Öğretmenlerin statüsü (I)!

Öğretmenin toplum içindeki sosyo-ekonomik konumunu-statüsünü belirleyen etmenlerin başında, devlet, öğretmenin kendisi ve öğretmen örgütleri gelmektedir.

5 Ekim 1966 tarihinde Uluslararası Çalışma Örgütü ve UNESCO’nun önderliğinde düzenlenen ve Türkiye’nin de temsil edildiği hükümetler arası bir konferansta, “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiyesi” adlı bir belge kabul edilmiştir. Bu belgede, öğretmen adayının seçiminden öğretmen eğitimine, öğretmenin işlev ve sorumluluklarından mesleki yaşam koşullarına değin pek çok konuyu ele alan maddeler vardır. 1994 yılından bu yana, 5 Ekim tüm dünyada Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır.

UNESCO, bu tavsiyelere uyulması için 1968 yılından itibaren hükümetlerden rapor istemiştir. Bu tavsiyelere uymayan hükümetler arasında Türkiye’deki hükümetler de vardır. Bu belgede yer alan ve Türkiye’nin hiç önem vermediği maddelerin bir bölümü kısaca şöyledir: Gerekli moral, düşünsel, fiziksel ve kişisel nitelikler taşıyan ve istenilen bilgilere ve beceriye sahip öğretmen yetiştirilmelidir (m.11). Öğretmen yetiştiren programlar, temel olarak, 1) genel öğrenim 2) eğitim felsefesi, psikolojisi, sosyolojisi, eğitim tarihi, karşılaştırmalı eğitim, deneysel pedagoji ve eğitim yönetimi ile alan bilgisinin öğretimi 3) alan bilgis 4) nitelikli öğretmenlerin yönetimi altında öğretim ve okuldışı etkinlikler uygulamasından oluşmalıdır (m.20). Disiplin konularının belirlenmesi sırasında öğretmen örgütlerine danışılmalıdır (m.49). Öğretmenler ve öğretmen örgütleri programların ve öğretim araç ve gereçlerinin hazırlanması sürecine katılmalıdır (m.62). Öğretmenlerin aylıkları ve çalışma koşulları, öğretmen örgütleriyle işverenler arasında toplu görüşmeler yoluyla belirlenmelidir (m.82). Sınıflardaki öğrenci sayıları, öğretmenin öğrencilerinden her birine özel bir dikkat göstermesine olanak verecek nitelikte olmalıdır (m.86). 1997 yılında Türkiye’de uygulamaya konan öğretmen yetiştime modeliyle, 20. maddedeki önerilerden iyice uzaklaşılmıştır.

Türkiye 22 yıl sonra, bu tavsiyeler içinde yer alan “öğretmenliğe hazırlığın yeterince çekici kılınması ve uygun kurumlarda yeterli sayıda yer sağlanmasıyla” ilgili olan 12. maddesine uygun bir karar almıştır. AKP’den önce gelen piyasacı ve gerici hükümetlerden ANAP zamanında (1989), öğretmen lisesini bitirip öğretmenlik alanlarına ilk beş tercih olarak giren öğrencilere burs verilmesine başlanmıştır. Ancak aynı zamanda ve o tarihlerden günümüze değin artan bir biçimde, sonradan hepsi Anadolu öğretmen liselerine dönüşen okullar, genelde öğrencilerin cumhuriyet ve evrim karşıtı olarak yetiştirilmelerine, onların oruç ile namaza ve kızların da türbana alıştırılmalarına çalışılan okullara dönüştürülmüştür.

1975 öncesinin ilk ve yüksek öğretmen okulları, eğitim enstitüleri ile köy enstitülerinde yetişen öğretmenlerin toplumda edindikleri yer, bir bakıma Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının, “Öğretmenler yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Cumhuriyet sizden fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür nesiller ister” gibi sözlerle dile getirdikleri anlayışın sonucudur. 1960’larda yapılan araştırmalarda Türkiye gençliğinin batı gençliği gibi çağdaş değerlere sahip olması da, 1968 ve 1978 yıllarıyla simgelenen ünversite gençliği de, bu gençlerin sevgiden sonra bağımsızlığa ve özgürlüğe önem vermeleri de, bir bakıma bu öğretmenlerin eseridir. Toplumda dile getirilen, “Ah! Nerede o eski öğretmenler?” özlemi, bu öğretmenler içindir.

Özellikle 1960 sonlarında zamanın Başbakanı S. Demirel ile başlayan ve 12 Eylül darbesi ve ANAP ile devam eden yıllarda yetiştirilen öğretmenlerin ürünü ise, 2000’li yılların, sevgiden sonra paraya önem veren, bağımsızlık ve özgürlük gibi değerlerin yok olduğu gençliktir.

AKP zamanında yetiştirilmek istenen gençlik ise, “dindar ve diniyle kininin davacısı olacak” gençliktir. AKP iktidarında da, tüm liselerde ve üniversitelerde kadrolaşılarak, cemaat okul, dershane ve yurtlarının da katkısıyla genelde bu anlayışa uygun öğretmenler yetiştirilmektedir. Günümüz öğrencilerinin öneml bir bölümünün, evrim kuramına inanmamaları, Cumhuriyet yerine Osmanlı hayranı olmaları ve bir sorunla karşılaştıklarında sorunu bilimsel yollar yerine inanç kitaplarından yararlanarak çözmeye kakışmaları bu nedenledir (bu bağlamda Gezi Parkı direnişçileri-çapulcular, piyasacı-gerici hükümetlerin ele geçiremediği ya da o tezgahlardan geçseler de kendilerini özgürleştirebilme becerisini göstermiş kimselerdir).

Fikri hür, vicdanı hür ve irfanı hür öğrenci yetiştiren öğretmenle, dindar olup dininin ve kininin davacısı olacak öğrenciyi yetiştiren öğretmenin statüsü bir olur mu? Bilimselliği öne çıkaran öğretmen her kesimden saygı görürken, inancı öne çıkaran öğretmen, olsa olsa ancak kendi inancındaki çevrelerde bir yer edinebilecektir.

Ayrıca, AKP gibi toplumuna önem vermeyen piyasacı ve gerici iktidarlar, öğretmen yetiştirmeye özen göstermeyerek, öğretmeni yoksulluk sınırındaki maaşlarla ya da iş güvencesi olmayan sözleşmeli olarak çalıştırarak ve de öğretmen olmayanları bile ücretli öğretmen yaparak öğretmen statüsüne aldırmadıklarını göstermektedirler. Bu tür iktidarlardan öğretmen statüsüne önem vermeleri beklenmediğinden yapılacak iş, halkına, yurduna ve gençliğine önem verecek iktidarları iş başına getirmeye çalışmaktır.