TBMM başkanlığı ne yapıyor?

Yaşam acı dersler veriyor. Yer bir sarsılıyor, çürük binalar sapır sapır dökülüyor dökülen her bina, onlarca insana mezar oluyor.

Çürüklük, ne yazık ki, binalarla sınırlı kalmıyor. Günlük yaşam bizlere siyasetin de, ekonominin de, bazen insanlığın da çürüdüğünü gösteriyor. Her şey çürümeden kendi payına düşeni alıyor, çürümesi akla gelmeyecek kurumlar bile.

Çürük binalar, genelde o binada oturmayanlar tarafından yapılıyor. Kurumların çürütülmesi ise, 2547 sayılı yasanın yükseköğretimde çürümeye yol açması gibi, bazen yasalarla, bazen 651 sayılı KHK’nin TÜBA’yı çürütecek bir yapılanmayı getirmesi gibi KHK’lerle, kimi zaman da, çalışanları eliyle gerçekleşiyor.

Çalışanları arcılığıyla çürütülüp bitirilen kurumların başında üniversiteler geliyor. YÖK’ün kurulmasıyla başlayan çürüme, en çok oy alan adayın rektör yapılmadığı üniversitede daha da hızlı oluyor.

Son aylarda, çürümüşlüğü ve “üniversite”nin bitişini gösteren olaylar artarken, son günlerde bunların üstüne tuz-biber eken bir olay yaşanıyor: TBMM Başkanlığı, “Sultan Abdülmecit ve Dönemi Sempozyumu”nu düzenliyor!

Üstelik bu sempozyum Abdülmecit ile hiç ilişkisi olmayan bir tarihte 17 Kasım’da düzenleniyor. 17 Kasım tarihi, son Osmanlı padişahı Vahdettin’in ülkeden kaçtığı güne denk geliyor.

Kimileri, TBMM adına böylesine bir sempozyum düzenlenmesine aldırmıyor da, sempozyumun 17 Kasım’a denk gelmesine takılıyor, kimileri de herhangi bir art niyet olmadığı savunmasına soyunuyor.

Oysa bu sempozyumun düzenlenmesi, toplantı tarihinden bağımsız olarak TBMM’nin anlamı, özü ve varlık nedeniyle bağdaşmayan bir durum yaratıyor.

Bilindiği gibi TBMM, emperyalizme karşı başkaldırışın ve Kurtuluş Savaşı’nın mihenk taşı. Emperyalistlerle işbirliğine giren padişahlığa ve tek kişinin despotluğuna son verip halkın egemenliğine yol açan bir yapılanma. Kuruluş yıllarında, padişah tarafından vatan haini ilan edilmiş ve görüldükleri yerde vurulmaları istenmiş üyelerin çoğunlukta olduğu bir kurum. Ülkeyi düşman işgalinden temizlemiş, büyük oranda Misak-ı milliyi gerçekleştirmiş, saltanata da, halifeliğe de son vermiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş toplumun gözbebeği olan bir kurum.

Varlık ve kuruluş nedeni ile laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı kalıp ilelebet sahip çıkması gereken TBMM başkanlığının böylesi bir sempozyuma ev sahipliği yapması, TBMM’nin geçmişinin ve geleceğinin yadsınması anlamına geliyor. Bu durum, büyük bir (çürüme demek insanın ağrına gittiğinden) aymazlığı gösteriyor.

Üstelik bu girişim, Kurtuluş Savaşı’nın en kanlı günlerinde ve düşmanın Ankara’ya iki adım mesafede olduğu günlerde bile çalışmasını sürdürmüş TBMM’nin, ülkenin en yaşamsal konularının KHK’lerle kotarılmasını yani kendisinin dışlanmasını seyrettiği ve sessiz kaldığı bir dönemde gerçekleştiriliyor. Bu durum, aymazlıktan öte bir durumun var olduğu kanısını uyandırıyor.

Abdülmecit zamanında, Batı’daki okullara benzer bilimsel derslere ağırlık verecek ve sübyan mektebiyle medreseye alternatif olacak ilkokul (iptidai), ortaokul (rüştiye) ve lise (idadi), öğretmen yetiştiren okullar, ilk bilim akademisi sayılan Encümen-i Daniş, Mülkiye Mektebi ile Telgraf Mektebi açılmış, Eğitim Bakanlığı kurulmuş ve Avrupa'ya öğrenci gönderilmesine başlanmıştır. KHK’lerle bilimin ve eğitimin piyasalaşıp İslamileşmesine yol açanlar, Abdülmecit hakkındaki bu sempozyumu, herhalde onun laik ve bilimsel eğitime dönük uygulamaları nedeniyle düzenlemiyor.

Peki! Niçin düzenliyorlar?

Bilindiği gibi 1 Temmuz 1839’da 17 yaşında tahta çıkan Abdülmecit, 31. Osmanlı padişahı, 110. İslam halifesi ve Osmanlı Devleti'nin son 4 padişahının babasıdır II. Mahmut’un Bezmialem Sultan’dan olan oğludur. Tüberküloza yakalanıp 38 yaşında ölmüştür.

Bu sempozyum, onun padişahlığını mı, halifeliğini mi, dört padişah babası olmasını mı kutluyor?

27 Temmuz 1839’da, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya’nın Kavalalı Mehmet Ali Paşa-Mısır sorununun onlara danışılarak çözülmesini isteyen ortak notasını kabul ederek Avrupa devletlerinin güdümüne girmiş bir padişahtır. Yine Avrupa’nın isteği üzerine Tanzimat Fermanını benimsemiş ve Hıristiyanlardan alınan vergilerin toplanmasında patrikhanelerin aracı olmasını kabul etmiş bir padişahtır. İngiltere ve Fransa'nın desteğiyle Rusya ile yapılan Kırım Savaşı (1853) kazanılınca, Tanzimat Fermanı'nı izleyen Islahat Fermanı'nı ilan ederek (18 Şubat 1856) iç sorunlara yabancıların karışmasını da kabul etmiştir. Kırım Savaşı sırasında ilk kez dışarıdan borç almaya başlayan (24 Ağustos 1854) ve dört kez borç alan padişahtır.

Bu sempozyum, Abdülmecit’in emperyalistlerin güdümüne girmesini mi, Osmanlının borç batağına saplanmasını mı kutluyor?

Sultan Abdülmecit, dışarıdan aldığı borçların bir kısmıyla, Dolmabahçe Sarayı (1853), Beykoz Kasrı (1855) ve Küçüksu Kasrı (1857)’nı yaptırmıştır.

Bu sempozyum, dışarıya borçlanıp içeride müsriflik yapılmasını mı kutluyor?

Bayram değil, seyran değil, TBMM başkanlığı Abdülmecit’i neden öpüyor?

Bu sempozyum, bir aymazlık mı, aymazlığın ötesinde bir amacın işareti mi?

Karar sizin!

[email protected]