Özgür Üniversite!

AKP’nin, dümen suyuna aldığı Türkiye’yi nereye götüreceği hem belli oluyor hem de belli olmuyor. Hele Abdullah Gül’ün, AKP’liliğini hiç unutmadan yürüttüğü cumhurbaşkanlığı döneminde bu belli-belirsizlik had safhaya ulaşıyor ve her alanda olduğu gibi yükseköğretimde de geçerli oluyor. Başta bazı öğretim üyeleri dernekleri ve gençlik örgütleri olmak üzere bu belli-belirsizliği ve bu süreçte üniversitenin “üniversiterlikten” iyice uzaklaşacağını sezenler, paneller, konuşmalar ve sempozyumlar düzenliyor demokratik tepkilerini gösteriyor, yürüyüş yapıyor.

Özellikle 12 Eylül’den bu yana, üniversitelerin giderek bilimsellik ile insancıl ve toplumsal kaygılardan uzaklaştırılıp piyasalaştırılmasına çalışıldığı biliniyor ve duyarlı kesimlerce görülüyor. Özerk üniversite önündeki en büyük engellerden biri olan YÖK’ün kaldırılması çabaları bir sonuç vermiyor. Tam tersine 2547 sayılı Yükseköğretim Yasası’nda yapılan her değişiklik, özerk üniversite beklentisine ters yönde oluyor. YÖK’ün ve AKP’nin hazırladığı yasa taslakları da, TÜSİAD’ın hazırlattığı yükseköğretim raporları da, YÖK’ün 2006 yılında yayımladığı Yükseköğretim Strateji Raporu da, özerk üniversitenin tam tersi, üniversiteleri piyasanın egemenliğine terk edecek içerik taşıyor.

Başbakan’ın, iki hafta üst üste rektörlerle yaptığı toplantılarda, yükseköğretim kanununu, (AKP’leşen) YÖK ile (ve de AKP’leşen) üniversite rektörleriyle değiştireceğini söylemesi, duyarlı kesimleri daha da duyarlı hale getiriyor.

Çünkü her şey, kimilerinin desteği ile planlı bir şekilde yürütülüyor.

Milli eğitim bakanlığının, 2004 yılında uygulamaya koyduğu yeni ilköğretim programı, 2009 yılında hazırladığı “2010-2014 Stratejik Planı” ile “Hayat Boyu Öğrenme Strateji Belgesi”, AB müktesebatı kapsamında Türkiye’ye dayatılan, ilk ve ortaöğretim gibi yaşamboyu öğrenmeyi de piyasa ekonomisinin gereksinimlerine göre düzenlemeye yönelik hedefleri içeriyor.

Yükseköğretim alanında da Bolonya süreci benzer bir işlev görüyor ve piyasalaşmayı dayatıyor.

1–2 Ekim 2009 tarihinde Nevşehir Üniversitesi’nde gerçekleştirilen Bologna Süreci'nin Yeni Kurulan Yükseköğretim Kurumları İçin Bölgesel Çalıştayı’nda konuşan YÖK Başkan Vekili Prof. Dr. Ömer Demir, durumu net bir şekilde ortaya koyuyor (bkz. http://www.nevsehir.edu.tr/duyuruIc.php?id=241&dkat=1 ). Demir, “Bologna Süreci'nin, 2010 yılına kadar Avrupa yükseköğretim alanı oluşturmayı hedefleyen bir Avrupa reform süreci olduğunu” belirtiyor. Yapılacak yasa değişikliğinin ülkemiz için değil Avrupa reformu için yapılacağı anlaşılıyor!

Demir, “Bologna Süreci'nin oluşturmayı hedeflediği Avrupa yükseköğretim alanı içerisinde yer alan ülke vatandaşlarının, yükseköğrenim görmek ya da çalışmak amaçları ile Avrupa'da kolayca dolaşabileceklerini” de belirtiyor. Bizim yükseköğretim sisteminin yeni amacı, Avrupa’yı beslemek oluyor.

Demir ayrıca, "Bu bir süreç, bir şablon, mekanizma. Bologna Süreci yükseköğretim sistemimizi modernize etmenin bir mekanizmasıdır” diyor. Avrupa reformu için Türkiye üniversitelerinin bir şablona sokulacağı anlaşılıyor. Şablona sokma işlevi daha yükseköğretim yasası değiştirilmeden başlıyor: YÖK, 12 Ocak 2011 günü kabul ettiği yükseköğretimde Temel Alan Yeterlilikleri ile üniversitelere ilk şablonu dayatıyor.

Bir şablon/mekanizma olan Bolonya Sürecinin üniversiteyi götüreceği yer biliniyor. Başbakan’ın YÖK ve üniversite rektörleriyle değiştireceği yükseköğretim yasasının, her açıdan ve tam anlamıyla üniversiteyi dönüştürme bilimi ve akademisyeni sermayenin hizmetine sunma sermayenin çıkarları doğrultusunda düşünme, araştırma ve fikir üretmeyi sağlama yoksul ve dar gelirli kesimleri de yükseköğretimden uzak tutma şablonlarını içereceği görülüyor.

Bu şablonun hazırlıkları tüm hızıyla sürdürülüyor. YÖK, 27-29 Mayıs 2011 tarihlerinde “Uluslararası Yükseköğretim Kongresi: Yeni Yönelişler ve Sorunlar” toplantısına hazırlanıyor. Yerli-yabancı çağrılı konuşmacılarla akademik alt yapının oluşturulması planlanıyor. Bahçeşehir Üniversitesi, geçen 14 Mart günü, yabancı konuşmacıların da katıldığı “Yükseköğretimin Finansmanı” konulu bir konferans düzenliyor. Bilindiği üzere, Bolonya Sürecinde beklenen finans, üniversitenin kendi kaynağını kendi üretmesiyle, üniversitenin ticarethaneye dönüşmesiyle sağlanıyor.

Bu konferansta konuşan YÖK Başkanı,”20-22 üniversiteye göre hazırlanmış bir yükseköğretim kurulumuz var. Bu kurul artık sayıları 164’e ulaşan üniversite ve yüksekokulun yükünü kaldıracak durumda değil” diyerek daha ağır bir YÖK’ün müjdesini veriyor!

Bu arada, vakıf üniversiteleriyle yetinilmeyeceği, tamamen özel üniversitelerin de açılacağı müjdeleniyor! Anadolu Üniversitesi rektörü, “Bolonya Süreci ile Avrupa ‘da ve dünya üniversiteleri arasında rekabet artacak. … Seçimden sonra yapılacak anayasa değişikliği ile özel şirket üniversiteleri de gelecek” diyor!

Bu ortamda gençlerin ve öğretim üyeleri derneklerinin özerk üniversite-parasız kamusal üniversite yönündeki çabaları daha bir anlam kazanıyor.

Bu ortamda, ODTÜ Senatosu’nun, özgürce sesini çıkarıp yayımladıkları bir bildiri ile “Çağdaş demokrasilerde üniversitelerin ve basının ortak zemini düşünce ve ifade özgürlüğü, düşünce ve ifade özgürlüğünün güvencesi ise evrensel normlara uygun bir hukuk sistemidir” vurgusunu yapması, belli-belirsizlik ortamında bir ışık gibi parlıyor.

Özerk üniversitenin yolu, üniversitenin kendi sorunlarına sahip çıkmasıyla açılıyor

[email protected]