Yazık!

Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin 26 Kasım günü düzenlediği “Öğretmenler Günü” kutlamasının iki konuk konuşmacısından biri Talim ve Terbiye Kurulu (TTK) Başkanı idi. TTK Başkanı bir eğitim fakültesinde öğretim üyesi olarak çalışırken 1,5 yıl kadar önce Bakan Çelik tarafından bu göreve getirilmişti. TTK Başkanı, görevi ve sorumluluğu gereği, Danıştay tarafından iptal edilen bakanlık karar ve uygulamalarının çoğunda sorumluluk sahibiydi. Bakanlığın hemen her gün, öğretmenlerin istihdamıyla, atamalarıyla, terfileriyle, ek ders ücretleriyle, çalışma koşullarıyla vb. ilgili pek çok konuda olumsuz kararlar aldığı gibi eğitimin içeriğiyle ilgili kararlarıyla da toplumda rahatsızlıklara neden olduğu biliniyordu. Bu nedenle TTK Başkanı’nın öğretmenler gününde konuşmacı olması bir talihsizlik olarak görülüyordu. TTK Başkanı, o gün yaptığı konuşmayla, bu talihsizliği gidereceğine, dinleyenler ve eğitim sistemimiz açısından yeni talihsizlikler yaratmıştır. 

Bakanlık, zorunlu eğitim çağında olup da okula gitmeyenlere verilecek cezayı azaltıyor; Kur’an kurslarının denetiminden uzaklaşmaya çalışıyor. Çocukların okula gitmemesi için (katkı payı adıyla ve çocuklardan 40’a yakın nedenle para toplanması, çocukların dışlanıp okuldan soğutulması ve bir inancın herkese dayatılması gibi) pek çok yol uygulanıyor ve de şu anda bir milyona yakın çağ nüfusunun okula gitmediği biliniyor. TTK Başkanı, gözümüzün içine baka baka, “Okullaşma oranı ilköğretimde yüzde 98’e ulaştı” diyebiliyor.

TTK Başkanı, TTK’nın başkan yardımcılığına bir akademisyen arkadaşını getirmişti. Bu akademisyen, bakanlıkta olup bitenlere dayanamayıp istifa etmişti. TTK Başkanı’nın bu gelişmeden hiç etkilenmediği, kendisinin de katıldığı bakanlığın her kararının doğru olduğu konusunda hiç kuşku duymadığı, Danıştay’ın iptal ettiği kararlardan bile ders almadığı görülüyor. Konuşmasının içeriğiyle ve sorulan sorulara verdiği/vermediği yanıtlarla da, “Dediğim dedik” üslubunu benimsediği anlaşılıyor. Yapılanları/yaptıklarını gayet bilimsel (!) bir biçimde savunuyor. Örneğin SBS konusunda, “OKS o kadar kötü ki onun yerine ne yapılsa yeridir” diyor. Bu bilimsel açıklamayla yetinmiyor. Sanki başka bir şeye dayalıymış ve o sınavı bakanlık hazırlamıyormuş gibi “OKS müfredata dayalı değil” diyebiliyor. Varsayalım gerçekten OKS müfredata dayalı değil de havadan sudan sorularla öğrenci seçen bir sınav; o zaman neden bu sınavı müfredata uygun olarak düzenlememişler ve düzenlemiyorlar, bilinmiyor, açıklamıyor. 

TTK Başkanı’nın, 17 Nisan 2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde bir makalesi yayımlanıyor. Bu makalede, OKS'nin yerine SBS’nin getirilmesi, “Artık tükenme noktasına gelmiş, içi boşalmış okullarımızı, buralarda yapılan eğitim öğretimi ve özellikle de öğretmenleri güçlendireceğine, okullarda yaşanan şiddet olaylarının önüne geçeceğine, disiplinsizliklerin azalmasını sağlayacağına, bu yönüyle Türk eğitim sistemi açısından önemli bir dönüm noktası oluşturacağına inanıyoruz” sözleriyle abarttıkça abartılıyor. Bir bakıma SBS’ye amacını aşan işlevler yükleyerek sloganlaştırmış oluyor. 26 Kasım 2007 günü yaptığı konuşmada ise sık sık “Eğitim sloganlaştırılmamalı” vurgusunu yapıyor.  Sanki kendisi yapmamış ve yapmıyormuş gibi, “MEB aşırı etiketleme yanlışı yaptı” diyor.

TTK Başkanı, bir bilimsel (!) saptama daha yapıyor: “Sınavda sorulmayınca yabanı dil ihmal ediliyor, öğrenemiyoruz, bu nedenle SBS’de yabacı dil sorusu da olacak” diyor. Yabancı dille eğitim yapılan Anadolu liselerinden mezun olan öğrencilerin Boğaziçi ya da Orta Doğu Teknik üniversiteleri gibi okullara girdiklerinde yabancı dil barajını aşamadıklarını bilmezden geliyor. Yabancı dili devlet okulunda öğrenemeyeceğini düşünen velinin özel okullara kayacağını görmezden geliyor. Sınavda yabancı dil sorusu sorma amacının yoksul ve dar gelirliyi elemek olduğunun düşünülmeyeceğini sanıyor. 

TTK Başkanı, SBS uygulanmasının dershaneye gidişi önleyeceğini savunuyor: “En önemlisi ise sınavlar artık müfredat odaklı olacak ve öğrenci okula gelmek zorunda kalacaktır” diyor. Bu konuda defalarca sorulan sorulara, böyle dediği için öyle olacakmışçasına yanıtlar veriyor. Şimdiden 6-7-8. sınıf öğrencilerinin dershaneye akın ettiğini, 6. sınıfta okuyanlar içinde dershanelere başvuranların sayısının kimi dershanelerde 8. sınıf öğrenci sayısını çoktan geçtiğini görmezden, duymazdan ve bilmezden geliyor. İngilizce öğretmeni olmayan ya da sağdan soldan derlenmiş öğretmenle İngilizce öğrenmeye çalışan çocuk ne yapacak; parası varsa dershaneye ve özel derslere yönelmeyecek mi? 6. sınıfta SBS’de başarısız öğrenci ne yapacak; parası varsa dershaneye ve özel derslere yönelmeyecek mi? Bu desteği alamayan çocuk daha 6. sınıfta okuldan soğumayacak mı? Parası olmayan başarılı çocuk, 8. sınıfı beklemeden daha 6. sınıfta cemaatlerin eline düşmeyecek mi? TTK Başkanı, bu tür sorular sormadığı gibi ortaöğretime geçişte sınav sisteminin kaldırılması ve zorunlu eğitimin 9-10-11-12 yıla çıkarılması gibi çözümleri aklına bile getirmiyor.  

TTK Başkanı, yüz binlerce öğrencinin okula gitmediğini/gidemediğini; taşınarak ancak okula ulaşabilen ve birleştirilmiş sınıflarda okuyan öğrencinin her an sistemden koptuğunu biliyor. Yine de, “Oxford vardı da gidemedik mi?” sözünü, “Oxford var sen gitmiyorsun/okumuyorsun” sözüne dönüştürerek, bakanlığın sorumluluğunu kolayca öğrencinin üzerine atabiliyor. TTK Başkanı akademisyenliğini unutmuş görünürken, “20-30’u geçmemesi gereken Anadolu liseleri sayısı yüzleri geçti” diyerek, açıkça seçkinci eğitimden yana olduğunu da gösteriyor.

TTK Başkanı’nı, (akademisyenliğini ve bilimselliği bakanlığa taşıması beklenirken) bu görevdeki icraatıyla da ve de o günkü konuşmasıyla da tam tersine akademisyenlikten uzaklaştığını, söylediklerinin içeriğiyle ve dinleyenleri hiçe sayan üslubuyla da bakanı taklit eder bir tutuma girdiğini, akademik geçmişini ve birikimini yadsıdığını gösteriyor. Neredeyse bakandan tek farkı, bakan açık açık onunla aynı fikirde olmayanlara küçümser bir tavır takınıp onları ideolojik davranmakla suçlarken TTK Başkanı’nın yumuşak konuşarak dinleyenleri küçümsediğini gizleyebilmesi ve onları ideolojik olmakla suçlamamasıdır. 1,5 yıllık icraatları ve öğretmenler gününde yaptığı konuşmanın içeriği göz önüne alınınca TTK Başkanı’nın konuşmasında, “TTK’yı kuran Bakan Mustafa Necati, bu kurumu bakanlığa yön veren ve biraz da bakanlıktan bağımsız olacak bir kurum olarak kurdu” açıklaması yapması da bir başka talihsizlik oluyor. 

Bir önceki TTK başkanı da bir akademisyen idi. Bakan tarafından bu göreve getirilmişti ve işi bitince de bu görevden istifa maskesi altında ayrılmıştı. Mustafa Necati’nin beklentisini yerine getiremeyen TTK’nın, bakanın ve siyasetin güdümüne girmesi kaçınılmaz oluyor. Bu nedenle, TTK Başkanının, o günkü konuşmasında “Oxford var da okumayan” kesim için söylediği “Bu dönemde cehaletin bahanesi olmamalı” söyleminin dönüp dolaşıp söyleyeni de içereceğini göz önüne alması gerekiyor.