Okullar açılıyor, açılmasına da!

Mart 2012’de, eğitim sistemini gericileştiren 4+4+4 yasası kabul edilmişti. Arkasından da hızlı bir imam hatipleştirme furyası başlamıştı. 2012 Eylülünde okullar açılırken, burada “okullar açılıyor, ben sevinemiyorum” diye yazmışım.  Altı yılda anaokullarından yükseköğretime ve yaygın eğitime kadar her yerde yerleşen gerici eğitim, 2017 Eylülünde uygulanmaya başlanan öğretim izlencesi ile derinleştirilip pekiştirildi. Liseye ve üniversiteye giriş sisteminde yapılan değişikliklerle, gericileşme daha da kalıcı hale getirildi. Eğitim sisteminin çarpıklığı nedeniyle, bu yıl ortaokulu bitirenler, istemedikleri liselere kayıt yaptırmak zorunda bırakıldı. Hâlâ yerleşmenin tamamlandığını söylemek zor. Lise mezunları üniversiteye girmek için can atsa da, sistemin çarpıklığı nedeniyle, üniversitelerde 180 boş kontenjan boş kaldığı gibi üniversiteye girenlerin çoğu istemedikleri alanlarda okumak zorunda.

Üniversitelerde Cumhurbaşkanı’nın gözüne girmeyen kişilerin rektör olması imkansız olduğu gibi, bu koşullarda atanan kişinin de “rektör” olabilmesi imkansız. Örneğin Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün 24 Haziran seçimlerinin öncesinde düzenlediği bir konferansta, “Siyasetçilere sahip çıkmalıyız” mesajını veren (Sözcü Gazetesi, 16 Eylül 2018) eğitim bakanlığı müsteşarı, bir üniversiteye rektör atanmış. Bu kişinin “rektör” olabileceği/ “rektörlük yapabileceği” konusunda iddiaya giren çıkar mı, bilmiyorum. İnsan bu düşüncede olan bir kişinin 5 yıldır eğitim bakanı müsteşarı olduğunu ve farklı üç bakanla çalıştığını düşünmek bile istemiyor.

Ortaöğretim liseyi bitirenlerin işine yaramadığı gibi, yükseköğretim mezunları arasındaki işsizlik de had safhada.

Bu koşullarda, Pazartesi günü, yaklaşık bir milyonu ilk kez olmak üzere, 18 milyon kadar öğrenci okula başladı. 54 yılı bulan öğretmenlik yaşamımda, 48 yıl okulların açıldığı günlerde neredeyse bayram yapan bir kişi olarak, 6 yıldır okula başlayan çocukları nelerin beklediğini düşündükçe, okulların açılmasına sevinemiyorum.

Çünkü zorunlu öğretim 12 yıl olsa da, sistemin çarpıklığı nedeniyle, imam hatibe ya da açık öğretime gitmek istemeyen ve/ ya da özel okula verecek parası olmayan okul çağındaki bir milyondan fazla genç okul dışında, okula başlayamıyor! Ayrıca iki milyona yakın çocuğumuz açıköğretimde (buna ne kadar öğretim denirse) okuyor ve onlar için okula başlama diye bir olay olmuyor. Üç milyona yakın çocuğumuz bu sevinci yaşayamayınca, okullara başlayanların da önemli bir bölümü adımları geri geri giderek okula gitme sevincini yaşayamayacak olunca, sevinmek mümkün mü?

Çünkü Denizli’de 75. Yıl Mesleki Teknik ve Anadolu Lisesi’nin Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü'ne devredilmesi gibi, akıl-almaz yeni bir sürece girilmesi olasılığı her gün artıyor.

Çünkü Türkiye, öğretmenine en az maaş veren ülkelerden biri.

Çünkü var olan eğitim-öğretim süreçlerinden geçeceklerin laiklik, bilimsellik, toplumsal cinsiyet eşitliği, halk egemenliği ve yurtta barış dünyada barış gibi cumhuriyet değerlerinden uzak kalarak yetişme olasılığı yüksek. Çünkü bu eğitim-öğretim sürecinden geçecekler, PISA gibi uluslararası sınavlarda da, büyük bir ihtimalle yine ortalamanın altında kalacak.

Çünkü eğitimin içeriğinde bir gıdım olumlu değişme olmadığı gibi, Diyanetin medreselerle üniversitelerin birlikte çalışmasını istemesi, karma eğitime son verecek adımların atılması ve ders kitaplarında (Gezi Parkı olaylarının ‘ülkenin birliği ve bütünlüğüne karşı yapıldığı’ gibi) AKP'nin görüşüne uygun açıklamalara yer verilerek akıl-almaz yönlendirmeler yapılıyor.  

Sevinemiyorum çünkü yetkililerin toplumu kandırıcı sözleri tüm hızıyla devam ediyor. Geçen yıl okulların açıldığı günlerde de, “toplumu kandırma bakanlığı” başlıklı bir yazı yazmışım. Eylül 2017 öncesinde (selefleri gibi) toplumu kandıran konuşmalar yapan bakan Yılmaz, Temmuz 2018’de bakanlık görevinden alınana kadar, bu işlevine devam etti. Bazılarının umutla kucakladığı yeni bakan Selçuk’un da en sık yaptığı iş, “imamın dediğini yap, yaptığını yapma” denen türden konuşmalar oluyor.  Bırakın başka sözlerini, çocuklara anaokulundan itibaren dini öğretimi dayatan, çocukları imam hatibe ya da açıköğretime gitmeye zorlayan ve 1,5 milyon çocuğun okul dışında kaldığı bir sistemin bakanı olan Selçuk, bu olumsuzluklarda küçücük bir değişikliğe gitmese bile,  “Sevgi, umut ve gayret kılavuzumuz olsun” diyebiliyor.

İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü, düzenlediği ve 3 bin okul müdürünün katıldığı toplantıya ‘2018-2019 Eğitim Öğretim Yılı Vizyon Toplantıları’ adını vererek ve de “Eğitimde yürüttüğümüz iyi örnekler gibi çalışmalarımız devam edecek” diyerek (Hürriyet Gazetesi, 15 Eylül), toplumu kandırmada “Ben de varım” demiş oluyor. Aynı toplantıda İstanbul Valisi de, “Bu yemekte benim de tuzum bulunsun” dercesine, bakan Selçuk ile umut yarışına girip (ve de sanki kendisi de yapıyormuşçasına), “Sorgulayan yanlışa itiraz edebilen nesiller yetiştirmeliyiz” diyor.

2018-2019 Eğitim-Öğretim Yılı'nın başlaması nedeniyle bir mesaj yayımlayan Başkan Erdoğan, “Türkiye'nin yeni bir yönetim sistemiyle birlikte, her alanda yeni bir döneme girdiği günlerden geçiyoruz” diyor. Doğru söylüyor! Bir gün istediği kişileri Varlık Fonu’nun başına getiriyor, ertesi gün rektör atama koşulunu değiştiriyor. Başkan Erdoğan aynı konuşmasının devamında, “Bu dönemde, sabır, emek, samimiyet ve fedakârlık isteyen uzun bir süreç olan eğitim-öğretim konusunda da, tarihi nitelikte değişimlere hazırlanıyoruz” diyor! 2012 başında “dininin ve kininin takipçisi gençler” isteyince, 4+4+4 yasasının ve arkasından da 2017 müfredatının getirilip eğitimin imam hatipleştiğini ve üniversitelerin de medreseleştiğini anımsayınca, insan hiçbir şeye sevinemiyor.

[email protected]