Yazlıkçı olmak!

Bir hevesle birşeyleri denk getirip sahil yörelerinden birine tatile gitmeye kalkıyor, Bodrum’a doğru bir yolcu otobüsüyle gece yola koyuluyorsunuz. Güvercinlik koyuna ulaştığınızda, o güzelliği görmeye çalışan yorgun ve uykulu gözlerinizin pasını silmeye çalışırken, tam “ohh yolculuk bitti, geldik” diyeceksiniz, diyemiyorsunuz: Bir uzatmalı jandarma çavuşunun sizi küçümseyen, belki de sanık gören gözleriyle karşılaşıyor ve kimliğinizin istendiğini duyunca afallıyorsunuz. Kimlikleri topluyorlar (yanınızda kimlik olmasa kim bilir neler olacak). İyice ayılmamış olsanız, Türkiye dışına çıkıp yeni bir ülkeye girdiğinizi sanacaksınız. Kimlikler toplanırken, hani ülkede demokrasi vardı, sıkıyönetim de olmadığına göre, “Bayram değil seyran değil, eniştem beni neden öptü” diyerek hafiften efeleniyorsunuz, etraftan bir-iki destek alma umuduyla sesli sesli mırıldanıyorsunuz, tıss yok! Bu arada, gözünüz sahilden yola kayıyor, özel arabaların ve kamyonların kimlik denetimine uğramadan yola devam ettiklerini (durdurulmadıklarını) görünce şaşırıyorsunuz. Polisten alışık olduğunuz için, jandarmaya da “Ne oluyor?” diyemiyorsunuz. Yanıtları kendi kendinize vermeye kalkıyor, “Herhalde kanun kaçakları yalnız otobüsleri kullanıyor; kaçak olan, bir kaç kilometre önce Güvercinlik’te inip minübüsle, taksiyle ya da bir tekneyle gidecekleri yere gitmiyor, illa yakalanmak için otobüse biniyorlar” diyorsunuz. Bir müddet sonra, muavin kimliklerle geri geliyor ve yola koyuluyorsunuz.

Bu arada, aklınıza yabancı turistleri taşıyan tur otobüsleri geliyor. “Turistler, olur-olmaz yerde kimlik göstermeye alışık değillerdir” diye düşünürken, “Belki de hoşlarına gidiyordur” diye avunuyorsunuz. Çünkü, yazlıkçıysanız, mutlaka gözlemlemişsinizdir. Bu turistler, kadını erkeği, kızı oğlanı tuhaf insanlar. Deniz kenarında güneşlenirken, yazlıkçılarda pek göremediğimiz akılalmaz bir şey yapıyorlar: Kitap okuyorlar. Dedim ya, bunlar tuhaf, her şey beklenir. Kimlik sormayı da, Türk Mutfağı gibi, atalarımızdan bize kalmış bir miras olarak agılayabilirler. Hatta, evlerine döndüklerinde de birbirleriyle yarışa girebilirler: Biri “Ben üç kez gösterdim” derken, bir diğeri “Beş kez göstermekle” övünebilirler. Bu kimlik sormanın/göstermenin bizim “kimlik” sorunumuzla ilişkili olup olmadığını bilemediğim gibi, bu uygulamanın Yunanistan’ın vizesiz adalar turu başlattığı bir zamanda hâlâ devam etmesinin ne anlama geleceğini de bilemiyorum.  

Yazlıkçılığınız bu olayla başlayınca, gerisi hikaye oluyor. Otobüsten inip minübüse bineceksiniz, durakta (Turgutreis) çevre korumaya verilen önemi hissediyorsunuz: Yaz başından bu yan etrafa ne atılmışsa olduğu gibi korunuyor. Yolcular da, tabii ki bizimkiler, çakmışlar durumu, başta sigaraları olmak üzere ellerindeki her çöpü, hiç çekinmeden etrafa atıyorlar. 

Denize girince her şeyi unuturum diyorsunuz, plaja koşuyorsunuz, orada da kıçınızı koyacak kumluk bir yeri zor buluyorsunuz. Kuma uzandığınızda sizi başka süprizler bekliyor: Oranıza mısır koçanı, buranıza kola kutusu batıyor, burnunuza sigara kokusu ve elinize izmariti geliyor. Yattığınız yeri biraz temizlemeye kalkışırsanız, sizden önce orada konaklayanların menü artıklarıyla karşılaşıyorsunuz. Kendinizi hızla denize atıyorsunuz. O da ne? O güzelim denizin dibi, şişeler ve poşetler yanında bir de gazete parçalarıyla dolu. Yazlıkçıların aldıkları gazeteler, her rüzgar esişte denize savruluyor. 

Denizden sonra duşa gidiyorsunuz, sıra beklerken duş yapanlara baktıkça insanı afakanlar basıyor. Duş yapan, genelde ülkede (ve özellikle Bodrum’da) su sıkıntısı da başka duş alacaklar da yokmuş gibi davranıyor. Önce elini yıkıyor, ortalama bir insanın duş aldığında harcadığı kadar su akıttıktan sonra, duşun altına doğru uzattığı başını yıkamaya başlıyor, daha sonra da ancak tüm vucüdu ile duşun altına giriyor. Bir müddet sonra vücudunu suyun duşına çıkararak bu kez de ayaklarını yıkamaya çalışıyor. Bodrum gibi rüzgarlı bir yerde, bu iş biraz da komikleşiyor: Su ayağa gelmiyor, uçuşuyor; ayak da onu izlemeye çalışıyor. Duşa giren, Belediye Başkanı’na uyup Ankara’dan gelen suya hasret biriymiş gibi, temizlenince değil de, yorulunca duşun başından ayrılıyor. Duşa giren tesettürlü de, tesettürünü bir güzel yıkayıp kuruluyor ve sonra da tesettürünü güneşletmeye devam ediyor.

Kumda yatamıyorsunuz, duşta kalamıyorsunuz, “Gezerek güneşleneyim bari” diyorsunuz. Gezmek ne mümkün; çöpe basmamak, birisini çiğnememek ve bir şezlonga çarpmamak için çevredeki güzelliklere bile bakamıyorsunuz. Önünüze çıkan çöpleri toplamaya kalkıyorsunuz: Saatlerdir çöplerle koyun koyuna güneşlenenler, ya “enayiye bak” tavrını takınıyorlar ya da yanındaki çöpü gösterip “Bunu da unutma haa!” demek istiyorlar. Daha tenha göründüğü için bir iskeleye doğru yöneliyorsunuz. Orada da çevre korumanının başka incelikleriyle karşılaşıyorsunuz: Gece iskeleye gelip mehtabı seyreden gençlerin, kutuları ve izmaritleri iskele tahtaları arasına sıkıştırmış olduklarını görüyorsunuz. 

Yediğini içtiğini toplayıp çöp sepetine atanlar, çevreye, insana ve topluma duyarlı olanlar yok mu? Vaaar! Giderek kayboluyorlar!