YÖK ile ilgili ciddiyetsizlik almış başını gidiyor. Geçmişi bırakalım, yeni YÖK başkanı dönemine bakalım. Ciddiyetsizlik eski başkan yerine şimdikinin getirilmesiyle başlayıp yeni başkanın ilk ziyaretini bir cemaate yapması ve onların Kuran kursunu denetlemesiyle hız kazanıyor.
Aday öğretmenin kadrolu öğretmenliğe geçişini belirleyecek ölçütlerden biri olan performans değerlendirilmesiyle ilgili tuhaflık, geçen hafta değinilen konularla sınırlı kalmıyor. Yönetmeliğe göre, rehber öğretmenlerin performans değerlendirmelerini de aynı kişiler (müfettiş, okul müdürü, bir öğretmen) yapıyor.
Bilindiği gibi, 17 Nisan, “fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür” öğrenci yetiştirecek özgür öğretmenlerin eğitildiği köy enstitülerinin kuruluş yıldönümüdür. AKP/bakanlık, öğretmen atama ve yer değiştirme yönetmeliğini, başka bir gün yokmuşçasına ve bu tarihsel olaydan intikam almak istercesine, 17 Nisanda (2015) değiştirmiştir.
Bilindiği gibi piyasacı ve/ya da gerici içerikli eğitim sistemleri, insanları özgürleştirmek yerine, kendilerine, mesleklerine, topluma ve çağdaş değerlere yabancılaştırma işlevi görüyor. İnsanların yetişkinlik yıllarında da yabancılaşmalarını kolaylaştırıyor.
Bilindiği gibi vali, illerde, kanunlar, tüzükler ve yönetmelikler ile bunlara uygun olan hükümet kararlarını uygulamakla sorumlu olan İçişleri Bakanlığı’nın bürokratıdır. Vali, aynı zamanda, bulunduğu ilde devleti temsil eden bir kişidir. Valinin ilde devleti temsil etmesi, insan haklarına saygılı, laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmesi demektir.
AKP’nin ÖSYM’yi demir kazığa bağladığı anlaşılıyor: Prof. Dr. Ali Demir gidiyor, Prof. Dr. Ömer Demir geliyor!
Üniversiteye giriş sınavlarının ilki olan Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) geçenlerde yapıldı ve sonuçları açıklandı. YGS’de sınava girenlerin 40 soruluk testlerdeki doğru yanıt ortalamalarını, matematikte 5,40; fen bilimlerinde 4,60; sosyal bilimlerde 10, 40; Türkçe’de 15,90 olduğu görülüyor.
Bir üniversitede, rektör adaylarını belirleme seçiminde, demokratik kesimler ortak bir aday çıkarıyor ve bu aday oyların yüzde 50’ye yakınını (%46,3’ünü) alıyor. Böylesi bir durum YÖK’ün ve üniversitelerin AKP’lileşmelerinden sonra, galiba ilk kez oluyor. Bu üniversite, Türkiye’nin ilk ve 1944’e değin tek üniversitesi.
Yabancılaşma sınır tanımıyor. AKP iktidarında, cumhuriyet savcılarından yargıya, eğitim bakanlığından üniversiteye ve Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan güvenlik güçlerine kadar Cumhuriyeti kollayıp savunması gereken tüm kurumların temel işlevlerine yabancılaştıkları görülüyor.
Söz konusu olan 28 Şubat, Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nun hükümete öneri niteliğinde kararlar aldığı 1997 Şubatı. Yandaş gazete ve televizyonlarla AKP’lileşen (sözde) devlet televizyonuna bakarsanız, sözü edilen 28 Şubat, sanki bizlerin yaşadığı olay değil de, bir başka ülkede yaşanan olay; neler demiyorlar ki!
İlk kez Hegel’in kullandığı yabancılaşma sözcüğü, Marx tarafından kavramsallaştırılmıştır. Marx, doğadan kopuş anlamındaki yabancılaşma ile kapitalist süreçlerde işçinin emeğine yabancılaşmasından söz etmiştir.
Unutulmayacak ve anımsandıkça yürekleri de yakacak, vicdanları da sızlatacak bir vahşet yaşadık: Özgecan, bir kısım densizin dışında hepimizin canından bir şeyler koparıp göçtü gitti.
27 Mayıs 1960 devriminin/darbesinin, sınırlı bir kesimi gericileşme hedefi doğrultusunda harekete geçirirken Atatürkçü ve/ya da laik ve bilimsel çoğunluğu ise büyük bir rehavet içine soktuğu söylenebilir. Gericileşmeyi hedefleyenler bu doğrultuda örgütlenip adım adım ilerlerken diğer çoğunluk orduya güvenme yanılgısına düştü.
Amasya’da bir din dersi öğretmeni, “Kurtuluş Savaşı’na yardım eden bayanların başı kapalı olduğu için biz bu savaşı kazandık, bugün olsa kazanamayız” diyor! Hatay’da, öğrencilerini 'kızlı erkekli' oturtuyor diye soruşturma açılan öğretmene, “Başbakan'a muhalif misin” diye soruluyor!
Devlet ve vakıf üniversiteleri AKP’nin piyasacı ve gericiliğine destek verdiği gibi, eğitimle ilgili görülen ve arada bir raporlar yazan bazı sivil toplum kuruluşları da, ya Eğitimde Reform Girişimi (ERG) gibi piyasalaşmaya ya da Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) gibi hem piyasalaşmaya hem de gericileşmeye destek çıkıyor.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nin R.T. Erdoğan’a fahri doktora unvanı vermesi, YÖK başkanı Pr. Dr. Gökhan Çetinsaya’nın görevden alınması olayına değinmediğimi anımsattı.
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi (YBÜ), geçenlerde R. T. Erdoğan’a, “Milletlerarası Hukuk” alanında, fahri doktora verdi. Türkiye’deki üniversiteler içinde, Abdullah Gül’e fahri doktora unvanı veren hemen hemen hiç yokken Erdoğan’a bu unvanı vermeyen yok gibi.
AKP’nin gericiliği, son 1-2 yılda piyasacılığının önüne geçmiş bulunuyor. Devlet üniversitelerinin önemli bir bölümü ile bazı vakıf üniversiteleri, gerici yapılanmalarıyla ve düzenledikleri etkinliklerle gericileşme konusunda ellerinden geleni yapıyor.
Bakanlık, bir yıl kadar önce ‘Ortaöğretim İzleme ve Değerlendirme Raporu 2013’ adlı bir rapor yayımlamış. Rapor, eğitime katılım, eğitim ortamları, öğrenci destek hizmetleri, eğitim programları, öğretmenler, yönetişim ve finansman ile eğitimin çıktıları gibi yedi bölümden oluşuyor.
Boşuna “Benim yârim gelişinden bellidir” denmiyor. AKP’nin düzenlediği 17. ve 18. Şuralar 19. Şura’nın habercisi olduğu gibi, 19. Şura da yeni Türkiye’nin habercisi oluyor- şifrelerini açıklıyor.
19. Milli Eğitim Şurası’nda konuşulanlarla şuradan çıkan öneriler, Yeni Türkiye’nin ipuçlarını vermektedir.
Bilindiği gibi şimdiki cumhuriyet, 1982 Anayasası’na göre, insan haklarına saygılı, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletidir. Hukuk devletinde tüm kurum ve kuruluşların, bu temel yapı çerçevesinde yapılanıp hizmet vermesi beklenir.
MEB merkez örgütü, 1926 yılında çıkarılan bir yasayla ilk kez yapılandırılmıştı. 1933 yılındaki yasa değişikliğiyle, merkez örgüte yeni birimler eklenirken, bakanlığa önerilerde bulunmak üzere Milli Eğitim Şurası (MEŞ) oluşturulup belirli aralıklarla toplanması öngörülmüştü. İlk şura, Hasan Ali Yücel’in bakanlığında 1939 yılında toplanmıştı. Son 19.
Sevgili öğretmenim,
AKP’nin, Anayasa Mahkemesi tarafından laiklik karşıtlığı suçlamasıyla yargılandığı davada türban konusunda yaptığı savunmada, "Bizim kamu kurumlarına veya ortaöğretime dönük bir çalışmamız yoktur, böyle bir niyetimiz de yoktur" dediği belirtiliyor. Aynı AKP şimdi türbanı ilkokula kadar indirmiş bulunuyor!
Üniversiteye gelen türbanlı öğrenci sayısının artmaya başlaması üzerine YÖK Başkanı Doğramacı, 20 Aralık 1982 tarihli bir genelge ile üniversitede örtünmeyi yasaklamıştı. Sonra aynı Doğramacı, 10 Mayıs 1984 tarihli YÖK kararı ile “modern türbanla örtünme”yi serbest bırakmıştı.
Küresel sömürgenlerin desteklediği 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının yürütülebilmesi için 12 Eylül 1980 faşist darbesini yapanlar, piyasacı uygulamaları öne çıkarırken toplumdaki olası tepkileri önlemek için gericileşmeye de önem vermişlerdir. Türkiye’ye piyasacı ve gerici bir yapı dayatılırken YÖK de, piyasacılığın ve gericiliğin taşeronluğunu yapacak bir üst kurum olarak tasarlanmıştır.
İnsan haklarına saygılı, demokratik ve sosyal hukuk devleti olmanın ön koşulu laik olmaktır. Laiklik yoksa ne insan haklarından söz edilebilir ne de demokratik sosyal hukuk devletinden. Dolayısıyla devlet, laik olduğu ve laikliğe sahip çıkabildiği ölçüde insan haklarına saygılı ve demokratik sosyal hukuk devleti olabilir.
Türk Dil Kurumu’na göre Cumhuriyet, ulusun, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı yönetim biçimidir.
Milyonlarca yıl pek değişmeyen insan yaşamı, yazının bulunup üretilen bilgilerin yeni kuşaklara aktarılabilmesi sayesinde hızla değişip gelişmeye başlamıştır. İnsan yaşamını kolaylaştıran yenilikler, insanın ilgisi, merakı, sorgulaması ve emek verip araştırması, kısaca aklını kullanması sonunda üretilmiştir.
R. T. Erdoğan’ın tanımladığı gibi, laik devlet her dine eşit mesafede olan devlet ise, laik eğitim de, en yalın haliyle her dine eşit mesafede olan ve eğitim-öğretim süreçlerini bir inanca dayandırmayan eğitim olmaktadır.
Laiklik ve eğitim konusunu, başka tanımları bırakıp R. T. Erdoğan’ın yaptığı tanım üzerinden ele alalım. Erdoğan, Arap Baharı sürecinde Mısır'a "laik bir anayasa" önerip "Türkiye’de anayasa laikliği, devletin her dine eşit mesafede olması olarak tanımlar” diyor (gazeteler, 14 Eylül 2011). A.
Açıkça, “Dindar, dinin ve kinin davacısı gençler” istediklerini söylediler!
Açıkça, “Dindar, dinin ve kinin davacısı gençler” istediklerini söylediler!
Geçen haftaki “Okullar açılıyor!” yazısında kullanılan eğitim sisteminin yozlaşması söyleminin kimilerini rahatsız ettiği anlaşılıyor.
Eğitim sistemi sapır sapır dökülürken okullar açılıyor! Döküntü, sistemdeki yozlaşmalardan kaynaklanıyor. En yoğun yozlaşmaların ortaöğretimde yaşandığı görülüyor. Yozlaşma, daha ortaöğretime geçişi belirleyen sınavlarda başlıyor. Geçen yıl son kez yapılan SBS ve ilk kez yapılan TEOG sınavlarıyla ilgili olarak mahkeme iptal kararları veriyor.
İki hafta önce söz edilen 2014 HBÖ strateji belgesinde, 10’uncu beş yıllık kalkınma planının “nitelikli insan ve güçlü toplum felsefesiyle hazırlandığı” (s.3) belirtilmektedir. Bu ifade kendi başına bir ciddiyetsizlik ya da “Yeni Türkiye” söylemi gibi kandırmacadan başka bir şey değildir. Çünkü tüm dünyada bilinen bir gerçek vardır: Güçlü toplum nitelikli insanlardan oluşmaktadır.
Türkiye’nin kaderine bakın: Cumhurbaşkanlığı makamından kim gidiyor, kim geliyor!
Gidenin, yedi yıllık görevi sırasında AKP’nin 1. Noteri gibi çalışması, Cumhurbaşkanlığı makamının anlamını içine sindiremediğini gösteriyor. Gelen ise, daha Cumhurbaşkanı olmadan yaptığı konuşmalarla, Cumhurbaşkanlığı makamını sultanlıkla karıştırdığını belli ediyor.
Bakanlık, ilk kez 2009’da açıkladığı Hayat Boyu Öğrenme (HBÖ) Strateji Belgesi’nin ikincisini geçen Mayıs’ta açıklamış bulunuyor. Bu belgelerde, genelde konunun önemine ve mevcut duruma değinilip hedeflere/önceliklere ve bunlarla ilgili beş yıllık eylem planına yer veriliyor.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde Başbakan’a verilen oy sayısının, 30 Mart yerel seçimlerine göre birkaç yüz bin daha fazla olduğu görülüyor. Bu durum, ister istemez insana, bırakın son 12 yılı, yalnız 30 Mart’tan sonra Başbakan’ın/AKP’nin neden olduğu olumsuzlukları anımsatıyor. Anımsananların bir bölümü şöyle özetlenebiliyor.
Pazar günü yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adaylardan biri AKP Genel Başkanı. “Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele” söylemiyle 12 yıl önce iktidar olup, ülkeyi yolsuzluk, yoksulluk, yasaklar ve hukuksuzluk ülkesi haline getirmiş Başbakan.
Her fırsatta, “Yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır” diyen Başbakan’ın, Cumhurbaşkanı olursa neler yapacağı,12 yılda yaptıklarından belli oluyor. 12 yılda Türkiye’nin nereden nereye geldiğini tüm dünya görüyor, izliyor ve biliyor. Bilinenlerin bir bölümü şöyle özetlenebiliyor.
Başbakan, AKP kurulmadan önce Refah Partisi adayı olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapıyor. Belediye başkanlığı sırasında, imam hatipli kimliği ve kültürüyle, günümüzün en azılı ve acımasız dinci terörist Hikmetyar’ın dizinin dibinde oturmasıyla ve “Devlet laik olur insanlar laik olmaz demokrasi hedefe kadar gidilecek tramvaydır” gibi söylemleriyle tanınıyor.
Pişkin olan, bildiğimiz klasik avcılardan biri değil, milli eğitim bakanı!
Üniversitelerden gelen ve üniversite” anlayışıyla bağdaşmayan haberlerde artış görülüyor. Örneğin Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ), Ömer Faruk Kırnıç’a, Gezi Parkı olayları sırasında “Duran İnsan” eylemi çerçevesinde, “Rektörlük Binası A Blok önünde izinsiz kitap okuma eylemi" nedeniyle soruşturma açmıştı!
Üç kuruş daha fazla kazanmak için her türlü fırsatı değerlendirmeye çalışan iş adamı gibi, AKP de, gücünü/baskısını 1-2 birim daha artırmak için her şeyi mübah görüyor. YÖK, ÖSYM, Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) ve devlet üniversiteleri AKP’nin yan kuruluşlarına dönüşmüş olması bile AKP’yi kesmiyor.
Türkiye’de her şey şirazesinden çıkarken üniversitelerden bir ses çıkmıyor! Üniversitelerin sessizliğinin bir nedeni, 29 Nisan 2014 tarihli soL gazetesinde değinildiği gibi, YÖK ve 2547 sayılı yükseköğretim yasasından kaynaklanıyor. Bir başka neden ise, akademisyenlik oluyor.
Hemen her gün, toplumu din toplumuna dönüştürecek bir adımın daha atıldığı görülüyor. Bir gün, okulların birinde kızlarla erkeklerin ayrı sınıflara konduğu haberi geliyor. Ertesi gün, bir üniversitenin konferans salonunda Yasin okutuluyor. Bir gün çocuklara imam hatibe gidip gitmeyeceği soruluyor. Bir başka gün, alkollü hastanın ambulansa alınmadığı haber çıkıyor.
Bakanlığın her karar ve uygulamasının altından gericilik çıkıyor.
Müslümanlıkta kin ve kindarlık makbul değerler olmasa da, kimi dindar geçinen kesimler, kindarlıklarını açıklamakta bir beis görmüyor. Hatta içlerinde, gençlerin “kinlerinin davacısı olmalarını “ isteyenler bile çıkıyor.
İstanbul’un 561. fetih yıldönümü nedeniyle, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün işbirliği ile öğrenciler arasında “fetih ruhu, Fatih ve gençlik kompozisyon yarışması” düzenlenmiş! İstanbul’da yapılan yarışmaya 41.876 kompozisyon gönderilmiş!
Dünyanın diktatörlükle yürütülen hiçbir ülkesinde olmayan şeyler bizde oluyor!
Genel ve yerel seçimlerde, genelde kimin, nerede, neye ve hangi sırada aday gösterileceğini belirtiyor dediği yapılıyor!
Türkiye’nin yükseköğretim adına yaşadığı talihsizlikler çok. Bunlardan biri, Mimar Sinan Üniversitesi rektörünün, “AKP’li olmayan rektör mü var?” sözünde saklı. Rektörlerin çoğu AKP’li ve Ş. Dede’nin deyişiyle, “‘Gül’ kokulu” üniversiteler ise “takunyalı” (Bilim ve Gelecek, 104, Ekim, 2012)!
Soma faciası öncesinde ve sonrasında yaşananlardan kaynaklanan öğretiler, ağırlıklı olarak, iktidardan ve yandaşlarından kaynaklı öğretiler oluyor. Esasında öğrenmeye yatkın insanlar, AKP’nin öğretilerini iktidarın ilk gününden itibaren öğrenmeye başlamıştı. Daha önceleri pek belirgin olmayan AKP’nin öğretileri, 2011 Haziran genel seçimleri sonrasında su yüzüne çıkmıştı.
Bir rektör (!), “ne olacak” deyip geçmeyelim. Ne de olsa o, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na göre, bilimsel özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip, yüksek düzeyde eğitim-öğretim, bilimsel araştırma ve yayım yapan ve adına üniversite denen kurumun (m. 3) en üst yöneticisidir.
Soma ve diğer maden kazalarında yitirilen canlar için.
Eğitim sistemini, aklını ve bilimsel bilgisini kullanacak duyarlı insanlar yetiştirmek yerine, itaatkâr, girişimci ve kadere inanan kişiler yetiştirecek şekilde dönüştürüyorlar. Bilimsel, akılcı ve insancıl olamamanın sonucunda ortaya çıkan olumsuzluklara ise, “Kader” diyorlar!
Üç gün önce gerçekleştirilen Danıştay’ın 146’ıncı Kuruluş Yıldönümü töreni, yeni öğretilere kaynaklık etti.
Bu tören, toplumun, hukuk, adalet, eşitlik, laiklik, bilimsellik ve insan hakları gibi konularda, iktidar ve yandaşları ile iktidar karşıtları olarak ikiye ayrıldığını bir kez daha öğretiyor.
AKP üst düzey yöneticilerinin hemen her konuyu kara yerine ak, yalan yerine doğru dercesine çarpıttıkları biliniyor. Ancak gerçeği çarpıtan açıklamalar milli eğitim bakanı olan kişiden gelince, olay bir başka boyuta taşınmış oluyor. Esasında, “Avcı, atıp duruyor” demek daha doğru da, ayıp olmasın diye insan yazamıyor.
Hükümetin estirdiği terörün yaşandığı dünkü 1 Mayıs 2014’ün üç duvarla simgelenebileceğini söylemek pek yanlış olmayacak.
Zaman zaman “Üniversiteler neden sessiz?” diye soruluyor. Tabii bu soru, ülkede haksızlık, hukuksuzluk, eşitsizlik, talan, yolsuzluk, despotluk vb artıkça daha da sık soruluyor.
Gündem Çocuk Derneği, Türkiye'de Çocuğun Yaşam Hakkı 2013 Raporu’nu açıklıyor. Bu derneğin raporlarına göre, 2011 yılında Van depreminde ölen çocuklar sayılmazsa önlenebilir nedenlerden dolayı hayatını kaybeden çocuk sayısı 499 iken bu sayı 2012’de 609’a ve 2013’te ise 633’e yükseliyor. Ölen çocuk işçi sayısı 38 iken bu yıl 71'e yükselmiş bulunuyor.
YÖK, 2013-2014 öğretim yılında, ortaöğretim alan öğretmenliği programlarına öğrenci alımını dondurmuştu! Temel gerekçe, bu alan öğretmenlerine gereksinim duyulmamasıydı.
32 yıldır öğretmenler genellikle eğitim fakültelerindeki öğretmenlik programlarında yetiştirilmektedir.
Müslüman ülkelerde, 15-20 yıl öncesinde türbanlı kimseler pek yokken şimdi, türbansız kadın yok gibi! Türkiye’de de, “inancı gereği” ya da “alışkanlık olarak” başörtüsü kullanılıyordu, şimdi türban kullanılıyor! Bir bakıma türban son on yılların modası. Kim bilir belki de yakında erkekler de kendi türbanlarını üretecek!
Ülkemizde ciddiyetsizlik diz boyu! YÖK başkanı Çetinsaya bile kendini bu akıma kaptırmış! Bakın ne yapıyor?
Türkiye Cumhuriyeti, Anayasası’na göre, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletidir. Anayasa’nın kabul edildiği 1982’de, imam hatip yetiştirmek üzere açılan okullarda 180 bin ve yükseköğretim düzeyindeki dini okullarda da 2 bin dolayında öğrenci okumaktadır. Kuran kurslarına katılanların sayısı da 65 bin kadardır.
Devlet yönetiminde ciddiyetsizlik aldı başını gidiyor!
Günlük yaşamda sık sık bir tanımlama, değerlendirme yapma durumuyla karşılaşabiliyoruz. Yeri geliyor, “Siyah” diyoruz, “Beyaz” diyoruz. Ucuz-pahalı, zayıf-şişman, doğru-yanlış, güzel-çirkin diyoruz. Hırsız, yalancı, vicdansız, katil, cani gibi sıfatlar da kullanıyoruz.
Yıllar önce cinayet işlemiş kişi, bir gün cinayeti kendisinin işlediğini ağzında kaçırdığında, “Allah söyletiyor” deriz. İstemeden ya da bir dil sürçmesi olarak söylenen sözler de, bir gerçeğin itirafı olduğunda, insanın ruh halini ortaya koyduğunda ya da bilinçaltını yansıttığında da, “Allah söyletti/söyletiyor” deriz.
AKP iktidarında her şeyin çivisi çıkıyor. Hukuksuzluk, haksızlık, yolsuzluk, vicdansızlık, yalan ve dolan almış başını gidiyor. Böyle bir ülkede sağlıklı yapılar da çözülüyor, akıl tutulması da yaşanıyor. Eğitim de bundan fazlasıyla payını alıyor.
Türkiye’de sanki her şey olağanmış gibi, geçenlerde çocuğu olmayanların çocuk sevgisini anlamayacakları konusunda da bir dalaşma (polemik) çıkmıştı. Her toplumda, evli-bekar ve çocuklu-çocuksuz insanların büyük bir çoğunluğunda insan sevgisi de vardır çocuk sevgisi de.
Osmanlının ilk 300 yılında, yaygın olarak Müslüman olmayanların kendi okulları, Müslümanların da Selçuklulardan miras aldıkları sıbyan mektepleri ile medreseleri vardı. Osmanlı Muhteşem Süleyman’ın torunu III. Murat zamanında, 1583’te Fransızlar Katolik okulları ve II. Mahmut zamanında da ABD’ye Protestan okulları açma izni verdi.
BERKİN, ekmek almak için bakkala giderken, bir polis tarafından vurulmuştu. Doğaya, emeğe, özgürlüğe, eşitliğe, insan haklarına, kardeşliğe, laikliğe, bilime, barışa, iyiliğe, güzelliğe, … düşman olanların emirlerini uygulayan bir polis.
AKP, kavramları çarpıtıp içini boşaltmada, bazı değerleri yozlaştırmada, gerçekleri çarpıtmada, 17 Aralık sonrasında ivme kazanmış bulunuyor. Bu bağlamda yakında Guiness Rekorlar Kitabı’na girse, kimse şaşırmayacak.
Bilindiği gibi 3 Mart, özgürleşme, aydınlanma ve Cumhuriyet eğitimi adına, ümmetten yurttaşlığa geçiş yolunun açılması adına önemli bir tarih. Üç temel yasanın kabul edildiği, 3 Mart 1924’ün yıldönümü. O gün, 429 sayılı yasayla, Şeriye ve Evkaf ve Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekâletleri kaldırılıyor. 430 sayılı Öğretim Birliği yasası (Tevhid-i Tedrisat kanunu) kabul ediliyor.
Cumhurbaşkanı ne iş yapıyor? Mühür vurmasını ve de imza atmasını bilen her (ülkemizde “er” kişinin) yapacağını yapıyor. Önüne gelen yasayı, Anayasaya, insan haklarına, eşitliğe, demokrasiye, kamu vicdanına, … uyup uymadığına aldırmadan imzalayıp mühürlüyor!
Son günlerde, yalnız Türkiye’yi değil, tüm dünyayı sarsan olaylar yaşanıyor. Bu tür olayları Başbakan’ın belediye başkanlığı dönemindeki söylemlerinden de başlatmak mümkün, oğlunun neden olduğu trafik kazasından da. Geçmiş geçmiştir diyenler için, Gezi Parkı direnişiyle ya da 17 Aralık yolsuzluk olaylarıyla da başlatmak mümkün.
Dershane tasarısı, her zaman olduğu gibi hemen hemen hiç tartışılmadan ilgili komisyondan şıppadak geçti Meclis’ten daha da hızla geçecek. AKP, eğitim gibi devletin üst temel yapılarından birini yok ederken, ne yaptığını bilmediğini de gösteriyor.
Bilindiği gibi cumhuriyetle yönetilen ülkelerde devlet başkanına cumhurbaşkanı deniyor. Arapça halk demek olan “cumhur” sözcüğünden üretilen cumhurbaşkanı sözcüğü, aynı zamanda halkın başkanı anlamına geliyor.
AKP’nin yargıyı AKP’lileştirmekle yetinmediği, dershane tasarısı denen “Milli Eğitim Temel Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK)’de Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” ile milli eğitimin bitirilip AKP’lileştirme bakanlığına dönüştürüleceği görülüyor.
Esasında Avcı’nın ve bakanlığın her kararından sonra bu soru soruluyor. Oysa bu sorunun yanıtı, uzun bir süredir açığa çıkmış bulunuyor: Avcı ve bakanlık ne yaptığını bilmiyor. Bu bilmezlik, son dershane tasarısında da ortaya çıkıyor, daha önceki bakanlık kararlarında da.
1982’de kurulur kurulmaz YÖK’ün yaptığı ilk işlerden biri, 21 Ağustos 1982’de “Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği” adında bir yönetmelik hazırlamak olmuştu. Bu yönetmelik, genellikle sertleştirilerek pek çok kez değiştirilmişti. 20 gün önce bu yönetmelik bir kez daha değiştirildi.
Okul içi başarıya önem verileceği söyleminin hemen arkasından Avcı, güya sözlerine açıklık getiriyor: “İlk etapta okul içi başarılar ama inşallah daha sonra özellikle Amerika’da olduğu gibi çocuğun sportif, sanatsal, kültürel başarılarının da değerlendirmeye katılacağı bir sistemle üniversiteye” yerleştirilmesinden söz ediyor.
Türkiye’nin 160 yılı aşan yetiştirme deneyimleri, üretilecek her yeni öğretmen yetiştirme modeli için zengin bir kaynak oluşturuyor. Bu deneyimleri/kaynağı yadsıyan TÜSİAD’ın son raporuyla ilgili bir iki söz edip konuyu şimdilik kapamak gerekiyor.
Yargı, aylar önce son yapılan Seviye Belirleme Sınavı (SBS)’nın yürütmesini durduruyor da, bir türlü Avcı’yı susturamıyor. Geçen Kasım ayında yapılan temel eğitimden ortaöğretime geçiş (TEOG) sınavında da yanlış olan sorular iptal ediliyor. Yanlış soru iptali o sınavın ciddiyetine gölge düşürse ve güven kaybına neden olsa da, öğrencilerin puan hesabında bir yanlışlığa neden olmuyor.
YÖK Genel Kurulu (YÖKGK), hepi topu 21 kişi ama, tıpçılarıyla, mühendisleriyle ve ilahiyatçılarıyla, Allah için her derde deva olan ve her şeyi çok iyi bilen bir kurul!
Türkiye’de akıl-almaz şeyler oluyor. Sanki kimileri mali konulardaki yolsuzlukları, umursamasa da, yolsuzluk olarak görüyor da, diğer yolsuzlukları yolsuzluk olarak görmüyor gibi. Bir iş yolu yordamıyla yapılmıyorsa, işin ucunda “para” yoksa neredeyse ortada yolsuzluk var denemeyecek! Son bir ay içinde olanları anımsayalım.
Hemen her gün dershanelerle ilgili bir haber çıkıyor. Haberlerin içeriği farklı olsa da, ortak bir nokta bulunuyor: Son kararı Başbakan verecek! Karar verilecek her konuda durum böyle son kararı Başbakan veriyor! Hiçbir haberde, örneğin, “Bakanlar Kurulu’nda son karar verilecek” denmiyor!
Yolsuzluk yalnız mali işlerle sınırlı değil ki. Bir işi yolu yordamıyla yapmadığınızda, o işte yolsuzluk olmaması mümkün mü? Adil, akıllı ve gerçekçi olunmaması da yolsuzluk olasılığını artırıyor. Hele bir de işin içine, girişimcilik ve rekabet ile hırs ve kin girdiğinde, haddini bilmezler ya da kifayetsiz muhterisler olduğunda yolsuzluk için verimli bir ortam oluşuyor.
4-5 Ocak tarihlerinde Açık Ortaöğretim Sınavları yapılmış. Bu sınavda görev almış bir öğretmen arkadaş, sınavla ilgili kaygılarını bir e-posta ile benimle paylaşmasa, haberim bile olmayacaktı. Öğretmenin kaygılarının başında sınavın uzunluğu, ciddiyetsizliği ve sınavdaki din kültürü ve ahlak bilgisi dersiyle (DKABD) ilgili sorular geliyor.
Kimileri, bazı konularda “Allahın hakkı üçtür” derler. Bu söylem doğruysa, AKP, yolsuzluk konusunda üç hakkını da kullanmış demektir.
TÜSİAD’ın Prof. Dr. H. Özcan’a hazırlattığı ve “Okulda Üniversite: Türkiye’de Öğretmen Eğitimini Yeniden Yapılandırmak için Bir Model Önerisi” adını taşıyan son rapor, pek çok ilginç noktayı içeriyor.
Geçmiş yılları bir kenara bırakıp yalnız 2013’e odaklansak bile, alacak pek çok.
Devlet için çalışanların ya da çalışıp emekli olanların, artan hayat pahalılığına karşın, maaşlarına komik düzeylerde zam yapılıyor. Çoğunluk yoksulluk sınırında ve asgari ücretle çalışanlar da açlık sınırında bir ücretle çalışıyor. Ücretliler, devletten alacaklı.
Son yıllarda, yılın son günleri skandallarla geçiyor. 28 Aralık 2011’de Roboski faciasını yaşamıştık. Geçen yıl, AKP’nin-polisin ODTÜ saldırısını yaşadık ve AKP’nin gençlerden ne kadar korktuğunu gördük. Şimdi de, ortalık yolsuzluk davalarıyla çalkalanıyor.
Genç korkusuyla 2013’e giren AKP’nin, daha değişik ve yoğun korkularla 2014 yılına gireceği anaşılıyor.
İnsan her gün, her yerde ve her zaman bir şeyler öğreniyor. Öğrenme, erken insanın üç milyon yıl kadar öncesinde ortaya çıkmasından bu yana devam ediyor. Ve devam edecek. Öğrenme yaşamboyu sürüyor. Her yerde, her koşulda, her zaman yeni öğrenmeler oluşuyor.
TÜSİAD, sermayenin serbest dolaşımına alıştığından mı nedir, sermaye alanı dışında da serbestçe dolaşıyor her konuda raporlar hazırlıyor ya da hazırlatıyor ve görüş açıklıyor. En çok ilgilendiği alanların başında da, nedense eğitim geliyor.
Dershane dalaşı, yeni bir evreye girdi dershane gitti dalaşma kaldı. Dershane dalaşının temel kaynağının dershane olmadığı çoktan ortaya çıkmıştı. Son günlerde yaşanan olaylara bakınca, dalaşmanın, dalaşan tarafların içine düştüğü kirliliğin dayanılmaz boyutlara ulaşmasından kaynaklandığı anlaşılıyor.
YÖK Ekim 2005’te, AKP’nin o zamanki Başbakanlık Müsteşarı Prof. Dr. Ömer Dinçer’e, yazdığı kitapta intihal yaptığı gerekçesiyle, “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası” vermişti. Çünkü intihal, üniversitede ve bilim dünyasında, akademik ahlak (etik) açısından en büyük suç.
İnsan, her yerde, her konumda ve her an öğrenebilen bir varlık. Çocuk evinde aileden ve sokağa çıkmaya başladığında da çevreden öğreniyor. Öğrendiklerini günlük yaşamında kullanabildiği ölçüde rahat ediyor.