Sözleşmeli Çalışmanın Özgürlüğü! RIFAT OKÇABOL

Prof. Dr. Levent Köker şöyle yazmış "Kapitalizm, ticaretin, paranın ve piyasanın olduğu eski üretim tarzlarından emeğin metalaşması (ve köleliğin/serfliğin tasfiyesi demek olan serbestleşmesi) ile ayrılıyor. ... Emeğin piyasaya sunulması, kölelik ve serflik olmadığına göre, ancak emeğin sahibinin kendi rızasıyla kuracağı ilişkilerle gerçekleşebiliyor ki, bunun da doğru ifadesi 'sözleşme' kavramında gerçekleşiyor. Sözleşme, hukuken eşit konumda bulunan iki tarafın serbest iradelerinin açıklanmasıyla oluştuğu için, kapitalizm, süreç içinde tüm insanların hukuken eşit haklara ve özgür iradeye sahip özneler olarak kabul edilmesi gerektiğini ilke hâline getiren bir ideolojinin oluşmasını mümkün kılıyor. İnsanın kendi rızası dışında, hiçbir toplumsal ilişkiye zorlanamayacağı ilkesi, bu ideolojinin temeli. İnsanın vazgeçilemez ve devredilemez temel (doğal) hak ve özgürlüklere sahip olduğu, toplumun ve devletin bu hak ve özgürlükler temelinde kurulmuş rızaya dayalı (sözleşmeci) beraberlikler olduğu anlayışı da bu ideolojinin en önemli kabullerinden" (Zaman Gazetesi, 9 Ekim 2008: 20).

Köker'in değindiği özgürlüğe sahip ve kendi rızası ile sözleşmeli çalışanlar var var olmasına da, çok sınırlı bir kesim. Özellikle, emekleriyle orantılı olmayan bir biçimde kazanç kapısı olan işlerde çalışanlar bu şansı kullanabiliyor. Örneğin profesyonel futbolcular, üç adımdan boş kaleye gol atamayanlardan ve üst üste üç pas yapamayanlardan biraz daha iyi oynayanlar, doğuştan getirdikleri yeteneklerine tek bir şey katmamış olsalar da, 1-2 yılda bir kendi rızalarıyla sözleşme yapıyorlar 30 yıl çalışıp birinci dereceden emekli olan 20 bin emeklinin aldıkları emekli ikramiyesinden çok daha fazlasını transfer ücreti olarak alıyorlar. Futbol takımı çalıştırıcılarının bir bölümünün aylığı da iki emeklinin ikramiyesinden çok olabiliyor. Benzer bir durum ses sanatçıları için de geçerli onlar da bir gecede bir kaç emekli ikramiyesi kadar para alacak sözleşmelerle çalışıyorlar. Futbolcularla ses sanatçıları, bir bakıma bireysel ve toplumsal sıkıntıları giderici bir işlev görüyor. Bu nedenle kimileri "eh, olur o kadar!" diyebiliyor.

Bir de bankalar başta olmak üzere çeşitli işyerlerinde işyerinin kazancının katlamak için çalışan, kimi zaman bir başka kuruma geçmesi için birer servet ödenen CEO'lar var bazı KİT'lerin özelleştirilmesi ve değerinin altında bir fiyatla satılması için canını dişine takan genel müdürler var. Bunlar da sözleşmeli çalışıyor. Üstelik işyeri battığında, yedi ceddine yetecek parasal birikimini oluşturmuş olan CEO paşa paşa evine gidiyor batan banka ise onu kurtarmak yine emekçinin sırtına biniyor: Tüm ülkeler emekçilerden topladıkları vergileri batan bankaları kurtarmak için kullanıyor.

Bu tür köşe döndüren sözleşmelere imza atabilenlerin sınırlı sayılarda olmasına karşın, milyonlarca emekçi, emeğinin karşılığını alamayacağını bile bile sözleşme yapmak zorunda kalıyor. Emeğinin karşılığını vermeyen işverenle sözleşme yapanlar için kazın ayağı hiç de Köker'in dediği gibi olmuyor.

İçinde bulunduğum eğitim kesiminden örnek verilecek olursa, özel okullarda da kamu okullarında da sözleşmeli olarak çalışanların durumu hiç de iç açıcı bir nitelik taşımıyor. Özel okullardaki öğretmenler, kamuda çalışan öğretmenlerden biraz daha yüksek maaş almış olsalar da, hiçbir zaman emeklerinin karşılığını alamadığı gibi son yıllarda geçmiş yıllara göre enflasyon nedeniyle gelir kaybına da uğruyor. "Esnek istihdam" uygulaması yaygınlaştığında özel okullardaki öğretmenlerin durumunun daha da kötüleşeceği şimdiden görülüyor.

Devlet yeni üniversitelerle fakülteler açıyor, üniversiteler her yıl on binlerce öğretmen mezun ediyor. Ancak, eğitim sendikaları yüz binin üzerinde öğretmen açığından söz etse de, eğitim bakanlığı öğretmenlik diploması olanların küçük bir bölümünü kadrolu olarak istihdam ediyor ve öğretmen açığını ücretli ya da sözleşmeli öğretmenle kapatıyor. Kimi öğretmenler, aç bilaç yaşamamak için okul müdürlerinin isteğiyle atanıp onun isteğiyle işlerine son verilecek olsa da, kadrolu öğretmen geldiğinde anında kapı önüne konacaklarını bilseler de, kendilerine "mevsimlik öğretmenler" dense de, ders başına ücretli olarak çalışmak zorunda kalıyorlar. Haftada 25 saat ders verdiklerinde 600 YTL'yi bile bulmayan aylık alıyorlar.

Bakanlığın son beş yılda 133 bin 609'u kadrolu ve 75 bin 741'i de sözleşmeli öğretmen atadığı biliniyor. Kamu okullarındaki bu sözleşmeli öğretmenler, ücretlilerden biraz daha iyi koşullarda çalışsalar da, ücretliler gibi kadrolu öğretmenlerin sahip oldukları birçok özlük hakkından yoksun kalıyorlar. Kadrolularla aynı işi yasalarda onlardan daha düşük ücret alıyorlar. Tatillerde maaş alamıyorlar. Ücretli izin yapamıyorlar. Okullarda yönetici olamıyorlar. Müfettişlik yapamıyorlar. Çalıştıkları okullara kadrolu öğretmen atandığında norm fazlası oluşursa işlerinden ayrılmak zorunda kalıyorlar. Kapitalist düzenin dayattığı yeni sosyal güvenlik yasası nedeniyle emeklilik hakkını elde edememe riskini taşıyorlar. Aç kalmaktansa, bu koşullarda çalışmaya imza atıyorlar.

Sözleşme yaparken, bir futbolcunun, bir ses sanatçısının, bir CEO'nun imza atmasındaki "razı olma" ve bu imzayı özgürlük temelinde atması durumu ile evine üç kuruş getirebilmek için asgari ücretle ya da açlık sınırındaki bir maaş için sözleşen emekçinin "razı olma" ve imzasının özgürlük temelinde atması durumu aynı mıdır? Kapitalist sistem, sömürülme koşullarında çalışmaktan başka seçenek bırakmayarak, emekçiye mi özgürlük temelinde hareket sahası yaratmaktadır işverene mi?

[email protected]