YÖK’lük İşler III: YÖK’çülüğün Pekişmesi

YÖK Başkanı Özcan, çok değil 1,5 yıl kadar önce bulunup, sonra seçilip daha sonra da başkan olarak atanmıştı. Atandığı günlerde kopan fırtınalar dindi dinmesine de, YÖK ve Başkanı fırtına estirmekte kararlı olduklarını gösteriyor.

Fırtına üretecek kaynağı Cumhurbaşkanı Gül de etkin bir biçimde besliyor. Cumhurbaşkanının atadığı üyelerle YÖK'ün kısa sürede AKP'lileştiği görülüyor. Her geçen gün, YÖK ya dini referansları güçlü ya da türban savunucusu üyelerle yenileniyor.

Cumhurbaşkanının seçtiği rektörlerin önemli sayıya ulaştığı Üniversitelerarası Kurul (ÜAK)'un da bekleneni yerine getirdiği görülüyor. ÜAK, partili kimliği öne çıkmamış binlerce profesör arasından bir aday bulamıyor(!) ve 2007 genel seçimlerinde AKP'den aday olmuş bir kişiyi YÖK üyeliğine seçiyor.

YÖK'te, F-tipi örgütlenmenin tamamlanması için gün sayılıyor.

Bu arada YÖK, her fırsatta YÖK'çülüğünü duyurup pekiştirmekten de geri kalmıyor. Son 10 aydaki YÖK icraatlarının bir bölümünü anımsamak, durumu anlamaya yetiyor.

YÖK, 30 Temmuz 2008 tarihli yönetmelikle, öğretim elemanı kadrolarına atamada yeni ölçütler getirdi akademisyenliğin sıradanlaştırılmasının ve üniversitede var olan bir özerkliğin de yok edilmesinin kapısını araladı.

YÖK, 26 Kasım 2008 tarihinde, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 50/d maddesine göre atanmış araştırma görevlilerini, tezleri biter bitmez kapı önüne koymaya karar verdi onların müktesep haklarını yok saydı. Başta araştırma görevlileri olmak üzere duyarlı kesimlerin tepkisi sonunda, tezini bitirenlerin iki yıl daha o kadroda kalabileceğini duyurdu.

Uludağ Üniversitesi'nde bir profesör, kız çocukların dokuz yaşında evlenebileceğini, erkeklerin dört eş alabileceğini, kadından ve gavurdan şahit olamayacağını, kadının iz bırakmadan dövülebileceğini ve benzeri bilimsel(!) düşüncelerini içeren bir kitap yazıyor.
Toplumun önemli bir bölümünün hissiyatına tercüman olan(!) ve akademisyenlikle bağdaşıp bağdaşmadığı tartışılabilecek içerikte kitap yazan bu profesör hakkında disiplin soruşturması açılıyor. İstenen ceza, koridorda ıslıkla türkü çalan profesöre verilen 100 TL gibi bir ceza olsa hemen uygulanacak da, "kamu görevinden çıkarma" olunca son kararı YÖK'ün vermesi gerekiyor. Ceza dosyası, Nisan 2007'de YÖK'e gidiyor. Özcan öncesi YÖK 8 ay ve Özcan'lı YÖK ise 11 ay içinde bu dosyayı ele almıyor/alamıyor. Disiplin yönetmeliği gereği belirli bir sürede ceza verilmesi gerekiyor. YÖK, o süre tamamlanınca toplanıyor ve "zaman aşımına uğradığı" için ceza verilmemesine karar veriyor!

Aynı YÖK, ÜAK'nın 2007 sonunda YÖK üyeliğine seçtiği ve Özcan başkan olunca "Ben onu asistan olarak bile almam" diyen kişinin YÖK üyeliğini engellemek için, disiplin soruşturmalarıyla bir yılı aşkın bir süredir o kişiye nefes bile aldırmıyor.

AKP iktidara gelir gelmez, üniversitedeki kadrolara el koydu atamalar onların ve YÖK'ün izinleriyle yapıldı. Özcan öncesi YÖK, pek çok yeni üniversite için "Yeteri kadar öğretim üyesi yok açılamaz" dese de, AKP onlarca üniversite açtı. Sonra birden 13 üniversitenin tıp fakültesinde öğretim üyesi olmadığını gördüler. Bunun üzerine YÖK, yakın yörelerdeki tıp fakültelerinde çalışanların ücretli olarak oralarda ders vermesini kolaylaştırmak yerine, Şubat 2009'da 250 kadar tıp profesörü ve doçentinin buralarda geçici olarak görevlendirilmesine karar verdi. YÖK, tıpçıların sıradan(!) bir grup olmadığını ve rektörlerin pek çoğunun tıpçı olduğunu unutunca zora girdi beklemediği bir tepkiyle karşılaştı bu konuda karar üstüne karar almaya başladı. Sonunda bu işin, "mümkün olduğunca öğretim üyesinin rızası ile olacağını" duyururken bu tür rotasyonun diğer fakültelerde de uygulanacağı müjdesini (!) de verdi.

YÖK, 2009 Şubat'ında, Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği'nin 8.maddesini değiştirerek yurtdışında uzaktan eğitim yoluyla alınan diplomalara denklik verilmesini kabul etti. Yurtdışındaki uzaktan eğitim diploması, genelde bu eğitimi veren üniversite için para basma makinesi ve parasıyla bunu elde edenin de gerektiğinde kullanacağı bir araç. YÖK, uzaktan eğitimin denkliğini kabul ederken, ÖSS'yi kazanamamış, bir üniversiteye girememiş ya da (vakıf da olsa) üniversite okuma güçlüğünü yaşamak istemeyen varlıklı kesime yeni bir kapı daha açmış oluyor.

2009 Mart'ında, YÖK'ün, araştırma sayısı fazla olan üniversiteleri, (ne demekse) araştırma üniversitelerine dönüştüreceği haberleri ortalığı sardı. Haberlerde Özcan'ın, "ODTÜ, Hacettepe, Galatasaray, İstanbul, İstanbul Teknik ve Boğaziçi üniversiteleri (bizim lisans kontenjanlarımızı çok artırmayın ama lisansüstü kontenjanlarımızı artırın) diye rica ettiler. Biz de dedik ki 'lisansüstü kontenjanlarını iki misli artırırsan lisans kontenjanını az artırırız'" açıklamasını okuduk. Böylece YÖK'ün nasıl bilimsel çalıştığını anladık!

Anımsarsınız, Gürüz, YÖK başkanlığı döneminde ve hükümete en yakın olduğu zamanlarda, pek çok yetkiyi YÖK'te toplayacak yasa değişiklilerini gündeme getirmiş, (Allahtan) bir türlü gerçekleştirememişti. AKP, YÖK'ü eline geçirmeyi hayal bile edemediği iktidarının ilk yılında hazırladığı yasa taslaklarında YÖK'ün etkisini azaltacak değişiklikler önermişti. Başkan Teziç'in yasa taslağında da YÖK'ün kimi yetkilerinin ÜAK'ya aktarılması söz konusuydu.

Ancak, köprülerin altından çok sular aktığını, 1 Nisan şakası olarak değerlendirilebilecek bir haberden öğrendik: YÖK, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası'nda ÜAK'yı küçültecek ve ÜAK'nın bazı yetkilerini kendisinde toplayacak değişiklikleri benimsemiş!

Bu son haber, YÖK'ün daha nice fırtınalar estireceğinin öncü haberi.

YÖK fırtınalar estirse de, 50/d konusu ile tıpçıların rotasyonu konusunda ortaya çıkan tepkilerin de işe yaradığı bir gerçek.

Fırtınalarda sinmek yerine, korunurken ayakta kalmayı becerebilmek gerek.

[email protected]