Sert eleştiri mi, yoksa?

Anımsarsınız AKP bir ay önce Kızılcahamam’da “geleneksel istişare” toplantısını gerçekleştirmişti. Basına yansıyan haberlere göre, bu toplantının son gününde bakanlar, milletvekillerinden gelen soru ve eleştiri yanıtlarken ilginç sözler sarf edilmiş ve hatta “sert eleştiriler” olmuş.

Ardahan Milletvekili Orhan Atalay, seçim bölgesine ilişkin taleplerini ve sorunlarını sıralarken Erdoğan’a, “Sizin milliyetçi söyleminiz bölgede bizi sıkıntıya sokuyor” eleştirisinde bulunmuş! Başbakan Atalay’a, “Benim hangi milliyetçi söylemim?” diye sormuş ve örnek vermesini istemiş. Atalay’ın açıklamasından memnun olmayan Başbakan, “İlahiyat profesörüyüm diyorsun ama sen daha benim ne dediğimi anlayamamışsın” demiş!

Kendinizi bir an için bu milletvekilinin yerine koyun. İlahiyatçısınız, inançlı bir insansınız, işlerinizi kavgayla değil güler yüzle ve sevecen bir biçimde halletmeye alışıksınız. Bir de profesör unvanına sahipsiniz. Siz bu söylemi “sert eleştiri” olarak mı algılarsınınız, yoksa amiyane tabiriyle “fırça” olarak mı?

Bu söylemi duyunca insanın aklına, bir çiftçiye söylenmiş olan, “Ananı da al git ulan!” sözü geliyor. Ne yapsın çiftçi boynunu büküyor, iç dünyası alt-üst olarak çekip gidiyor. İlgili haberde ilahiyatçı milletvekilinin ne yaptığına dair bir bilgi verilmiyor. Ne yapacak milletvekili? Profesörlüğünü ya da ilahiyatçılığını bırakacak hali yok ya bu iki özellik onu o kişi yapan özellikler. AKP üyeliği ve milletvekilliği sonradan edinilmiş ve değişebilen özellikler bu özellikleri geçici olsa da, bırakmak kolay mı? Üstelik, Başbakan’ın seçimi olarak mı yoksa, halkın oyuyla mı milletvekili oldu konusu da, “tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan” konusu gibi karmaşık bir konu! Milletvekilinin Kızılcahamam toplantısını terk edip etmediği, Başbakana küsüp küsmediği, AKP üyeliğinden ya da milletvekilliğinden ayrılmaya kalkışıp kalkışmadığı bilinmiyor.

Toplantıda, Milli Eğitim Bakanı Dinçer’e de bazı sorular soruluyor. Okullarda çeşitli gerekçelerle velilerden toplanan paralar sorulduğunda, Başbakan, Dinçer’den okullarda toplanan paralarla ilgili bir çalışma yapmasını istiyor. Dinçer, “Bana iletilmiş herhangi bir sorun, şikayet yok” deyince de, Başbakan, “Sorun var bana geldi, milletvekillerimize de gelmiş. Zaten sorun sana gelmeyecek ki, bakan olarak sorunu sen bulacaksın. Ama tabii bu sorunlar makam odasında oturarak bulunmaz, çözülmez” diyor!

Şimdi de, bir an için kendinizin milli eğitim bakanı olarak düşünün: Milletvekilliğinin de ötesinde koca bir bakanlıktan sorumlusunuz. Kalabalık bir bürokrat kadronuz var. 81 il ve binin üzerinde ilçe milli eğitim müdürlükleriniz var. 600 bin kadarı öğretmen 800 bin dolayında personeliniz, on binlerce okulunuz ve okul müdürünüz ile 20 milyona yakın bir öğrenci kitleniz var. Ayrıca, profesör unvanı elinizden alınmış olsa da, kendinizi hâlâ profesör olarak görüyorsunuz ve yıllarca üniversitelerde özgürce akademisyenlik yaptınız. Üstelik bakan olsanız da, atama bekleyen ve yarın öbür gün öğretmen olarak istihdam edebileceğiniz kişileri, “Cami avlusunda yem bekleyen güvercinlere” benzetecek denli de konuşabiliyorsunuz! İstediğinize randevu verebiliyorsunuz, istemediğinize vermeyebiliyorsunuz. Aklınıza gelince, genelde ailesinin zoruyla hafız kursuna kaydolan çocukların okula bir yıl geç başlamalarına izin verebiliyorsunuz. Genelde kendi isteğiyle bale, resim ve piyano gibi güzel sanatlarla ilgili kurslara giden çocuklara ise böylesine bir hak vermiyorsunuz. Bir başka gün canınız isteyince çocukları, şorttan, tayttan, kolsuz gömleklerden ve forma gibi seçeneklerden kurtarıp türbana sokarak özgürleştirebiliyorsunuz. Siz, size dönük bu söylemi, “sert eleştiri” olarak mı algılarsınınız, yoksa “fırça” olarak mı?

Haberde ne yazık ki, bu söylem üzerine Dinçer’in nasıl bir tepki verdiği de bilinmiyor. Ancak bakanlığını sürdürdüğüne göre, geçen aylarda “Başbakan’ın istekleri bizim için emirdir” diyen bakanın, bu durumu içine sindirdiği anlaşılıyor.

Bu sert eleştirilerin (!) ilgililer tarafından içlerine sindirilmiş olması, Kızılcahamam’da “kişilik”tense “misyon”a daha çok önem verildiğini gösteriyor.

Kızılcahamam toplantısıyla ilgili bu haber, günümüze değin muhalefete karşı yapılan böylesine sert eleştirilerin/fırçaların, şimdi AKP’nin kendi içine döndüğünü ve tek adamlığın bir aşama daha ileri gittiğini de gösteriyor.