Yurttaş sorumluluğu

7 Haziran 2015 genel seçimlerinden iki gün önce yazdığım yazıda, o günkü yazı çerçevesinde yurttaş tanımı için kısaca, “bu yurdun insanı” desem de, daha karmaşık tanımlar var tabii. Bir kere her ülkenin/ devletin kendi yurttaşı var. Ama örneğin Osmanlıda olduğu gibi, hakimiyetin padişahta/ kralda olduğu devletlerde yaşayanlara genelde yurttaş yerine tebaa; din devletinde yaşayanlara da ümmet deniyor.

Günümüzdeki anlamıyla yurttaş, ulus devletlerin ortaya çıkmasından sonra hakimiyetin millette olduğu ülkelerde yaşayanlar için kullanılan bir sıfat. Çünkü hakimiyetin kayıtsız şartsız millette (ulusta) olduğu ülkelerde yaşayanlar, özgür ve eşit bir şekilde kendi geleceklerini kendileri belirleyebiliyor. Hakimiyetin kayıtsız şartsız millette olduğu demokratik rejimlerde, yurttaşların seçimlerde oy vermesi, siyasal partiler kurması, siyasi partilere üye olması, demokratik baskı grupları oluşturması ve korkmadan/çekinmeden politik konular hakkında görüş belirtmesi bekleniyor. Bu durumun tersi de geçerli oluyor: Demokratik yaşam için ve demokratik yaşamı sürdürebilmek için ülkede yaşayanların yurttaşlık bilincinde yurttaş kimliğinde olması gerekiyor. Çünkü demokratik yaşam okulda ve /ya da okul dışında demokratik tutum ve davranışlar kazanmış yurttaşlar sayesinde gerçekleşebiliyor.  

Bu gerçeğin ayrımında olan ve halk egemenliğini içtenlikle benimseyen yönetimler,  barışsever,  insan haklarına, farklı inançlara, kültürlere ve ırklara saygılı yurttaş yetiştirmeye ağırlık veriyor. Bu nitelikte yurttaş yetiştirmek için, 8-10 yıllık temel eğitime gereksinim duyuluyor. İnsanlar bu 8-10 yıllık temel eğitim süresinde kazanacakları devinimsel, bilişsel ve duyuşsal edinimlerle demokratik yaşamın aradığı yurttaş oluyor. Bu arada, tabii ki okula gidememiş olanlar da, kendi kendilerini geliştirerek pek çok eğitimli kişiden daha bilinçli yurttaş olabiliyor.

Ancak sömürgeci kapitalist devletlerle onlarla çıkar bağlantısı içinde olan gelişmekte ülke yöneticileri, ülkelerinde yaşayanların yurttaşlık bilincini edinmemeleri için akla gelmedik yolları deniyorlar.

Devlet, bu 8-10 yıllık süreyi, mesleki eğitim ve açıköğretim diye böldüğünde, insanların ortak yurttaşlık bilincine erişmesini istemediğini göstermiş oluyor. Çünkü meslek liseleriyle açık lisede okuyan çocukların bilişsel ve duyuşsal edinimleri, genel eğitim verilen liselerde okuyanların çok gerisinde kalıyor. Durumun böyle olduğu üniversiteye giriş sınavlarında açık seçik görülüyor. Bakan Avcı, mesleki eğitimde okuyanların sayılarının genel eğitim verilen liselerde okuyanların sayısını geçtiğini övünerek açıklarken, bu öğrencilerin yeterince yurttaşlık bilinci kazanamayacakları için övünmüş oluyor. Hele temel eğitim olması gereken bu 8-10 yıllık süreçte bir de dini öğretime ağırlık verildiğinde, devletin yurttaş değil de tebaa ya da ümmet istediği açıkça ortaya çıkmış oluyor.

Okullarda, barış, demokrasi, insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi evrensel değerleri içermeyen, yalnız dini değerlere dayalı “değerler eğitimi” etkinliklerini sürdürülmesi de, öğrencilere cihat ve fetih anlayışı kazandıracak projelerin uygulanması da, devletin, yurttaş değil tebaa ya da ümmet yetiştirmek istediğini gösteriyor. Bakan Avcı’nın 2013 Eylül’ünde, “Çocuklar savaş oyunu oynuyor/… /… Amaçları benzemek mücahit ağabeylerine” ve “Adı Gülbeddin Hikmetyar, liderimiz bizim/Allah adıyla konuşur, Allah için savaşır en önde/ … Seviyoruz tüm ülke gibi biz küçük mücahitler de onu” gibi cihat vurgusu yapan şiirlerin bulunduğu bir kitabı öğrencilere dağıtması, yurttaş istenmediğinin kanıtı oluyor.

R. T. Erdoğan’ın da, kendisini, kaçak sarayı ve AKP’nin bazı uygulamalarını eleştirenlere, hakarete varan sözler söylemesi, onları dışlaması, gazeteciyse, gazeteden atılmasını sağlaması, yurttaş istenmediğinin bir başka kanıtı oluyor.

Toplumsal yaşamda gözlemlediğimiz kadarıyla, (yurttaşlık bilincinden hoşlanmayan) hükümet yetkilisi olmadıkları halde, bazı kişilerin, Osmanlı hayranı olduğu ve hatta kimilerini padişahlığa layık gördüğü biliniyor. Osmanlı hayranı olunması ve/ ya da padişahlığı-günümüzde aynı anlama gelecek başkanlık sisteminin istenmesi, yurttaşlık anlayışından uzak bir tutum oluyor. Çünkü yurttaş, ileri düzeyde sorumluluk almadan bile, salt seçimlerde oy vererek, istediği kişileri parti lideri yapma, iktidara getirme ve yanlış yaptıklarında da bu kişileri liderlikten/ iktidardan indirme gücüne sahip bulunuyor. Yurttaş, seçimlerde verdiği oyla bile, ülkenin demokratikleşmesine, eşitliğin ve halk egemenliğinin pekişmesine yardımcı olabiliyor.

Yurttaşlık bilinci yeterince gelişmemiş ya da kendi çıkarını, toplum ve ülke çıkarlarının önünde gören seçmen ise, yolsuzluk yaptığını, gerçekleri çarptırdığını ve ülke kaynaklarını talan ettiğini bildiği iktidara oy verdiğinde, o iktidarın diktatörleşmesine katkı vermiş oluyor. Hitlerin, seçimlerde aldığı oylarla diktatörleştiğini unutmamak gerekiyor.

İnsan haklarına saygılı ve barışçıl bir yaşamı sürdürmenin ve dünya devletleri arasında saygın bir yer alabilmenin yolu, yurttaşın, hiç değilse seçimlerde yurttaş gibi davranmasından geçiyor.

[email protected]