Komşularla kanlı bıçaklı olmak

Komşularla sıfır sorun yaşanacağı öne sürülerek hazırlanan –ve uygulanan- dış politika, tüm komşularla kanlı bıçaklı olma durumuna yol açtı. Bu politikanın tasarım ve uygulama mimarı olduğu bilinen kişi ise, oluşturulmasına birinci dereceden katkıda bulunduğu bu olağanüstü büyük olumsuzluğu yaratacağını, gidip gelip değinilen kitabında çok önceden açıklamıştı. Bir Stratejik Derinlik ki, içinde tek satır ekonomik veri yok sosyolojik ağırlık taşıdığı iddia edilen bir ‘çalışma’ ki, içinde Arapça konuşanların –Farsça’ya sıra gelmeden daha- Osmanlı Hanedanı’na ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ilişkin duygularından zerrece söz edilmiyor bir metin ki, Osmanlı Hanedanı’nın ‘gelişme’ dönemi olarak adlandırılan (ve nedense hep övülen, imrenilen bir dönem olarak dondurulmaya çalışılan) döneminin ‘imparatorluk’ alanı üzerinde yaşayanların büyük çoğunluğu tarafından ‘felaket’, ‘çözülme’ dönemi olarak adlandırılan döneminin ise aynı kesimler tarafından ‘mutluluk’ kavramlarıyla özdeşleştirildiğinden habersiz bir takım yarı münevverlerce övülüp duruluyor.

Gelinen nokta açık. Tüm komşularla neredeyse kanlı bıçaklı olunmuş durumda. Bu büyük başarısızlığın nedenlerini anlamaya çalışmak için araştırırken başvurabileceğimiz bir tek metin var elimizde, andığımız kitap.

Kitap, güce sahip olunduğunda neler yapılacağını neredeyse satırı satırına, sözcüğü sözcüğüne anlatıyor. Uygulama, aynen kitaba göre yapıldı. Ve de, sonunda, tüm komşularla kanlı bıçaklı olundu.

Türkiye’yi yönetenlere akıl vermek herhalde bizim gibilerin işi olmaz. Ancak, iş gelip yoksul insanların çocuklarını alıp ateşe atmaya gelince de, yine herhalde, bu gidişe itiraz etmek de değil bizim gibilerin, herkesin işi olmak zorundadır.

Türkiye seçmeninin bundan sonraki seçimlerde, daha önce yaptığını, yani yüzde elliye varan desteğini yüzde altmışlara çıkarıp çıkarmayacağını bilemeyiz. Ancak, bugüne kadar yaptıkları bundan sonra yapacakları için bir veri oluşturursa –ki, toplumsal olaylarda bu tür bir veri oluşumu hesabını sanırım uzmanları da pek gerçekçi saymazlar- seçmenler pekala yüzde 55’lere, hele de başkanlık gibi bir durum söz konusu olduğunda 65’lere uzanan bir desteği verebilirler. Eğer bunun için Sünni ve Türk olmak yeterliyse, yani başkaca bir nedene gerek yoksa, kimse ama hiç kimse bu gidişin engellenebileceğini varsayamaz. Ancak, Sünni ve Türk olmanın, kimliklerin temel alınarak siyasal tercihlerin yönlendirilmesi sürecindeki istismarı, çeşitli sosyoekonomik nedenlerle belirleyici olmaktan çıkabilir.

Tek umut, insan soyunun yaşadığı yerlerde bu iki –yani, etnik ve dinsel- yanıltıcı kimlik sıkıntılarının artık giderek daha az rol oynayacağını düşünmekte.

Bu umudu da yitirme durumunda, sömürüye, savaşlara ve baskılara karşı hiçbir şey yapılamayacağı kabul edilmiş olur ki, bizim onaylayacağımız bir iş değil. Bu ‘biz’ dediğimiz niteliğin nicelik kazanacağını, kötülüklere direnmeye daha geniş bir katkı sunacağını umut etmeye devam etmekten başka çaremiz yok.

[email protected]