir yenisi, vurgulamak gerekli, en önemlilerinden biri, yüksek sesle bu kez, eklendi. Kuran'ın sosyalist bir metin olduğu. Bir dakika. Her şeyi açıklama iddiasındaki Kitaplar'ın, her konuya şu ya da bu şekilde, ama eklektik olma özelliğini ortaklaşa taşıyarak eğildiğini kuşkusuz biliyoruz. Aydınlanma'nın öncesi ve sonrasında, yoğunlukla da son 150 yıldır sosyalizmin milyonlarca sayfalık emekle geliştirilmeye çalışıldığını, tüm gezegenin ekonomik, politik, toplumsal yaşamının, kültürel yapısının giderek artan oranda sosyalist emeklere, çalışmalara göndermelerle dolup taştığını da biliyoruz. Hele de olaylara yaklaşım yönteminin diyalektik gibi bir olanakla donanımlanıp yükseldiğini unutmamız söz konusu değil. Ülkemizin tarihinin bir döneminde, dini terimlerle oy alma kolaylığından yararlanan bir siyasi partinin yandaşlarının toplumun tüm söylemlerini totaliter bir yaklaşımla denetlemeye kalkışmalarına boyun eğecek halimiz yok.

Toplumsal mücadele sürecinde, kimsenin, kimsenin dini inancı hakkında diyebileceği bir şey olamaz soru sormaktan vazgeçilmediği sürece. Soranlara kucak açmak, görev olarak önümüzde duruyor hatta. Soru sormaktan bizzat kendimizin vazgeçip, dogmalara sempati duymamızı, "A, ne güzel bir şey, müslümanlar arasında da sosyalizm gelişiyor, 'inşallah' sayıları artar," dememizi, bu saflığı yapmamızı da beklemesinler artık. Bizleri kişi olarak mazur görmelerinden söz etmiyoruz, bu topraklar, sınıf mücadelelerine, hem de o metinlerle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan bir biçimde ve güçte, çok tanık oldu. Toplumsal belleğimizi de birileri 'kitap'a her şeyi sokacak diye, unutmaya, 'delete' etmeye diyelim isterseniz, transatlantik deyimle, uyum gösteremeyiz, 'ifade etmemize izin verin'. Kitaplar'daki muğlak ifadelerden medet umanların, bu ifadeleri bir kaç sözcükle sınırlayıp, örneğin "Din yolundan çıkıldığı için bu hallere düştük," gibi bir sonuca ulaşarak yoksullardan destek aramalarına, emekçileri kendi yanlarına çekmeye çabalamalarına, bunu hep yapmalarına sevinçle bakamayız.

Toplumumuzda insanların büyük bir çoğunluğu, sözcük sayısı kimine göre 60 bin, kimine göre 100 bin olan Türkçe'yi, o da çoğunlukla dini terimlerden oluşan toplam 300-500 sözcükle konuşuyor diye, yapılması gereken, çok sözcükle düşünüp konuşanların kullandıkları sözcük sayılarını, ana akım haline getirilmeye çalışılan teolojik büzülmeye uyarak azaltmaları değil, insanların büyük çoğunluğunun çok daha fazla sayıda sözcüğü dağarcıklarına alarak aydınlanmalarını sağlamaya çalışmaktır. Kapitalizmle, emperyalizmle, sömürüyle, baskıyla, hele de mülkiyetin o olağandışı kandırıcılığıyla hiç bir sorunu olmayanlardan öğreneceğimiz ne olabilir, yanıtlara ve 'ışıklanmaya' açığız. Bildikleri kendilerinden menkul olanların ellerini ovuşturarak kıs kıs sırıtacakları bir duruma sokamayız kendimizi.

"Solcu, sosyalist olacaksanız, olun, ama müslüman sosyalist olun," diyenlere anımsatacak bir başka, çok da önemli, konu daha var: İran örneği. Halkın kendi için başlattığı devrime nasıl çok küçük bir teokratik grup insanları kandırarak el koydu, bu hareketi mollaların iktidara gelmesi amacıyla kullandı ve sermaye düzenini yoğun baskıyla pekiştirdi İran'da, ve de mollaların sosyalistlerin anladığı anlamda antiemperyalist olabileceğine inanan İran Komünist Partisi Tudeh'i bire kadar kırdı, biliyoruz. Kaçabilen çok az sayıdaki İranlı komünist dostlarımızın, İslam Devrimi deyince yüzlerinin aldığı ifadeden biliyoruz, dehşet anılarıyla başbaşa bıraktığımız için onları bu deyimle, üzülerek yaşıyoruz. Yavaş yavaş egemenlere, onlara yaptıkları yalakalıklar bile 'sıkıntı' vermeye başlayan postmodernler için de endişeleniyoruz.

Birilerinin o çok imrendiği Müslüman Kardeşler'in de sağ ve sol kanatlarının varlığından da haberdarız bir şekilde Müslümanlığın reddettiği misyonerliğin nasıl İslamcı örgütler tarafından istismar edildiğinden de, tüm gezegende Hıristiyanlıkla Müslümanlığın nasıl birbirine yaklaştırıldığından da, Yahudiliğin ve öncü Hıristiyanlığın sorunlu ismi Judas'ın nasıl rehabilite edilip Hıristiyanlıkla Yahudiliğin –tüm zamanlar için- barıştırılmaya çalışıldığından da, lütfen bu safsatalarla bizi meşgul etmeyin, 'ricacı' olalım bu konuda.

Sözcük sayımızı azaltmayalım, artıralım.

Geleceğin insanlarına, bakıp bakıp acımayla gülecekleri değil, saygıyla ciddiye alacakları örnekler, birikimler, veriler sunalım.