Yine Köy Enstitüleri

Yine mi demeyin. Enstitülerin kapatılmasına neden olanlar, ülkenin kaymağını yiyen yerli ve yabancılar, küresel sömürgenler ve benzerleri enstitülerin unutulmasını yeğliyor. 1997 yılında Dünya Bankası uzmanlarıyla küreselleşmeye uygun öğretmen yetiştirme sistemini getirenler de enstitüleri unutturmaya çalışanlar arasında yer alıyor. Öğretmen yetiştirme sistemini yenileyenler(!) tarihten ve de köy enstitülerinden ders almadıkları gibi, enstitülerin unutulması için eğitim tarihi dersini öğretmenlik programlarından çıkarıyor.

Enstitüleri yermek için, enstitülerden kalma ya da enstitülerin adını almış Anadolu öğretmen liselerinde, uyduruk nedenler kullanarak hâlâ enstitüler kötüleniyor.

Bakanlık yetkilileri “öğrenci merkezli öğretim getiriyoruz” söylemleri altında Avrupa Birliği’nin dayattığı ilköğretim programını uygulama hazırlıkları yaparken de, köy enstitülerini ağızlarına almıyorlar, oradaki öğrenci merkezli eğitim-öğretimi yok sayıyorlar onlardan hiç ders çıkarmıyorlar.

Köy enstitüleri unutturulmak istendiği için, ülkemizde sayıları 80 dolayında olan eğitim fakültesinde, köy enstitüleri yasasının kabul edildiği 17 Nisan’larda herhangi bir hareket görülmüyor. Hoş eğitim fakülteleri öğretim birliği yasasının kabul edildiği 3 Mart’larda da, öğretmen yetiştiren bir okulunun açıldığı 16 Mart’larda da, harf devriminin yapıldığı tarihlerde de bir ses çıkarmıyor. Eğitim fakülteleri eğitsel geçmişimize sahip çıkmayınca, cumhuriyetin temel kazanımlarının unutturulması kolaylaşıyor.

Tam da bu nedenlerle yeniden köy enstitüleri demek gerekiyor.

Köy enstitülerini biraz tanıyanlar, yaşadığımız pek çok olay sonrasında, ister istemez köy enstitülerini arıyorlar.

Bir başbakan kalkıyor, bir barış anıtına “ucube” diyebiliyor! Hemen insanın aklına, 70 yıl önce köy çocuklarının 12-17 yaşlarında beş yıl süren bir eğitim sonunda, her yıl onlarca kitap okudukları, bir müzik aletini kullanmayı ve halk oyunlarını öğrendikleri, resim yaptıkları ve tiyatro sahneye koydukları geliyor. Hemen ardından da, “Bu çocuklar sanatın her türlüsünü üretebiliyor, sanatın her türlüsünden hoşlanabiliyor ve sanatın her türlüsüne saygı duyabiliyor da, neden bizim siyasetçilerin bir kısmı sanatı “ucube” olarak görebiliyor?” sorusu takılıyor.

Başbakan, bu sanat ürünü için, “Yıkın” diyor! “Başbakandır der, der!” deyip geçemiyorsunuz arkasında koca bir kentin belediyesi o barış heykelinin yıkılması kararını alabiliyor. İçlerinde bir Allahın kulu da, “Başbakan’ın böyle bir istekte bulunma yetkisi var mı? Biz bu isteğe neden uyalım, neden koca bir anıtı, hem de barış anıtını, yerle bir edelim” demiyor! Önce anıtın başı koparılıyor.

İşin tuhafı koca bir kent halkı da sessiz kalıyor. Oysa o kentte çocukların köy enstitülerdeki süreden iki yıl daha fazla okuyan liseliler var, üniversite bitirmiş olanları var. Kentin üniversitesi var. İnsan ister istemez, “Bu kent halkı köy enstitülerdekine benzer bir eğitim almış olsalardı, anıta dokunamazlardı” diyor.

Bu anıtın yıkılması görüntüleri arasında, televizyonlar Başbakan’ın yeni bir girişimini muştuluyor! Başbakan, “Kanal İstanbul” diyor onu dinleyen AKP’nin en seçkin kalabalığı da çılgınca alkışlıyor! Dinleyiciler, “Bu fikir iyi bir şey mi? Boğazda gemiler sıralandı da onlara yeni bir yol mu gerekli? Kanal İstanbul gerçekleşirse İstanbul’un hali nice olur? Başbakan ‘Güzergah belli ama açıklamıyoruz’ dediğine göre, bu güzergahı bilenler oranın rantiyesine şimdiden göz dikmişlerdir” gibilerinden sakıncaları ya da düşünceleri akıllarından geçirmeden alkış tutuyor!
O anda insanın aklına yine köy enstitüleri geliyor. Çünkü enstitülülerin bir özelliği, akıllarını kullanmaları, özgürlüklerine önem vermeleri, yalnız kendilerinin değil komşusunun da toplumunun da ülkesinin de haklarını aramaları.

İnsan ister istemez, “Kanal İstanbul Projesi”ni dinleyenler, köy enstitülü ya da oradaki yaparak yaşayarak öğrenme sürecine benzer bir eğitimden geçmiş ve kendilerini gerçekleştirme olanağı bulmuş kişiler olsa böylesine çılgınca ve de sorgusuz sualsiz, sırf başbakan söylüyor diye, alkış tutar mıydılar diye düşünüyor.

Kanal İstanbul projesini açıklayan koca Başbakan, sekiz bin yıllık İstanbul tarihini açığa çıkaracak ve dünya mirası niteliğinde olan tarihi kalıntıları da küçümsüyor, “Çanak çömlek” olarak görüyor! İnsan bir kez daha şaşırıp kalıyor.

İster istemez yine köy enstitüleri akla geliyor. Biliyorsunuz, köy enstitülüler aldıkları eğitim yanında okudukları kitaplar ve ilgilendikleri sanat dalları nedeniyle de, yalnız insana değil, ülkenin taşına toprağına da değer veriyor eski eserlere göz bebeği gibi yaklaşıyor. İnsan ister istemez düşünüyor, “Bireyi geliştirici öğrenci merkezli ve onları girişimci değil de toplumcu yapacak eğitim öğretim süreçleri uygulansa böyle mi olur? Bir yetkili böyle konuşabilir mi? Hem de o kadar AKP seçkini, çanak çömlek lafı üzerine alkış mı tutar, donup kalır mı?

İşte tam da bu nedenlerle yeniden köy enstitüleri demek gerekiyor enstitüleri yeniden açmak anlamına değil enstitülerden ders almak anlamında ve bireyin ufkunu, aklını, dünyasını ve de vicdanını açıp zenginleştirmek adına!
[email protected]