YÖK'te yeni bir sayfa mı?

Bir iki haftadır YÖK toto oynanıyordu: “A,B, C” yok “D” YÖK başkanı olabilir deniyordu. Üzerinde toto oynanan isimlerden biri olmadı ama kimilerinin tahmin ettiği kimliğe sahip bir kişi YÖK’e başkanı oldu. Türkiye, acayipliklerin yasalaşabildiği ve bir türlü değiştirilemediği sözde demokratik bir ülke durumundadır. Türkiye’deki tüm üniversiteleri neredeyse parmağının ucunda oynatacak kişiler, 25 yıldır cumhurbaşkanlarının keyfine göre YÖK Başkanı olarak seçilip atanıyor. Beğenelim beğenmeyelim, YÖK başkanlarının, beş-on bin kişilik bir havuzda bulunup cımbızla çıkarıldıkları su götürmez bir gerçek. 

Yeni YÖK başkanı da, herhalde, bir önceki başkanlar gibi değerli bir insandır; seveni çoktur. Uluslararası Stratejik Araştırma Kurumu’nun Bilim ve Dayanışma Kurulu Başkanıdır. Uluslararası Hukuk ve Politika Dergisi yazı kurulu ile bir bakıma ABD’ye beyin göçü sağlama aracı gibi çalışan Fulbright Komisyonu üyesidir. Genelde fen bilimleriyle ilgili bir kurum olan TÜBİTAK Başkanı’nın danışmanıdır. Bir sosyolog olarak bu görevleri üstlenmesi bu değerin bir göstergesidir. 

Göstergeler bunlarla sınırlı değildir. Anlaşıldığı kadarıyla, yeni başkan pek çok konuya el atmış durumdadır: “Üniversiteye Giriş ve Yüksek Öğretim Reformu Araştırması” vardır; üyesi olduğu USAK, 15 Haziran 2007'de bir Kuzey Irak raporu yayımlamıştır; Malezya’da Uluslararası İslam Üniversitesi’nde iki yıl kadar çalışıp, “Geleneksel Müslüman Toplumu Kelantan’da Yaşamın Niteliği” raporunu hazırlamıştır. “Türkiye Ulusal Enformasyon Altyapısı Anaplan” konusundan “Eğitimde Öğretim Materyalleri: Bugünkü Kullanım ile Gelecekteki Gereksinimi Belirleme” konusuna kadar hemen her konuda; Ulaştırma Bakanlığı’ndan Milli Eğitim Bakanlığı’na ve Dünya Bankası’ndan UNDP’ye kadar pek çok ulusal ve uluslararası kuruluşla 30’a yakın proje çalışmaları vardır. Yeni başkanın gerçek bir girişimci olduğu görülmektedir.

Yeni başkanın internet üzerinden ulaşılan özgeçmişinde yer alan 1983-2004 yılları arasındaki yazılarından anlaşıldığı kadarıyla, yayınlarının önemli bir bölümü (çoğu iki olmak üzere) çok yazarlıdır. 1989’da doçent olmasına karşın ancak 2003’te (epey gecikerek 14 yılda) profesör olmuştur. Yazdığı makalelerin ya da sunduğu bildirilerin önemli bir bölümü polis ve İslam’la ilgili konular üzerinedir. Polisle ilgili makalelerinden biri, “Emniyet Genel Müdürlüğü Küçükleri Koruma Şubesinin Statü ve İmajının Değiştirilmesi” konusundadır. “İslam Ekonomik Gelişmeye Engel midir?: Karşıt Delil ve Bazı Metodolojik Düşünceler” ve “Kanada’da Müslümanlar” gibi İslam’la ilgili yazıları da tek yazarlıdır. 

Yeni Başkan bu çalışmalarıyla dikkat çekip TÜBİTAK başkanı danışmanlığına getirildiği gibi, yine bu çalışmaları nedeniyle de YÖK başkanlığına getirilmiştir. TÜBİTAK deyince, ister istemez, bu kurumla ilgili yasanın, başbakanın isteği üzerine bir kerecik değiştirildiği ve yasa değişikliği sonrasında AKP tarafından yapılan atamaları Danıştay’ın iptal etmesine karşın atanan kişilerin görevlerini sürdürdükleri akla geliyor. 

AKP’nin, bu partinin başkanı olan başbakanın ifadesiyle, “Türkiye’yi pazarlamaya gelmiş” bir parti olduğu biliniyor. KİT’lerin özelleştirilmesiyle, yeraltı kaynaklarını yabancıya peşkeş çekecek maden yasasıyla, ormanların satışa sunulmasıyla, yabancılara toprak satışıyla, ABD-AB-IMF’ye indeksli dış politikasıyla vb uygulamalarla bu durum açıkça görülüyor. AKP ayrıca, bu sömürüye karşı çıkmayacak kitleler oluşturmak için iç politikada “İslam” üzerine oynayarak işlevini başarıyla yürütüyor. AKP’nin lider kadrosunun, 1990’ların ortalarında savunduklarının bugün tam tersini savunup uyguladıkları da biliniyor. Bu ortamda, AKP tarafından bir üst göreve getirilenlerde ve o görevde kalanlarda yeni bir kimlik oluşuyor. Bu yeni kimliklerinden rahatsızlık duymayanlar görevlerine devam ediyor. AKP tarafından bir üst göreve getirilen bir kişinin, sonradan, daha da önemli bir göreve getirilmesi, o kişinin edindiği kimliği pekiştiren bir durum oluyor. 

Yeni başkan bu kimliği benimseyen bir kişiyse, YÖK’ün yeni sayfası ile kapanan sayfası arasında bir fark olmayacak: Yükseköğretim sistemimizin, özelleşmesi, girişimci olması, anamalcı sömürüyle eklemlenmesi kaçınılmaz olacak. Yeni başkan polislikle ilgili yazılarının etkisiyle “polis devleti” anlayışını öne çıkaracak bir başkan olursa, yeni sayfa kapanan sayfadan farklı olmayacak: Öğretim üyelerini ve öğrencileri disiplin soruşturmaları bekleyecek. Yeni başkan YÖK’te de AKP’nin kadrolaşma işlevine yardımcı olacaksa, yeni sayfa bu açıdan da eskisinden farklı olmayacak: Yükseköğretim kurumları, bu kez AKP paralelinde yapılanacak. Yeni başkanın, “Türban yasağı kalkarsa, üniversitede başı açık kimse kalmaz” yorumuna karşı, “Hiç öyle düşünmüyorum. Hatta serbestlik ortamı oluşacağı için türban takanların bir kısmı vazgeçecek” dediği (yasak kalkınca kızlarda günah anlayışı da değişecek mi demek istiyor!) biliniyor. Bu durumda yapılaşmanın türbanlaşıp dinselleşme yönünde olacağı görülüyor. Yeni başkanın gazetelere ve televizyonlara yaptığı “YÖK’e gidince bakacağız, sorunları sıraya koyup çözeceğiz” türünden açıklamalara bakınca da YÖK’te yeni bir sayfa görünmüyor: Önceki YÖK başkanları da, her şeyi çok bilen kişilerdi ve çözümleri ya kendi başlarına ya da dar bir çerçevede üreterek sistemi bugünkü duruma getirmişlerdi.

Yükseköğretim sistemimizin gereksinimi, kapanan sayfaları aynen yinelemek değildir; sistemin bilimselleşmesi, demokratikleşmesi ve kamusallaşmasıdır. Yeni başkanın kimliği ne olursa olsun, geçmişte ne yapmışsa yapsın, değişip yükseköğretimin bu gereksinimlerini giderici yönde YÖK başkanlığı yapması olasılığı, çok küçük de olsa, yok değildir. Türkiye’nin umudu, YÖK’te bu küçük olasılığı gerçekleştirecek bir sayfanın açılmasıdır.