Öğrenci Affı

Öğrenci affı olsun mu olmasın mı, çıksın mı çıkmasın mı sorusunun yanıtı iki ucu bilmem neli olan değnek gibi yalın olduğu kadar da karmaşık bir konu.

İlk ve orta öğretimde öğrenci affı söz konusu olmuyor pek gerek de kalmıyor hemen her yıl bir bakanlık genelgesi öğrenci affı gibi iş görüyor. Örneğin üniversiteyi kazanıp da liseyi bitirememiş olanlara ek sınav hakkı verilmesi bir af niteliğinde oluyor. Tabii bu genelgeler, bir disiplin cezası nedeniyle ya da öğretmenin peşin hükümlü değerlendirmeleri sonunda başarısız olduğu için okuldan atılanlara, okulun tutum ve davranışları nedeniyle yabancılaşıp okulu bırakanlara, geçim nedeniyle ya da ailenin istememesi üzerine okuldan ayrılanlara yaramıyor. Hiç kimse bu konularda bir affı gündeme getirmiyor. Bunun bir nedeni ilk ve ortaöğretim çağının birkaç yılla sınırlı olması ve okuldan ayrılanların açık ilköğretim/açık lisede öğrenimlerini sürdürme olanağının varlığı olsa da temel nedenin, bu tür haksızlıklara uğrayanların genelde siyasal baskı oluşturamayan emekçilerin çocukları olmasından kaynaklandığını söylemek abartılı olmuyor.

İlk ve ortaöğretimde disiplin cezası almış olan ve haksız yere disiplin cezası alıp terfileri engellenen öğretmenlere af getirilmesi de akla gelmiyor. Çünkü disiplin cezası alan öğretmenlerin çoğunluğunu, sistemdeki haksızlıklara karşı çıkan öğretmenler oluşturuyor.

Öğrenci affı, yükseköğretimle ilgili olarak sık sık gündeme geliyor. Öğrenci affı konusunda ilk karmaşıklık YÖK'le ilgili oluyor. Bilindiği gibi, YÖK, anayasal ve özerk bir kuruluş. Öğrenci seçme koşullarını, üniversite kontenjanlarını, okutulacak dersleri, başarı koşullarını, disiplin cezalarını, mezuniyet koşullarını ve benzeri pek çok konuyu YÖK (bazı konuları Üniversitelerarası Kurul) belirliyor. Bu konular yasayla belirlenmiyor. Yükseköğretimden ayrılmak zorunda kalanlar, bir bakıma YÖK'ün karar tutum ve uygulamaları sonucunda oluyor. Oysa YÖK ne bir sorun kaynağı olduğunun ayrımında ne de af konusunda, "Bu bizim işimizdir" deyip özerkliğine sahip çıkıyor.

Öğrenciler genelde üç nedenle yükseköğretimden ayrılmak zorunda kalıyor. Yükseköğretimden ayrılanların önemli bir bölümünü, maddi nedenlerle okumayı bırakanlar oluşturuyor: YÖK harç parasını dayatıyor, harcı yatıramayanı okuldan atıyor. YÖK öğrencilere yeterince yeme-içme- barınma olanakları sunamıyor parası olmayan okulu terk etmek zorunda kalıyor. YÖK kuruldu kurulalı bugüne kadar çıkarılan hiçbir öğrenci affı, maddi nedenlerle okuldan ayrılmış olanların işine yaramadı gelecek olan aftan da böyle bir şey beklenmiyor.

Yükseköğrenimlerine devam edemeyenler içinde bir diğer önemli bölümü disiplin suçuyla üniversiteden atılanlar oluşturuyor. Disiplin suçlarının YÖK tarafından 2000'li yıllara kadar olabildiğince ağırlaştırıldığı biliniyor. Cezaların daha çok, sistemin bilimselliğini, demokratikliğini ve insan haklarıyla uyuşmayan uygulamalarını eleştirenlerle, bu doğrultuda haklı ve demokratik taleplerde bulunanlar için ağırlaştırıldığı da biliniyor.

Ağır ve saçma disiplin suçları yanında, disiplin kurullarına verilen (mahkemelerde bile olmayan) yetkiler, durumu daha da vahimleştiriyor. Çünkü ilgili yönetmelik gereği, disiplin amirlerince verilen uyarma ve kınama cezaları ile bir haftadan bir aya kadar süreli okuldan uzaklaştırma cezaları ve disiplin kurullarınca kararlaştırılan 1-2 yarıyıl süreli uzaklaştırma cezalarına karşı, öğrencinin herhangi bir üst idari merciye itiraz hakkı bulunmuyor. Öğrenci aldığı herhangi bir ceza için idari yargıya gidebiliyor aylar/yıllar süren dava sonunda çoğu aklanıyor ancak o süreçte kaybettiklerini geri alamıyor. Örneğin aldığı ceza nedeniyle yurttan atılan ve/ya da bursu kesilen öğrencinin uğradığı kayıplar karşılanmıyor. Getirilen hiçbir af, öğrenciye bu kayıplarını geri vermiyor.

Disiplin cezalarında bir aymaz durum da, ortada gerçekten bir disiplin suçu yokken ceza verilmesi. Örneğin, öğrenci anayasal ve demokratik hakkını kullanıp bir istekte bulunuyor, anadilde öğrenme hakkı istiyor üniversite, bu istekte bulunanları okuldan uzaklaştırıyor! Bir başka çarpık durum, disiplin soruşturmasını yapan öğretim üyelerinden, disiplin amirlerinden ya da disiplin kurullarından kaynaklanıyor. Örneğin bir sınavda kopya çeken iki fakültenin öğrencileri hakkında soruşturma açılıyor. Bir fakültenin kopya çeken öğrencilerine 1 dönem okuldan uzaklaştırma cezası verilirken diğer fakültenin kopyacı öğrencilerine okuldan uzaklaştırma cezası verilebiliyor. Çarpık durumlar bu örneklerle sınırlı değil tabii.

Bu arada "türban"a karşı olsak da, türban yasağını bile bile türbanla okula gelenlere uygulanan disiplin işlerine bir şey demesek de, bu konuda 28 Şubat 1997'den sonra yapılan temel bir haksızlığa değinmek gerekiyor. 28 Şubat öncesinde YÖK'ün (Gürüz'ün) aklına ne anayasa ne de türbana yasak getirmek geliyordu. Türbanlı öğrenciler artan sayılarda ellerini kollarını sallayarak üniversitelere giriyordu. 28 Şubat'tan sonra birden türbanla ilgili disiplin maddesi akla geldi! Üniversitelerde ikinci-üçüncü-dördüncü sınıfa kadar türbanla gelen (müktesep hak elde etmiş) öğrencilere "Başını aç" dendi açmayanların bir bölümü cezalandırılarak büyük bir haksızlık ve hukuksuzluk sergilendi.

Türban konusunda bir haksızlık da öğretim elemanlarına yapıldı. Öğretim elemanlarından bir hafiye gibi davranmaları ve türbanlı öğrencilerle birebir uğraşmaları istendi. Pek çok öğretim üyesi, türbana karşı olsa da, "Bu benim işim değil" diyerek hafiyeciliği benimsemedi ve bu işi üstlenmedi.

Öğrenci afları disiplin cezalarına da yansıtılınca, bir yandan en azından ve de gecikmeli de olsa, bu tür haksızlıklar gideriliyor. Öte yandan, pek bir şey değişmiyor. Üniversiteler, sistemi eleştirenlere ya da sistemden haklı demokratik isteklerde bulunanlara yine haksız ve vicdansız cezalar vermeye devam ediyor. Af çıksa da bu doğrultudaki cezaların önü kesilmiyor.

Yükseköğretimden ayrılan üçüncü grubu, derslerdeki başarısızlık nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda kalanlar oluşturuyor. Başarısız olanların genel niteliğine bakıldığında bu aftan umutlanacakların çok olmayacağı anlaşılıyor. Başarısız olanların, çoğunlukla çalışarak okumak zorunda kalanlar, yeterli donanımı olmayan liselerden gelenler, geldikleri okullara uyum sağlayamayanlar ve yabancı dil barajını geçemeyenler olduğu görülüyor. Başarısız olanlar genelde bakanlığın ve YÖK'ün kurbanı oluyor. Af, bu kesimlerin derdine de deva olmuyor. Çıkarılan afla, ancak sınırlı sayıda insan okulunu bitirme olanağı buluyor yeni kurbanlar sıraya giriyor.

Bugünlerde afla ilgili olarak söz edilen rakam 600 binler dolayında olduğuna göre, öğrenci affı kağıt üzerinde geniş bir kitleyi ilgilendiriyor. Sık sık çıkan öğrenci aflarına bakınca, kısa sürede bu kadar öğrencinin sistemden uzaklaşmış olması, orta ve yükseköğretimin sağlıklı çalışmadığını gösteriyor. 600 bin öğrencinin önemli bir bölümünün aftan yararlanıp sisteme dönmesi durumunda üniversitelere devam eden öğrenci sayısının bir anda yüzde 25 kadar artacak olması da, yeni sağlıksızlıkların habercisi oluyor.

Yükseköğretim sorunlarını ele alıp çözmeye çalışmak yerine öğrenci affını gündeme getirip çıkarmak, kolay oluyor ve her zaman siyasal prim yapıyor.

[email protected]