Top yekûn saldırı

26 Mart günü, AKP’nin Atatürk Kültür Merkezi’ni yıkma düşüncesine karşı çıkan sanatçılar ve sanatseverlerin eylemi oldu. Sanatçıların hali başka oluyor tabii. Bizlerin bağıra çağıra yaptığını, onlar, oyunlarıyla, davranışlarıyla, sözlerinin tınısı ve vurgusuyla, sanatla yaptılar. Tüm konuşanlar gibi, dünya şekeri bir sanatçı çıktı: “Yaşam bir oyundur. Biz bu oyunu doğru oynuyoruz, metinlere uygun oynuyoruz. Bu doğruluğumuza dayanamıyorlar. İngilizce bilmeden, ellerindeki İngilizce metni oynamaya kalkıyorlar” diyerek durumu özetleyiverdi. Sanata karşı saldırının, tek yönlü olmadığını, KİT’lerin, pancarın, tütünün, şekerin peşkeş çekilmesiyle anamalcı sömürünün yerleşmeyeceğini, kültürün de yok edilmesi gerektiğini ve saldırının topyekûn olduğunu belirtti. Bunu isteyenin, ABD’nin, Dünya Bankası’nın (DB), IMF’nin, AB’nin temsil ettiği ve dayattığı yeni dünya düzeni (YDD) olduğunu vurguladı. 

Tiyatrocu gözüyle, bir “oyun” olan yaşam, aynı zamanda bir “öğrenme” sürecidir. Yaşam, bilerek/isteyerek ve bilmeden/ kendiliğinden gerçekleşen öğrenmelerle sürüp gider. Diğer canlılarda da, bir bakıma bir tür öğrenmelerle evrim içinde değişim gösterirler. Suya ulaşmasını beceremeyen bitki, ya kuruyup yok olur ya da daha az suyla yaşamayı öğrenir. Kendini korumasını bilemeyen hayvan ya başkalarına yem olur ya kendini korumayı ya da öldüğünden daha çok üremeyi öğrenir. 

İnsan, duyuları olduğu, konuştuğu, okuduğu, düşündüğü, yazdığı için, daha hızlı ve anlamlı, yoğun ve kalıcı, öğrenmelerden geçer. Öğrenen insan, bilerek/bilmeyerek başkalarına da bir şeyler de öğretir. İnsancıl amaçlarla planlı ve programlı bir biçimde düzenlenen öğrenim-öğretim etkinliklerine eğitim deriz. Eğitim özünde, kişinin özgürleşip kendini gerçekleştirmesi, olgunlaşıp insancıllaşması içindir. İnsancıllaşma, insanın sömürülmesine karşı çıkmaktır, ezilenlerden yana olmaktır, ezenler safına geçmemektir, barıştan yana olmaktır… Sanat, insanlardaki tüm duyu organlarını ve tüm yeteneklerini harekete geçirir. Kişinin insancıllaşmasını kolaylaştırır, çabuklaştırır. Sanatla bütünleşmiş eğitim (bilişsel, duyuşsal ve devinimsel gelişim), insanı, “fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür” yapar, özgürleştirir; barışçıl birey ve yurttaş yapar.  

Eğitimin önemli bir bölümü, örgün eğitimde, okulöncesinde, ilk, orta ve yükseköğretimde gerçekleşir. Eğitimin diğer bir bölümü de okul dışında, yaygın eğitimde olur. Eğitim, toplumu yeniden üretmek için kullanır. Akıllı ve özgür yöneticiler, toplumu yeniden üretirken, öğrenenlere eleştirel aklı da öğretir, yapılanların eleştirilmesine de kapı açarak toplumun olumlu yönde gelişmesini de güvence altına alır. Akılsız ya da teslimiyetçi yöneticiler, bireyin özgürleşmesinden ve her türlü eleştiriden korkarlar, ezbere dayalı ve seçkinci bir eğitimi yeğlerler, söylenenlere itaat edecek kul yetiştirmek isterler. YDD yanlısı yöneticiler, ezberci ve seçkinci eğitimi sürdürürken, eleştirel düşünceleri iyice köreltmek için, örneğin sözde laik bir devletin yöneticisi ise, laik olmayan eğitim yaparak, kendi karşıtını da yetiştirirler. Hatta her şeyi yabancıların eline bırakırlar. 1994-1997 yılları arasında sürdürülen DB-YÖK projesiyle, öğretmen yetiştirmeyi hallederler! Bugün bir başka DB-YÖK projesiyle mesleki yükseköğretimi; Çocuk Dostu Okul, Temel Eğitime Destek, Ortaöğretim, Mesleki Eğitim ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi (MEGEP) gibi projelerle de ortaöğretimi çözerler! 

YDD’nin dayattığı yeni ilköğretim programını aynen kopyalarlar ve iftiharla “girişimci “öğrenci yetiştireceğiz derler. Girişimci öğrenciden anladıkları, örneğin 25 kuruşa sattığı bir birim ürünü, talep çoğaldığında 50 kuruşa satacak öğrenci yetiştirmektir. Girişimciliği körükleyenler, iki misli kazançla yetinmeyip, üç misli, beş misli kazanca, her ne pahasına olursa olsun daha çok kazancı öne çıkarırlar. Tarihsel süreçte öğrendiğimiz ve YDD’cilerin çok iyi bildiği bir durum vardır: Kazanca odaklananlar, kendilerini kontrol etmekte güçlük çekerler. Kar için rahatlıkla yalan söylenir; karı daha da artırmak insanı öldürmekten ve de hatta (Irak’ta olduğu gibi) insanlığı yok etmekten çekinmezler. 

Yaşam içindeki öğrenmelerin önemli bir bölümü, örgün ve yaygın eğitim dışında, kendiliğinden olur. İnsanlar, konuşma biçimiyle de, yazı üslubuyla da, giyinişiyle de, davranışıyla da çevreye öğretiler gönderebilirler. YDD, yukarıda özetlendiği gibi örgün ve yaygın eğitimde işi bitirmekle yetinmez, kendiliğinden öğrenmeyi de etkili bir biçimde kullanır. Önce birilerini teslim alır, yakın geçmişte adil düzenden ve milli eğitimden söz edenler ve YDD’yi eleştirenler, bugünün YDD’cisi oluverir. Teslimiyetçiliği yeğleyenler, rahatlamak için, başkalarının da teslimiyetini sağlamaya çalışırlar. Çevreye bu doğrultuda, öğretilmiş öğretiler yayarlar. “Anayasa bir kez delinmekle bir şey olmaz, Irak’ta bir koyup beş alacağız, küreselleşmenin önünde durulmaz, AB’de çalışacak insan yetiştireceğiz, üniversitenin birincil işlevi bilgi üretmek değil fırsatları değerlendirmektir, devlet laik olur birey laik olamaz, benim işim bu memleketi pazarlamaktır” vb söylemleri sık sık ve bilerek dile getirirler. Sanata saldırırlar. 

YDD’ye ayak uyduranların, TV’lerde ve gazete sayfalarında boy göstermeleri, kısa sürede köşe dönmeleri; kitap okumasalar da, tiyatroya gitmeseler de, sanattan nasiplerini almasalar da üst yönetimlere gelmeleri, cumhurbaşkanlığına aday görülmeleri de, insan aklını dumura uğratıp onu teslim almaya yönelik olaylardır.  

Sanatçılar yerden göğe kadar haklıdır: Tüm dünya top yekûn bir saldırı altındadır. Bağımsız bir ülke olmak için özgür insanlara gereksinim vardır. İnsanın özgürleşmesine ve kendini gerçekleştirmesine yardımcı olacak öğretmene çok işi düşmektedir.