Türkiye’nin insan haklarıyla imtihanı!

Bazı akademisyenlerin imzaladığı barış bildirisinin, toplumsal barışa hizmet edip etmediğini bugünden kestirmek zor olsa da, iktidarın, yükseköğretimin ve bazı sözde demokrasi yanlısı kesimlerin hali pür melalini ortaya çıkardığı su götürmüyor.

27 Kasım 2015 tarihli habere göre R. T. Erdoğan, Çetin Altan’a ödül verdiği törende, "Bu yolcukta direnç gösteren, bedel ödemek pahasına düşünce sevdasından vazgeçmeyen, otoriter anlayışlara boyun eğmek yerine gerçeği söyleyen aydınlarımızın yazarlarımızın öncülüğü büyük önem taşıyor. … Eleştirel akıl olmadan, eleştiriye tahammül olmadan yol alamayız. Söz olmadan, yazı ve fikir olmadan uygarlık iddiamızı gerçekleştiremeyiz. Farklı düşünmek asla birbirimizi anlamaya, en azından anlama çabasına mani olmamalı. Demokrasinin temeli tahammül duygusudur. Bugün mutlulukla ifade ediyorum ki Türkiye ne Çetin Altan’ı 300 kez mahkeme kapılarına çağıran ve düşünceyi mahkûm eden bir Türkiye’dir, ne de Nâzım Hikmet'i 12 yıl boyunca hapishanelerde tutan Türkiye’dir” diyor. Davutoğlu ise, 10 Aralık 2015’te, kalite ve özerkliği öne alan yükseköğretim yasasından söz ediyor. Türkiye’yi yöneten ve dün bunları söyleyen yetkililer, bugün, hoşlarına gitmeyen bir şeyler söyleyen akademisyenleri sözleriyle linç edip hakaretler yağdırırken kimi faşist kesimlere de hedef gösterebiliyor! Bu arada, zaman zaman demokrasiden, hukukun üstünlüğünden ve insan haklarından söz eden, örneğin Türkiye Barolar Birliği Başkanı, solcu olduğunu iddia eden bir parti, bazı öğretim elemanı dernekleri ve kimi sözde iktidar muhalifi yazarlar ise, demokrasinin ve insan haklarının özünün, düşünme ve düşündüklerini açıklama özgürlüğü olduğunu anlamadıkları ya da bu hakkı benimsemediklerini gösteriyorlar. Ayrıca ve ne yazık ki bu kesimler, eleştirme hakkını kullanmakla yetinmeyip bildiride yer almayan konular üzerinden uyduruk çıkarsamalar yaparak, iktidarın linç politikasına ortak oluyorlar.

Yükseköğretimden sorumlu üst birim olan YÖK, anında imzacı akademisyenlere cephe alıyor; Cumhurbaşkanı imzacı akademisyenlere hakaret içeren sözlerini daha bitirmeden, onları kınadığını ve soruşturma açılacağını açıklıyor! YÖK dediğiniz, en azından bir bölümü Ankara kentinde oturmayan 21 kişiden oluşuyor. Ankara’da oturanları bile 50-60 dakikada bir araya getirmenin zor olduğu gerçeği göz önüne alındığında, YÖK bildirisinin, 21 kişinin değil de, birkaç kişinin hazırladığı ve belki de diğerlerinin bile haberi olmadan yayımlandığı anlaşılıyor. Hoş, üyelerin toplantıda olup olmamasının da bir şey ifade etmediği, zaten onların genelde birer noter gibi işlev gördüğü de biliniyor.

Hemen arkasından, toplumun beyni, yüreği ve vicdanı, demokrasinin ve insan haklarının savunucusu, toplumda yaşanan siyasi, ekonomik, eğitsel, sağlık ve benzeri sorunları belirleyip çözüm ararken akademisyenine de sahip çıkması beklenen bir kurum olan üniversitelerin de,  “üniversite” anlayışı, işlevi ve sorumluluğundan uzaklaştıklarını göstermenin yarışına girdikleri görülüyor! Böylesi konularda üniversitenin disiplin soruşturması açamayacağını belirten Anayasa Mahkemesi kararına karşın, bazı üniversiteler imzacı akademisyenler hakkında soruşturma açabiliyor! Bazıları, hadlerini aşarak, hiç bir hukuksal temeli olmayan uygulamayla, imzacı akademisyene istifa et diyebiliyor! Ya da, daha da saçmalayıp akademisyeni üniversiteden uzaklaştırıyor!

Üniversitelerin tepkileri devam ederken, rektörler ve üniversite senatolarınca seçilen birer üyeden, yani yaklaşık 400 üyeden oluşan Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) da boş durmuyor. Büyük bir olasılıkla 30-40 üyeyle, (400 kişilik) ÜAK adına, imzacılara saldırmaktan geri durmuyor.

Bu durum, YÖK ve üniversitelerin, “üniversite” anlayışından ne denli uzaklaşmış olduklarını gösterdiği gibi, bunların en temel demokratik ve insan hakkı olan düşünme ve konuşma hakkına da, hukuksal düzene de, akademisyen anlayışına da aldırmadıkları görülüyor.  

Bilindiği gibi YÖK, yeni bir yükseköğretim yasa taslağını hazırlamak üzere bilmem kaçıncı kez harekete geçmiş bulunuyor. YÖK yasa taslaklarında,  özerklik, özgürlük, hesap verebilirlik, kalite, evrensellik, …gibi kavramlardan geçilmiyor. Yükseköğretim yasa taslağının temel insan haklarını yadsıyan bu YÖK ve rektörler tarafından hazırlanacak olması, Türkiye’nin bir başka talihsizliği oluyor.

İktidarın anti-demokratik uygulamalarına karşı olduğu sanılan kimi hukukçuların, öğretim elemanlarının, yazarların ve medyanın bile, anti-demokratik anlayışta oldukları ve insan haklarının özünü kavramadıkları ya da benimsemedikleri bu ülkede, demokratik tutum ve anlayışların nasıl gerçekleşeceği, öncelikle çözülmesi gereken temel bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Üstelik bu anlayıştaki çoğunluk, yeni anayasa hazırlayacak! Vah Türkiye’m vah!

[email protected]