Tarih Vakfı ne yapmak istiyor?

Kendilerini bir sivil toplum kuruluşu olarak tanıtan Tarih Vakfı, internet sitelerinde işlev ve amaçlarını şöyle tanımlıyor: “Tarih Vakfı, Türkiye'de tarih bilincini geliştirip yaygınlaştırmayı amaçlayan ve kamu yararı için çalışan bir sivil toplum kuruluşudur. Tarih Vakfı, ülkemiz insanlarının tarihe bakışlarına yeni bir içerik, zenginlik kazandırmayı ve tarihi mirasın korunmasını köklü bir duyarlılıkla, geniş toplum kesimlerinin katılımıyla gerçekleştirmeyi amaçlar. …”

Vakfın çalışma ilkeleri de şöyle açıklanıyor: “Tarih Vakfı, çalışmalarını yürütürken, bilimselliği dinsel, etnik, kültürel, cinsel ayrımcılıktan ve her türlü önyargıdan, şovenizmden uzak durmayı farklı ülkelerden insanlar arasında karşılıklı anlayış ve dostluğu temel alan bir yaklaşımı titizlikle gözetir. …”

Kurumsal Tarih Dostluğu başlığı altında da şu bilgi yer alıyor: “Tarih Vakfı, Türkiye'nin büyük bir eksikliğini gidermeye yönelik çalışmalar yapıyor: Ötekileştirici, dışlayıcı olmayan bir tarih bilinci ve çağdaş-bilimsel bir tarih anlayışı. Ülkemizin önde gelen aydınları tarafından kurulan ve bu yıl 20'inci yaşını kutlayan Vakıf, bu tarih anlayışının, dinsel, kültürel ve etnik çatışmaların dinmediği bölgemizde barışı güçlendirici rol oynayacağına inanıyor. …”
Bu Vakıf, 20. kuruluş yılı etkinlikleri kapsamında, geçen hafta 28- 30 Ekim 2011 günlerinde İstanbul Bilgi Üniversitesi'nde, "Cumhuriyet Tarihinin Tartışmalı Konuları" başlıklı bir etkinlik düzenliyor. Bu toplantının konusu ve Cumhuriyet Bayramı tatiline denk getirilmesi, etkinliği duyanların ilgisini çekiyor.

Dinleyici olarak ilk toplantıya katılanlar, bu zamanlamanın bilerek yapıldığını ve genelde resmi tarih anlayışının eleştirileceğini anlıyor ilgileri biraz daha artıyor.

Toplantının açılış konuşmalarında vakıf hakkında genel bilgiler veriliyor.

“Kuruluş ve Kurtuluş Anlatıları” konulu 1. oturum, oturum başkanının anlatılarıyla başlıyor. (Haklı olarak) resmi tarih anlayışı ve tarih ders kitaplarının hâlâ “Nutuk” temelli bir anlayışla yazıldığı eleştirilirken bu oturumdaki anlatıların bir başka pencereden bakılarak yapılacağı açıklanıyor.

Sonra diğer konuşmacılar söz alıyor. Öncelikle her biri oturum başkanının öğrencisi olmakla övünüyor, eğitimciler durumu gıptayla karşılıyor.

Toplantıda, neler söylenmiyor, neler!

Örneğin “Kurtuluş Savaşı’nın aman aman bir savaş olmadığı” söyleniyor! Oturumdaki diğer üç konuşmacı da, suratlarında alaycı bir tebessümle ve de dinleyicilere, “Siz bilmezsiniz ama doğru” dercesine başlarını sallayarak, bazen de “Doğru!” diyerek oturum başkanını onaylıyorlar! Sanırsınız ki, Yunan askeri Ankara yakınlarına kadar turistik bir geziyle gelmiş savaşlarda ölenler de kazaya uğramış turistlerle Türkiyeli tur rehberleri!

Bir konuşmacı, “Kurtuluş Savaşı öncesinde, M. Kemal bilinmiyordu/yoktu” demeye getiriyor!

Bir konuşmacı, “Nutuk”un yüzde 51’nin 19 Mayıs 1919-23 Nisan 1920 dönemine, yüzde 38’inin 23 Nisan-29 Ekim 1923 dönemine ve geri kalanının da, 29 Ekim’den nutkun mecliste okunduğu tarihe (1927) kadarki dönemi kapsadığını, küçümser bir ifadeyle eleştiriyor! Nutuktaki bu dağılım, Kurtuluş Savaşı’nın önemiyle ve 600 yıllık Osmanlının yerine cumhuriyetin kurulmasıyla ilgisi yokmuşçasına, (yine, hem de oldukça alaycı bir ifadeyle) M. Kemal’in o sıralarda geçirdiği hastalığa ve ölüm korkusuyla nutuk okuma işini bir an önce bitirme isteğine bağlanıyor!

Bir konuşmacı, “M. Kemal’in, meclis seçimleri olduğunda seçilecek mebusları ismen belirlediğini nutukta anlattığına” değinirken, yine eleştiriden çok alay havası veriyor!

Bir konuşmacı, nutukta Kurutuluş Savaşı’na katkı veren pek çok kişiden söz edilmediğini (haklı olarak) eleştirirken bile eleştiriden çok olayları ve yapılanları alaya alır gibi konuşuyor!

Nutuk’ta çok az yer verilen ve epeyce yerilen Kazım Karabekir ile ilgili açıklamalarda ise, “tarih” bir yana bırakılıyor: “M. Kemal’in Kazım Karabekir’in Erenköy’de köşkte değil tımarhanede kalması gerektiğini” söylediğiyle ilgili söylentilerden söz ediliyor!

Biri, “Cumhuriyet ilanı öyle bir gecede olmadı, hazırlıklar bir yıl sürdü” diyor, diğerleri onaylıyor! Arkasından bir başkası, “Cumhuriyet ilan edilmeyecekti ama M. Kemal hükümet üyelerini belirlemede daha özgür olmak için Cumhuriyet’i seçti” diyor! Diğerleri yine onaylıyor!

Konuşmaları dinlerken, Şevket Süreyya Aydemir, Sabahattin Selek, Hasan İzzettin Dinamo gibi yerli yazarlarla kimi yabancı yazarları okumuş olanlar da şaşırıyor, okumamış olanlar da!

Dinleyicileri şaşırtan hemen her anlatıda, oturumdaki diğer konuşmacılar aynı hareketi yapıyor: Suratlarında alaycı bir tebessümle ve de dinleyicilere, “Siz bilmezsiniz ama doğru” dercesine başlarını sallıyorlar, bazen “Doğru!” diyorlar, bazen de oturum başkanının ek açıklamalarına kulak verip aynı tutumu yineliyorlar!

Bereket, kendini Ali Akgök olarak tanıtan bir dinleyici, konuşmacılara son soru olarak, “Biz klasikleri hep ‘YANLIŞ’ okumuşuz, peki, şimdi ‘DOĞRU’ okuduğunuzdan nasıl emin olalım?” sorusunu soruyor. Konuşmacılar, bu soru üzerine birer akademisyen olduklarını anımsıyorlar alaycı yüz ifadeleri birden soluyor ve buz kesiyor zar zor, emin olunamayacağını ima eden bir yanıt veriyorlar.

Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in ilanı, bu üslupla, ne zaman ele alınıyor?

Cumhuriyetin kuruluşunun 88. yılında! Bırakın imparatorluktan cumhuriyete geçmenin özel koşullarını, demokratik rejime geçtikten elli yıl sonra bile, Başbakanın, 550 milletvekili adayıyla bin küsur belediye başkanı adayını birebir belirlediği bir ortamda! AKP’nin, milli eğitimde, YÖK’te, üniversitelerde, TRT’de, poliste, silahlı kuvvetlerde ve yargıda kadrolaştığı ve Başbakanın sık sık (demokrasinin dördüncü kuvveti olduğu söylenen) medya patronlarını toplayıp zılgıt çektiği günlerde! Pek çok komşumuzla neredeyse savaşacak duruma gelinirken Libya’da, Mısır’da, Suriye’de ve Tunus’ta şeriatçı rejimlerin kurulması için elimizden geleni ardımıza koymazken! 635, 651, 652 ve 653 sayılı KHK’lerle, eğitim ve bilim piyasalaştırılıp İslamileştirilirken! Cumhuriyetin altı oyulurken, topluma İslami yaşam dayatılırken!

Demokratik sivil toplum kuruluşu oldukları halde, AKP’nin bilimle, laiklikle ve de demokrasiyle bağdaşmayan karar ve uygulamalarına karşı sesiz kalanların çoğaldığı ve toplumun “kuzuların sessizliği”ne büründüğü bir dönemde!

Bu toplantıya merakla gidenlerin en az bir bölümünün, Cumartesi ve Pazar oturumlarına katılmak isteseler de, ayakları geri geri gidiyor.

İnsan merak ediyor: Tarih Vakfı ne yapmak istiyor?

[email protected]