YÖK ne(den) ilgisiz!

Rıfat Okçabol'un “YÖK ne(den) ilgisiz!” başlıklı köşe yazısı 18 Aralık 2012 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

YÖK, biliyorsunuz hepi topu 21 kişilik bir kurul. Bakanlar Kurulu (tabii ki Başbakan), Cumhurbaşkanı ve çoktan AKP’leşmiş olan Üniversitelerarası Kurul 7’şer üye seçiyor. YÖK, genelde kraldan fazla kralcı üyelerden oluşuyor. Bu kurul, hiçbir biçimde ülkemizdeki akademik topluluğu temsil etmiyor. YÖK’te akademik alanlara göre en çok temsilcisi olan alan, tahmin edeceğiniz gibi ilahiyat bunu tıp ve mühendislik alanları izliyor. İlahiyat dışındaki sosyal bilimcilerin kurul üyesi olmaları, büyük bir rastlantı oluyor.

YÖK üyeleri genelde, üniversite konusunu YÖK dışında ele alan toplantılarla hiç ilgilenmiyor. Onlar üye olmadan önce de, üye olduktan sonra da, akla, bilime ve özerkliğe önem verilen toplantılarda görülmüyor. Herhalde dünyalığını yapma ya da öbür dünyayı güvenceye alma derdiyle, üniversiteyle ilgili toplantılara zaman ayıramıyorlar.

YÖK, 1982 yılında kurulduğundan bu yana eleştirilen bir kurum. Eleştirenlerin başını doğal olarak akademisyenler ve öğrenciler çekiyor. Onları muhalif partiler izliyor.

YÖK’ü eleştirerek iktidara gelen partilere de bir hal oluyor YÖK’ü daha da YÖK’leştirmeye soyunuyorlar. YÖK üyesi seçerken akla, bilime ve özerkliğe önem veren kişilerden uzak duruyorlar. Ve ilginçtir, YÖK üyesi olanlar, hiç ilgilenmedikleri “üniversite” konusunda birden dünyanın en çok bileni (allame-i cihan) oluveriyorlar.

Yaklaşık son bir yıllık zaman içinde izleyebildiğim toplantıları ele alalım. Sosyal Araştırmalar Vakfı, 2011’de 12. Ulusal Sosyal Bilimler Kongresi’ni düzenlemişti. Bu kongrede “Metalaşma ve İktidarın Baskısındaki Üniversite” konusunda onlarca bildiri sunulmuştu. YÖK’e komşu bir yerde ODTÜ’de yapılan bu kongreye, bir YÖK üyesi bile teşrif buyurmamıştı. Geçtiğimiz 4-6 Ekim tarihlerinde Ankara Üniversitesi’nde, Kamusal Eğitim Sempozyumu düzenlenmişti. Yükseköğretim konusunda onlarca bildiri sunulmuştu ve YÖK yine yoktu.

Geçen hafta 13-14 Aralık günlerinde, Türkiye’de Araştırma ve Politika Çözümlemeleri Merkezi, yine ODTÜ’de “Türkiye’nin Eğitim Politikalarını Anlamak: Küresel Eğilimler ne Anlatıyor, Son Değişiklikler (4+4+4) Neyi Değiştiriyor” konusunda uluslararası sempozyum düzenledi. Yurt dışından ve Türkiye’nin ondan fazla üniversitesinden gelenler, 4+4+4’ü, yeni YÖK taslağını ve 4+4+4 uygulamasının üniversitelere etkisini irdelediler. YÖK’ten bir Allahın kulu gelmemişti.

Öğretim üyeleri dernekleri, 1990’da başladıkları ve son üç yılda üst üste düzenledikleri sempozyum-konferans çalışmalarının sonuncusunu, geçen hafta 14-15 Aralık tarihlerinde İstanbul’da gerçekleştirdi. “7. Üniversite Kurultayı” adı verilen bu çalışmada, “Cumhuriyet, Küreselleşme, Üniversite” konusu ele alındı. Değişik üniversitelerden gelen 40 kadar akademisyen, 4+4+4’ten yeni YÖK taslağına kadar eğitimin piyasalaşıp gericileşmesini irdelediler. Yine YÖK yoktu.

Yukarıda değinilen son üç toplantıda, tahmin edileceği gibi, 4+4+4’ün ve yeni YÖK taslağının sakıncaları bir bir dile getirildi. Bu konularda bildiri sunanlar bile, dinlediği bildirilerin her birinden yeni bir şeyler öğrendi ve değişik bakış açıları kazandı.

Bu tür her toplantıda, “Neden YÖK üyeleri bu tür toplantılara ilgi göstermez” sorusu akla geliyor. Yeni bir şeyler öğrenme gereksinimi duymadıklarından mı? Yeni bir şeyler öğrenmemek insanları daha rahat kıldığı için mi? Bilinmiyor!

Bilinen bir şey var: İlgilenmeyince, 4+4+4’ün de 2547 sayılı Yasa’nın da, yeni YÖK taslağının da ne anlama geldiğini düşünmüyorlar. 4+4+4 ile yetişen öğrenci üniversiteye geldiğinde, artık o kuruma “üniversite” denip denemeyeceğini bile irdelemiyorlar. İşler (gericileşme ve piyasalaşma) bir şekilde kotarıldığından, ÖSYM Başkanı da rahatlıkla, “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinden YGS ve LYS-4’de soru sorulacaktır” diyebiliyor.

İnsan, YÖK üyelerinin bu olup bitenlerin farkında olup olmadıklarını merak ediyor!