Sınavsız üniversite!

ÖSS’yi kaldıracağız; sınavsız üniversite” kulağa ne kadar da hoş gelen sözler değil mi? Bu tür söylemleri duyunca, insanın aklına pek çok soru geliyor: Yeteneği/birikimi olsun olmasın her isteyen üniversiteye girebilecek mi? Herkes işletmeci/mühendis/hukukçu olmak ve Boğaziçi’ne /ODTÜ’ye… gitmek isterse ne olacak? 80 sorulu matematik testinde 10 doğru yanıt veren endüstri/ elektronik/… mühendisliği alanında okumak istese ne yapılacak? Özelleştirmeyi savunalar, AB ve ABD ile bağları koparmak istemeyenler, üniversiteyi parası olana mı açacak? Eğitimi bir kamusal hizmet alanı olarak mı görecek? Üniversite kapısına gelmiş 1,5 milyon öğrenci nerede okuyacak, hangi kitabı bulup okuyacak, nerede kalacak? Üniversiteye giren yerinden memnun olmazsa ne olacak? Mezun olan ne yapacak? Benzeri soruları çoğaltmak kolay da, yanıt bulmak! 

Ha seçim öncesinde “Herkese bir anahtar” vermişsin, ha ÖSS’yi kaldırmışsın ne fark eder. AKP “OKS’yi kaldırıyorum” dedi ya, kimileri, bu söylemlerle onlarla “atma” yarışına giriyor. Zaman seçim zamanı, “atma”nın da sınırı yok, at atabildiğin kadar. Bir de Allah korusun, AKP’nin yaptığı (OKS’yi kaldırıp yerine üç sınav ve yanına da KDV olarak yabancı dil sınavını koydukları) gibi ÖSS’yi kaldırıp sınav sayısını artırıp bir de yabancı dili zorunlu yaparlarsa vay halimize. 

Öğrenme ve eğitim hakkı, insan haklarının en vazgeçilmezleri. Bu haklar bizim yasalara da girebildiğine göre önemi ve kaçınılmazlığı açık ve net. Bunların yasal hak olduğu bir ülkede, OKS’de de, ÖSS’de de yüz binlerce öğrencinin dörtte üçünün önünü kesmek bir insanlık ayıbı ve devletin devlet olmadığının göstergesi değilse nedir!

Hepimizin özlemi, tabii ki isteyenin istediği kadar okuyabilmesi, kendisini gerçekleştirmesine olanak verilmesidir. Ancak, bu özlemi gerçekleştirmek öyle bir-iki gün sağda solda bu söylemleri dile getirmekle olacak iş değil. İstenenler seçim vaatleriyle gerçekleşmiyor, önce siyasal istenç gerekiyor. Siyasal istenç olsa da, pek çok sorunun kaynağı eski/yeni YÖK başkanlarına danışarak geçerli çözümler bulunamıyor. Yükseköğretimle ilgili var olan durumun ve sorunların katılımcı demokratik süreçlerde irdelenerek oydaşlık içinde çözüm yollarının aranıp bulunması gerçekçi bir yol oluyor. Siyasal istenç varsa, çözümleri planlayıp programlamak da, yeterli kaynak yaratılarak çözümlerin uygulamaya konması da kolaylaşıyor.

Çözüm ararken karşımıza çıkan en temel sorun eğitim sistemimizin bugünkü hali pür melali, MEB ve YÖK. MEB ve YÖK, ikisi de, piyasacı, özelleştirmeci, paralı eğitimden yana ve Avrupa Birliği (AB) ile Dünya Bankası ile (yabancılarla) proje yapmaya bayılıyor. Çözümü bunlarla aradığınızda çıkmaz sokağa giriyorsunuz. Kimi zaman siyasal istenç bile yetmiyor. Örneğin AKP, geldiği gün YÖK’ü tarumar emek istedi. AKP, çok hırslıydı, belki intikamcı yaklaşımları kendilerine set çekti; belki de YÖK’ün üniversiteleri medreseleştirmesine ses çıkarmayanların AKP’nin bu tür girişimlerine karşı çıkmaları nedeniyle, iki noktasına dokunup YÖK’ü YOK edemedi. Bütün yapabildikleri, o da AB baskısıyla, genelkurmaydan (harp akademileriyle GATA’dan) YÖK üyesi gelmesini engellemek oldu.

OKS ilköğretimin ve ÖSS de ortaöğretimin resmi, röntgeni, MR’ı gibidir. OKS ve ÖSS’de doğru yanıt ortalamalarının düşüklüğü yıllardır alarm veriyor. MEB (YÖK de) mıh gibi, kılını bile kımıldatmıyor. Bu sınavlarda sıfır çekenler, üç doğru yanıt vermeyenler üniversiteye girse ne olur, üniversiteyi bitirse ne olur? Bir de bu sınavların yarattığı trilyonlarca getiriyi paylaşan binlerce dershane ve özel öğretmen ile sınav sürecinde yoksul gençleri kendisine çeken cemaatler var, bunların direncini aşmak kolay mı? Gerçekten de, gerçekçi, kabul edilebilir ve uygulanabilir çözümler için siyasal istenç ve kararlılık kaçınılmaz oluyor.  

Sık sık çıkarılan (üniversite) öğrenci aflarından yüz binlerce öğrencinin yararlanması, kimileri ekonomik nedenlerle sistemden ayrılmak zorunda kalsa da, genelde üniversitelerdeki ders başarısızlığından kaynaklanıyor. Üniversitedeki ders başarısızlığının bir nedeni, ortaöğretimden gelen öğrenci niteliğinin yetersiz olmasıdır. İkinci neden ise, yükseköğretimdeki eğitim-öğretim süreçlerinin yetersizliğidir. Öğretim elemanı nicel ve nitel olarak yeterli değildir. Eğitim-öğretim süreçlerinin niteliği açısından üniversitenin ortaöğretimden anlamlı bir farkı kalmamıştır. Üniversitelerde, öğrencinin liseden getirdiği sosyal, kültürel ve eğitsel alışkanlıklarının olumsuz yönlerini değiştirmesine fırsat verecek süreçler yoktur. İşin doğrusu, MEB’nin herkese lise mezunu diploması vermesi ne kadar aldatmacaysa, bir yılda 53 tanesinden 32 tane doğurtulan kurumlara üniversite demek de o kadar aldatmacadır. Bu da (eğitim konusunda) devletin ikinci ayıbı, devlet olamamanın bir başka göstergesi gibidir.

Devletin bu ayıplarından kurtulması/kurtarılması gerekiyor. Sınavsız üniversiteden önce, ilk ve ortaöğretim düzeyinde eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması gerekiyor. Bunu gerçekleştirmenin yolu, zorunlu eğitimin 10-11-12 yıla çıkarılması; okul çağındaki her gencin zorunlu eğitime katılması; okul çağını geçmiş olanlara da zorunlu eğitimlerini tamamlama olanağının getirilmesi; ilköğretimde birleştirilmiş sınıfların, ikili-üçlü öğretimin kaldırılması; nitelikli öğretmen yetiştirilmesi; öğretmenin sözleşmeli ya da ücretli olarak değil tam zamanlı çalıştırılması; 70 çeşit lisenin çok amaçlı liselere dönüştürülmesi; her türlü mesleki eğitimin yükseköğretime kaydırılması gibi uygulamalardan geçiyor.