Selçuk’un mesleğine yabancılaşması

Bakan Ziya Selçuk’un liselerin öğretim izlencesi konusuyla ilgili açıklamalarını dileyince/okuyunca insanın aklına, “imamın dediğini yap, yaptığını yapma; Selçuk giderek mesleğine yabancılaşıyor; Selçuk’un bakan olmasıyla şişirilen balon, ‘2023 Eğitim Vizyonu’ açıklamasıyla hava kaçırmıştı, son açıklamasıyla da tamamen sönmüş bulunuyor” gibi düşünceler geliyor.

Nedeni gayet açık ve net: Çünkü Selçuk’un eğitimci ağzıyla söyledikleriyle bakan olarak yaptıkları ve yapacağız dedikleriyle örtüşmüyor.

Selçuk, 17 yıllık AKP iktidarında eğitimde konusunda yapılacak 15’inci değişiklik açıklamasını, insanı kandırıcı, “Esnek ve modüler eğitim sistemi”, “Bilgi Kuramı” ve “Öğrenci istediği dersleri seçecek” gibi söylemlerle sunuyor. Selçuk bir eğitimci olarak, laik-bilimsel eğitimden yana olan eğitim bilimcilere, eğitim emekçileri örgütlerine ve demokratik kitle örgütlerinin görüşüne yer vermeden hazırlanan bir modelin tüm Türkiye’yi kucaklayacak bir model olamayacağını biliyor. Yine de onların görüşünü önemsemeden bu modeli hazırlayabiliyor!

Selçuk bir eğitimci olarak, modüler programların, kişiye kısa sürelerde sınırlı beceriler kazandırmak için kullanılan bir yöntem olduğunu,  lise gibi öğrencinin bazı beceriler yanında özellikle bilişsel ve duyuşsal gelişimlerine önem verilmesi gereken süreçte ağırlıklı olarak kullanılmadığını biliyor. Ancak yeni modelle öğrencinin tüm yönüyle gelişmesine fırsat vermeyecek bu modeli benimseyebiliyor!

Selçuk bir eğitimci olarak, din dersleri ve İslam bilimleri üniversiteleriyle çağdaş dünyanın anladığı “Bilim Kuramı” olamayacağını bile bile, bu söylemi kullanıyor!

Selçuk eğitim bakanı olarak, çocuğa gideceği okulu seçme fırsatı bile vermeyen eğitim sisteminde mümkün olmayacağını bile bile, “Esnek”likten söz edebiliyor ve “Öğrenci istediği dersleri seçecek” diyebiliyor!

Selçuk bir eğitimci olarak, bir öğrencinin tüm yönüyle gelişmesi için, fen ve sosyal bilim dersleri yanında spor ve güzel sanat dersleri almaları gerektiğini de biliyor; gelişmiş ülkelerin, bulundukları düzeye laik ve bilimsel eğitim süreçleriyle geldiğini de biliyor; insanların inançlarıyla ilgili bilgilenme hakkına sahip olduklarını oysa çağdaş devletlerde iktidar sahiplerinin kendi inançlarını tüm topluma dayatma hakkına sahip olmadıklarını da biliyor. Ancak yeni modelde, çocukların gelişimi için gerekli olan dersleri büyük ölçüde azaltırken dini dersleri öne çıkarmaktan vazgeçmiyor!

Selçuk bir eğitimci olarak, 60 yıl önce köy çocuklarının köy enstitülerinde, o günlerin çok sınırlı koşullarında ve de küçük yaşlarda haftada 15-16 dersi içselleştirebilmiş olduklarını biliyor. Ancak günümüz koşullarında “Bir çocuğun 15-16 dersi anlaması ve içselleştirmesi mümkün olmuyor” diyebiliyor! Bu arada aynı Selçuk, 3-5 yaşındaki çocukların içselleştirmesinin mümkün olmadığını bilse de, dini öğretimi daha ileri yaşlara ertelemeye yanaşmıyor, bu durumun o çocukların ruhsal gelişimlerini olumsuz olarak etkileyeceğine de aldırmıyor!

Selçuk’u anlamak gerçekten mümkün olmuyor. Selçuk, “Çocuklar sabahtan akşama kadar soru soruyor” diyor. Oysa sabahtan akşama kadar soru soran çocuklar henüz okula başlamamış çocuklar oluyor. Okula başlayan çocuğa Selçuk’un başında olduğu sistem soru sordurmuyor ve öğretmenler de çocukların soru sormamasından şikayet ediyor. Çocukların günlük yaşamda sorunlarla karşılaşınca şaşırıp kaldıklarını belirtip çocuklarımızın “belirli şablonlara uygun olarak ezbere dayalı olarak soruları çözebildiklerini” belirtip “Gençlerin bu soruları çözerken anlamının ne olduğunu, niçin o şekilde olduğunu anlamaları gerekiyor. Soru çözmek ile sorun çözmeyi ayırarak işe başlamalıyız” diyor!  Ancak eğitim sisteminin seçme sınavları ve dini öğretimle, çocukları hem ezberlemeye hem de söylenenlere itaat etmeye yönlendirdiğini görmezden gelip, sorunu ve çözümü saptırıyor!

Selçuk bir eğitimci olarak, böylesine kapsamlı bir modelin, gerekli sürede ve koşullarda denenmeden uygulanmaması gerektiğini gayet iyi biliyor. Ancak bu modeli gelecek yıl uygulamaya kalkıyor!

Yukarıda örneklenen gerçekler, Selçuk’un son olarak YSK’nın 7 üyesinde örneklendiği üzere yaygınlaşan akıma kendini kaptırdığını ve mesleğine yabancılaştığını gösteriyor. Bu noktada yeni modelin, Selçuk’un kendi iradesiyle mi yoksa Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Kültür Politikalar Kurulu’nun ya da Başkanın iradesiyle mi ortaya çıktığı önemini yitirirken, Selçuk’un neden böyle davrandığı sorusu önem kazanıyor.

Neden sorusunu yanıtlayabilmek için “şeytan ayrıntıda gizli” olduğunu anımsayıp Selçuk’un, yeni modeli açıklarken söylediği “Önemli olan ne yaptığını bilmek” sözüne dikkat etmek gerekiyor. Selçuk’un bakanlığında da gerici vakıf ve kuruluşlarla işbirliği yapılmasına ve okullarda gerici uygulamalara devam ediliyor. Selçuk bir eğitimci olarak, din kültürü ve ahlak bilgisi (DKAB) dersinin zorunlu ders olamayacağını biliyor, üstelik AİHM başta olmak üzere yerel mahkemeler de bu ders zorunlu olamaz kararını veriyor. Ancak DKAB dersini seçmeli ders yapmak için herhangi bir girişimde bulunmuyor! Bu gerçekler ve de yeni modelin ilk mezunlarını 2023’te verecek şekilde planlanmış olması, Selçuk’un, “Önemli olan ne yaptığını bilmek”  sözünü boşuna etmediğini gösteriyor.

AKP Genel Başkanı olan Cumhurbaşkanı, aynı zarfta kullanılan ilçe belediye başkanı ve meclis üyesi oylarının değil de, “Büyükşehir Belediye Başkanlığı oylarının çalındığını” söylüyor. AKP’nin İstanbul’daki son belediye başkanı, “Soyadına bakarak seçmenin AKP’li olduğunu anladılar” derken, şimdiki adayı da, “Sandık başkanı bakıyor seçmen AKP seçmeni, büyükşehir pusulasını vermiyor” diyor! AKP’nin eğitim konusunda yaptığı 14 değişimin de, 15’incesinin de, iktidarına devam edecekse gelecekte yapacakları değişikliklerin de, yukarıda örneklenen sözlere inanacak insan yetiştirmek olduğunu görmek gerekiyor.

AKP’nin eğitim sisteminde yaptıkları değişikliklerin ne işe yaradığını bilen damat, “Genel Başkanımız ‘Aya otoyol yapacağız’ dese, buna inanacak seçmenimiz var” lafını boşuna etmiyor.

[email protected]