Yabancılaşma (I)

İlk kez Hegel’in kullandığı yabancılaşma sözcüğü, Marx tarafından kavramsallaştırılmıştır. Marx, doğadan kopuş anlamındaki yabancılaşma ile kapitalist süreçlerde işçinin emeğine yabancılaşmasından söz etmiştir. Marx’a göre, doğadan kopuş, insanın kendine yeni bir doğa kurması anlamına geldiğinden insanı insanlaştıran olumlu bir yabancılaşma olurken, kapitalist süreçler insanı kendi doğasına yabancılaştırmaktadır.

Günümüzde, kapitalist ilişkiler yanında, küreselleşme,  ideolojiler, dinler, siyaset, göçler, savaşlar, teknolojik gelişmeler, kitle iletişim araçları, internet, tüketim kültürü ve eğitim süreçleri gibi etkenler yabancılaşmayı çeşitlendirip değişik boyutlara vardırmaktadır. Doğadan kopuş dışında gerçekleşen tüm yabancılaşma süreçlerinde, oluşan içgüdüler, tutkular ve alışkanlıklar nedeniyle birey özgürleşememekte, kendini gerçekleştirememekte ve diğer insanlardan da, kendi özünden de uzaklaşmaktadır.

Eğitim-öğretim süreçlerinden kaynaklanan yabancılaşma, okula ve öğrenmeye yabancılaşmadan, kendine, toplumuna ve insanlığa yabancılaşmaya kadar çeşitli düzey ve nitelikte olmaktadır. Eğitim-öğretim süreçlerinde kişinin kendisine, toplumuna ve insanlığa yabancılaşmasına yol açan etmenlerin başında ise gerici, ırkçı ve piyasacı (özelleştirmeci, girişimci ve rekabetçi) eğitim süreçleri gelmektedir.

Gerici, ırkçı ve piyasacı nitelikte olmaması gereken laik ve bilimsel eğitim-öğretim süreçleri, kişinin (doğayı ve insanı gerçekçi bir biçimde anlamasına yarayan bilgilerle) bilişsel, (estetik, sanat ve vicdan gibi güzel duyuların edinilmesine yarayan) duyuşsal ve (el, kol, parmak ve ayakları  kullanma becerisiyle ilgili) devinimsel gelişimini sağlayarak onun özgürleşip kendini gerçekleştirmesine yardımcı olmaktadır. Böylesi bir eğitimden geçen ya da kendisini bu yönde geliştirebilen kişi, özgürleştiği ölçüde toplumsal cinsiyet eşitliğini de benimsemektedir, insan haklarını da, halkların kardeşliğini de, …

Gerici nitelikler taşıyan eğitim süreçleri ise, genelde tartışılamayan, eleştirilemeyen, sorgulanamayan, denenemeyen ve yüzyıllar öncesinden nakledilen inanca dayalı bilgiler olduğunda, kişiyi o inanca bağımlı kılabilmektedir. Gerici eğitimin bir boyutu da, erkek egemen anlayışın yeniden üretilmesidir . Bilişsel, duyuşsal ve devinimsel gelişim fırsatı bulup belirli düzeyde özgürleşmiş kişiler, bu inanç bağımlılığını, kendisine ve toplumuna yabancılaşmadan, dışa yansıtmadan kendi iç dünyalarında yaşatabilmektedir. Özgürleşme fırsatı bulamayanların inanç bağımlılığı ise, kişide çeşitli nitelikte yabancılaşmaya yol açmaktadır. Kendi insanlığına yabancılaşan kişi örneğin yeterince aklını kullanmamakta, düşünmemekte, sorgulamamakta ve eleştirmemektedir. Kimi, her türlü insan ve yönetim hatasını, örneğin Soma faciasında yüzlerce emekçinin ölümünü, “Allah’ın takdiri” olarak algılayıp faciadaki insan kusurunu göz ardı edebilmektedir. “Benzeri maden kazaları neden gelişmiş ülkelerde olmamaktadır” diye sormak akıllarına bile gelmemektedir. Evlerin yıkıldığı ve insanların öldüğü depremi, “Yörede işlenen günahlara” bağlamaktadırlar. Bizdeki depremlerden daha şiddetli depremlerin olduğu, örneğin Japonya’da, neden depremde evlerin yıkılmadığını ve de insanların ölmediğini sorgulamamaktadırlar.

İnancına bağımlı olanların bir bölümü kendi inancını diğer inançlardan üstün görebilmekte, kimi olur-olmaz yerlerde “Tekbir!” demekte ve karşıtlarına bu sözü kullanarak saldırmaktadır. Bağımlılığı daha da artanlar örneğin Talibancı, El Kaideci, IŞİD’çi olabilmekte ve insanlıktan çıkabilmektedir.

Piyasacı eğitim süreçleri de, özgürleşme sürecini engelleyerek kişiyi paraya bağımlı hale getirebilmektedir. Paraya bağımlı olan kişi, kendisine, toplumuna ve insanlığa yabancılaşıp para için, yalan söyleyebilmekte, yolsuzluk ve hırsızlık yapabilmekte, para sağlayan gücün kulu-kölesi olabilmektedir. Paraya bağımlılığını daha ileri düzeye götürenler, esrar kaçakçısı ya da silah tüccarı da olabilmekte, üç kuruş için insan bile öldürebilmektedirler.

Eğitim-öğretim süreçleri ırkçı özellikler taşıdığında da, kişi kendine, toplumuna ve insanlığa yabancılaşabilmektedir. Irkını diğer ırklardan üstün görebilmektedir. Irkçılık üzerinden yabancılaşmanın en uç ve somut örneği Hitler’dir.

Kendisine yabancılaşmamış insanların “Bu ne biçim söz!; Bu da yapılır mı?” ya da benzeri sözlerle tepki gösterdikleri söylem ve davranışların genelde kendisine, toplumuna ve insanlığa yabancılaşmış kişiler tarafından gerçekleştirildiğini söylemek yanlış olmamaktadır. Dikkat edilirse bu tür söylem ve davranışların önemli bir bölümü, iktidar mensupları ya da yandaşları tarafından gerçekleştirilmektedir. Son zamanlarda ise, kendisine ve toplumuna yabancılaşmış iktidarın, Türkiye toplumunu da kendisine yabancılaştırma çabasını girdiği görülmektedir.

[email protected]