YÖK’ün sonu

6 Kasım’da YÖK 36 yaşını dolduruyor.

Anayasa’nın 131’inci maddesine göre YÖK, “ Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim - öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirilmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak maksadı”yla oluşturulan bir kurumdur. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 7’inci maddesine göre de YÖK, yükseköğretimle ilgili akla gelen hemen her şeyden sorumludur.

Ancak bu yasal yetkilerine karşın, 36 yıllık uygulamalarına ve bugün geldiğimiz noktaya bakarak YÖK’e, “üniversite kavramı ve işlevi” açısından kayıp bir kuruluş demek mümkündür.

YÖK’e verilen onlarca görev içinde hemen her konu vardır ama “Cumhurbaşkanının dediklerini yapar” gibilerinden bir görev yoktur. Anayasada ve 2547 sayılı yasada, YÖK’ün görevlerini, cumhurbaşkanlarının istek ve eğilimleri doğrultusunda yürüteceğine dair bir ifade de yoktur, ima da. Hatta Anayasada ve 2547’de, YÖK’ün bir yerlere hesap vereceğine dair bir ifade de yoktur. Çünkü YÖK özerk ve bilimsel bir kurumdur. Yasal düzlemde cumhurbaşkanlarıyla ilişkisi, cumhurbaşkanının YÖK başkanını seçip atamasıyla sınırlıdır. Bu atama ilişkisinin YÖK başkanı ile onu atayan cumhurbaşkanı arasında bir sevgi bağı oluşturması, insani ve anlaşılabilir bir durumdur. YÖK başkanları ile cumhurbaşkanları arasında, makamın gerektirdiği saygı ilişkisi de hem doğal ve hem de gerekli olan bir durumdur. Ancak bu ilişki, YÖK başkanının, kendisini atayan cumhurbaşkanının emrine girmesini ya da emrinde hissetmesini gerektiren bir ilişki değildir.  

Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in atadığı YÖK başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, Evren’in görevi bittiğinde Özal’ın cumhurbaşkanlığında da başkanlığını sürdürmüştür. Cumhurbaşkanı Özal’ın atadığı YÖK başkanı Prof. Dr. Mehmet Sağlam, Özal ölünce Cumhurbaşkanı olan Demirel zamanında da başkanlığını sürdürmüştür. Cumhurbaşkanı Demirel’in YÖK başkanlığına getirdiği Prof. Dr. Kemal Gürüz, Demirel sonrasında Cumhurbaşkanı olan A. N. Sezer’in Cumhurbaşkanlığında da YÖK başkanlığını sürdürmüştür. Sezer’in YÖK başkanlığına getirdiği Prof. Dr. Erdoğan Teziç de (çok kısa bir sürede de olsa) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül zamanında da başkanlığını sürdürmüştür. Bu örnekler, YÖK başkanlığının atamayı yapan cumhurbaşkanıyla özdeşleşmediğinin, kendilerini atayan cumhurbaşkanlarının değil de, YÖK’ün başkanı olduklarının göstergesidir.

Kuruluşundan itibaren baskıcı, piyasacı ve gerici bir kurum olan YÖK’ün, (AKP’li bir cumhurbaşkanının seçilmesinden sonra) 2008 yılından itibaren AKP’lileştiğini söylemek mümkünken, önceki yılların YÖK’ü için, DSP’lileşmiş, DYP’lileşmiş ya da ANAP’lılaşmış demek kolay değildir. YÖK’ün AKP’lileşmesi, akademik ve bilimsel anlamda zaten yetersiz olan kurumsal kimliği iyice yıpratmıştır.

Geçmiş yıllarda, cumhurbaşkanları, göreve geldiklerinde, görevdeki YÖK başkanını değiştirmemiş, atama döneminin sonuna kadar onlara dokunmamışlardır. Cumhurbaşkanı Sezer, Gürüz ile açıkça anlaşamamış olsa da, selefine ve kurumlara saygısından, dönemi bitmeden Gürüz’ü görevden alıp onun yerine bir başkasını atamamıştır.

Kamuoyunca bilinen hiçbir yasal gerekçe yokken şimdiki Cumhurbaşkanı’nın ilk iş olarak YÖK başkanını dönemini tamamlamadan görevden alması, kurumun kimliğine vurulan bir darbe olmuştur. Yasal olmayan bir şekilde görevden alınan kişinin yerine o görevi kabullenmek de, hem kabullenen kişiye hem de bir kez daha kurumsal kimliğe zarar vermiştir.  

Geçmiş yıllarda, cumhurbaşkanlarının kamuoyu önünde YÖK’ten belirgin bir şeyler istemesi ve de YÖK başkanlarının bu isteği anında yerine getirmesi gibi durumlar pek yaşanmamıştır. Cumhurbaşkanlarından gelen ve YÖK tarafından yerine getirilen istekler olmuşsa bile, bunlar yolu-yordamına uygun olarak gerçekleşmiştir. Cumhurbaşkanlarının kamuoyuna açık ortamlarda YÖK’ten uzun vadeli isteklerde bulunması başka şeydir, kısa dönemde olmasını beklediği isteklerde bulunması ve bu isteklerin anında YÖK tarafından yerine getirilmesi faklı şeylerdir. İkinci durumda kalınması YÖK’ün özerk ve bilimsel kimliğini yok eden bir durum olmaktadır.  

Çok yakın zamanlarda gerçekleşen olayların bir bölümü şöyledir: Bir bölüm başkanı, uygulamalar dersinden kalan öğrencilerine, 15 Temmuz şehitlerine, gaziler vakfına ya da Kızılay’a 100 lira bağışladıklarını belgelediklerinde 100 puan vereceğini açıklamıştır. Bir tıp fakültesi, by-pass ameliyatlarıyla ilgili bir makaleyi,  “Evrim teorisi ve evrimsel argüman çok fazla kullanılmış, sıkıntı yaşarız” gerekçesiyle reddetmiştir. Aynı zamanda Biyoloji Bölüm başkanı olan bir dekan, “'Biyoloji kitaplarında ateizm öğretiliyor” diyerek açıklama yapmıştır. Bir rektörün açıklaması da,  “En iyi tedavi ruhi tedavi ve namazdır” şeklindedir. Bu tür hezeyanlar hemen her gün ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı istedi diye, barış bildirisini imzalayan akademisyenlere karşı anında aslan kesilen YÖK başkanı, bu tür açıklamaları ise görmezden gelmektedir.

Artık YÖK, AKP Genel Başkanı, “Yardımcı doçentlik” deyince o konuya, “Seçme sınavı” deyince bu konuya el atmakta, özerklik, laiklik, bilimsellik ve demokratiklik gibi konulardan da uzak durmaya çalışmaktadır. Bu durum, YÖK,’ün AKP’lileşme sürecini tamamlayıp AKPYÖK’e dönüştüğünü göstermektedir.   

[email protected]