Yine milli eğitim bakanı

Eğitim bakanı İsmet Yılmaz’ın 4 Ekim’de , “Eğitime siyaseti karıştırmamalıyız” demesi üzerine, 4 Kasım’daki yazımda, bakanın okulları hem AKP siyasetine, hem de dini siyasete bulaştırdığına değinimiştim. Bu yazının kırkı çıktığında yine bakana değinmek garip oluyor ama ne yapalım, bakan, çoğu kez pireyi deve yaparken başka anlamlar içeren konuşmalarına devam ediyor.  

OHAL uygulamasıyla Ağustos ayında 21 bin 738 öğretmen açığa alınsa da bakanlık Ekim ayında ancak 18 bin 506 sözleşmeli öğretmen atıyor. 18 Kasım’da, “Öğretmen yoksa ders yapabilmek mümkün değildir” diyen Yılmaz, 9 Aralıkta da, “96 bin öğretmen açığımız var” diyor da! İktidar olarak, her istediklerini yaparken, istediklerine arsa ve tarihi binayı tahsis edenler ya da maddi kaynak sağlarken, neden yeteri kadar öğretmen ataması yapmayıp derslerin boş geçmesini önlemediklerini, açıklamıyor.

Bakan Yılmaz, İstanbul Sanayi Odası’nda 9 Aralıkta yaptığı konuşmada,  “Şundan çok eminiz; Türkiye’nin eğitimi geçmişten çok daha iyi, 10 yıl, 20 yıl öncekinden çok daha iyi” deyip “77 bin dersliğe ihtiyacımız var”  diyor! “İstiyoruz ki evlatlarımızı 75 kişilik bir sınıfta bir öğretmenle başbaşa bırakmayalım” deyip “2002 yılında Milli Eğitim’e ayrılan miktar 11 milyar, bütçenin yüzde 10’u. Bugün ise 122 milyar, bütçenin de yüzde 20’si” diyor da, neden 77 bin derslik yapmadıklarını açıklamıyor!

“İsterse normal okula giden bir evladımız da Kuran-ı Kerim dersini seçmeli olarak alabilecek, isterse Peygamberimizin hayatını da seçmeli ders olarak alabilecek” deyip öğrencinin önünü bu iki seçenekle tıkayan Yılmaz, arkasından da, “Yetiştirdiğimiz gençlerimiz, evrensel değerleri de nerede olursa olsun alabilsin. Kendine özgüveni olsun, öğrenmeyi öğrenebilsin ve mazluma da yardım edebilsin" diyebiliyor!

Oysa öğretmen ve dershane gereksinimi yanında, eğitimin çok iyi bir noktaya gitmediğini gösteren veriler ve olaylar, hemen her gün ortaya dökülüyor. Bunların bir bölümüne değinmek bile, hem bakanın ciddiyetini (!) gösteriyor hem de gidişatın yönünü. Bakanın konuştuğu günlerde açıklanan PISA sonuçları bakanı yalanlıyor: Özellikle 652 sayılı KHK ile 4+4+4 ve dershane yasaları çıkarılıp bazı yönetmelikler değiştikten (piyasacı ve gerici dönüşümler gerçekleştikten) sonra, öğrencilerimizin başarısının daha da düştüğü ve okula devamsızlıkta ilk sıralara çıktığımız anlaşılıyor. PISA raporunun sonuçları ile ilgili bir açıklama yapan bakan, “Katar’dan iyiyiz” derken, kafasındaki “iyi”nin derecesini ve niteliğini de göstermiş oluyor.  Yılmaz, PISA sonuçlarının düşüklüğünü meslek liselerinin sınavdaki başarısızılığına bağlarken, bu liselilerin ortalamasının imam hatip liselilerden epey yüksek olduğu gerçeğini de gizlemiş oluyor!

6764 sayılı, Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 9 Aralıkta yayımlanıyor. Bu yasayla muhalif akademisyenin, sağa yakınsa Fetöcülükten, sola yakınsa teröre destek vermekten (delil/kanıt aranmaksızın) meslekten atılmasına yasal kılıf getiriliyor. Eğimin daha da iyi yola girdiği belli oluyor!

2011 yılında çıkarılan 652 sayılı KHK ile eğitim-öğretim süreçlerinin merkezden denetlenmesinden vazgeçilip bakanlığın en önemli birimlerinden biri olan Teftiş Kurulu Başkanlığı kapatılıyor ve bakanlık müfettişliğine son veriliyor. 2014’te çıkarılan dershane yasasıyla bakanlıkta Rehberlik ve Denetim Başkanlığı adıyla bir birim oluşturulyor. 6764 sayılı yasayla bu birim de kapatılıp eski Teftiş Kurulu Başkanlığına geri dönülüyor. Sonra da bakanlık 500 maarif müfettişi alınacağını ve 19-23 Aralıkta başvuru yapılmasını duyuruyor. AKP iktidarındaki bakanlığın bu ciddiyetsizliği, eğitimin hangi iyi yolda olduğuna ışık tutuyor.

Bakanlığın 800-900 kişilik şura salonu ve Başkent Öğretmen Evi’nde geniş toplantı salonları varken, "Milli Eğitim Bakanlığı Yurtdışı Teşkilatı Uluslararası Eğitim Yöneticileri Çalıştayı” “14 Aralıkta, tonlarca para ödenerek, bir otelde yapılıyor. Bu çalıştayın açılış konuşmasında bakan Yılmaz, Türkiye Maarif Vakfı’nın şu ana kadar Somali, Gine, Çad, Senegal, Moritanya ve Sudan başta olmak üzere pek çok ülkede aktif şekilde faaliyetlerine başladığını anlatıyor! Bu vakfın mütevelli heyeti Ekim ayında belli olduğuna göre bırakın Afrikayı, Türkiye’de bile daha aktif olabilecek zaman geçmediğini bilenler, şaşırıp kalıyor. Bakan ayrıca, "Maarif Vakfı, adeta bakanlığımızın yurtdışındaki elidir. Kamu vakfıdır, kanunla kurulmuştur. Dolayısıyla da ona her türlü desteği vermek bizim asli vazifemizdir. Milli Eğitim Bakanlığı’nda olan okullarımız da var. Hazır olduklarında, talep ettiklerinde bizdeki olanları da ona devredeceğiz" diyor. Bakana göre yıllardır yurt dışında görev yapan eğitim ateşeleri bakanlığın eli olmuyor da, nasıl oluyorsa, bu vakıf oluyor! Bakanlığa ait okulları (babalarının malı ya!) bu vakfa devretmeye hazır olduklarını da söyleyebiliyor. “Ne mene bir vakıf bu?” diyorsanız, vakfın daimi mütevelli heyeti üyelerinin AKP’de bakanlık/milletvekilliği yapmış ya da milletvekili adayı olmuş kişiler olması, aradığınız yanıt oluyor.

“Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben açıkçası korkuyorum, ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum” diyen, rektör yardımcılığı yapmış bir PROFESÖRün dün, YÖK Denetleme Kurulu üyeliğine atandığı haberi çıkıyor.

Böylelikle, eğitimin ne denli iyi bir yolda olduğu iyice açıklık kazanıyor.

[email protected]