Yarın 6 Kasım

6 Kasım, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 32. yıldönümü. Bu yasayla siyasal gücün yükseköğretim üzerindeki taşeronu olarak kurulan Yükseköğretim Kurulu (YÖK), hükümetle cumhurbaşkanının aynı anlayışta olduğu dönemlerde ve Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasından sonra işlevini tam anlamıyla yerine getirdi. Son 6 yılda da, üniversiteleri gericileştirip medreseleştirdi.

YÖK, üniversiteleri birer ticarethaneye dönüştürmek amacıyla Mart 2010’da yükseköğretimi yeniden yapılandırma çalışmalarını başlattı ve geçen sonbaharda gündeme gelen yasa taslaklarını hazırladı. Öğrenci eylemleri bu çalışmaların bir kanun tasarısına dönüşmesini engelledi. Ancak geçenlerde Kayseri’de kendi adını taşıyan üniversitede konuşan Cumhurbaşkanı’nın, “Sıra üniversitelerde köklü reformlara geldi” demesi ve YÖK Başkanı Çetinsaya’nın da benzer şeyler söylemesi, yapılanma konusunun yeniden ele alınacağını gösteriyor. Ortaya çıkan taslaklardan üniversitenin ticarethaneye dönüşeceği belli de, başka ne gibi sürprizler olacağını kestirmek için son zamanlarda üniversitelerde olup bitenlere bakmak gerekiyor.

Gezi eylemlerine katılan üniversiteli gençler, kimlikleri belirlendikçe ya yurttan atılıyorlar ya da disiplin cezası yiyorlar! Bir üniversitede, gerçek dışı suçlamalarla öğretim üyesi hakkında disiplin soruşturması başlatılıyor! Reform sonrasında disiplin konularının artacağı, Ergenekon ve Balyoz davalarında sahte/uyduruk delil kullanılması olayının üniversitelerde de kullanılacağı anlaşılıyor.

Yasal değişiklikler olmadan, türban serbest ve kırmızı fular kullanmak suç delili olabiliyor! Reform ile birlikte kimi öğretim üyelerinin, Hacca bile gitmeden türbana girmesi ve üniversitelerin özgürleşmesi (!) bekleniyor.

Şimdiden pek çok üniversitede, o üniversite adına doktora yapmış ve o üniversitede öğretim üyesi olmaları beklenen kişilere, açık açık kendilerine kadro verilmeyeceği ve başlarının çaresine bakmaları söyleniyor! Köklü reformların yapılacağı üniversitede, yandaş olmayanlara yaşama hakkı verilmeyeceği şimdiden belli oluyor.

Prof. Dr. Serdar Değirmencioğlu, bir vakıf üniversitesi olan Doğuş Üniversitesi’nde, 15 Eylül’de işe alınıp Psikoloji Bölümü başkanı yapılıyor ve 24 Ekim’de de, herhangi bir gerekçe gösterilmeden işten çıkarılıyor! Değirmencioğlu ile yapılan sözleşmede, iki aylık bir deneme süresi olduğu ve tarafların herhangi bir gerekçe göstermeden sözleşmeyi bozabileceklerinin belirtildiği söyleniyor. Bu durum, kamu üniversitelerine sözleşmeli öğretim elemanı istihdam edilmesi uygulaması getirildiğinde, sözleşmeli olarak çalışmak zorunda kalanlara ne gibi koşulların dayatılabileceğinin canlı örneği oluyor.

Değirmencioğlu’nun rektörle görüştüğü, ancak rektörün çıkarılma konusunda hiçbir gerekçe göstermediği belirtiliyor. Bu durum, gelecek yapılanmada asgari insani yaklaşımlara bile yer verilmeyeceği kuşkusunu artırıyor.

Herhangi bir açıklama yapılmasa da, Değirmencioğlu’nun işine son verilmesinin, onun Evrensel gazetesi yazarı olmasından ve akademik değerlere sahip çıkmasından kaynaklandığını tahmin etmek zor olmuyor. Üniversitenin Klinik Psikoloji Yüksek Lisans Programı açmak ve bu programa yüksek ücretlerle çok sayıda öğrenci almak istediği biliniyor! Değirmencioğlu, benzeri akademik kaygılarla daha önce de üniversiteden istifa edenler ve çıkarılanlar gibi, bu düşünceye akademik açıdan sıcak bakmıyor. Reform sonrasında tüm üniversitelerde benzeri gelişmelerin olacağından korkuluyor.

Anayasa gereği vakıf üniversiteleri, kâr amacı gütmeyen vakıflarca açılıyor. Birkaç yıl önce, YÖK eski başkanlarından Kemal Gürüz’ün, “Geçmişte yasalara uygun olmayan bir şekilde ‘korsan üniversiteye’ izin vermiştik ama Bilgi Üniversitesi’nin satışı tamamen yasalara aykırı bir durum, bu kadar da olmaz ki” dediği durumun Doğuş’ta da yaşandığı anlaşılıyor. Eylül ayında bu üniversite Beykent Üniversitesi’ne satılıyor (http://www.haberturk.com/yazarlar/pervin-kaplan/887075-dogadan-parayi-al...). Ticarethaneleşecek üniversitenin bir metaya dönüşeceği de belli oluyor.

“Son örnekler bir vakıf üniversitesinde geçiyor devlet üniversitesinde olmaz” demeyin. Devlet üniversitesi ticarethaneye dönüştüğünde ya da kurumsallaşmış devlet üniversitelerinde “üniversite konseyleri” kurulduğunda, devlet üniversitesinin vakıf üniversitesinden ne farkı kalacak ki? Üniversitelere getirilecek “köklü reformlara” karşı şimdiden duyarlı ve hazırlıklı olmak gerekiyor.