Neden şaşırıyoruz?

Son 30 yıllık geçmişimizle ilgili olarak örnek olaylar üzerinden bir gezinti yapalım.

Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nın oluşturduğu DPT Özel İhtisas Komisyonu, 1983 yılında bir “Milli Kültür” raporu hazırlıyor. Bu raporda, İslam dini için “bu kadar canlı olarak yaşanan bir dinin ve ahlakın milli kültür planlamasında ihmal edilmemesi gerekir” diyor. Bununla da yetinmeyip örneğin, “ … bu durumda din, kültürün özü, kültür de dinin formu olmaktadır. … Ancak, böyle bir kültürle, iyimser, itaatli, ümitli ve akılcı bir nesil yetiştirmek mümkün” olabileceğini belirtiyor. Şaşırmamışız!

Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), 1984 tarihli “Gurbetçinin El Kitabı”nı yayımlıyor. Bu kitapta örneğin, “dinsiz bir insan, yaratılışının gereği bencil ve çıkarcı olur” deniyor. Yetinilmiyor örneğin, “dinsize göre toplumun mukaddes saydığı şevkat fazilet, yiğitlik, iyilikseverlik, cömertlik ve insanlık gibi faziletli duygu ve düşüncelerin hiçbir değeri yoktur” vurgusu yapılabiliyor. Şaşırmamışız!

DPT komisyonunun benimsediği anlayış, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurulu’nun 1986 yılında yaptığı toplantıda, Türkiye’nin demokrasi kahramanlarından (!) Özal ile Kenan Evren, Mesut Yılmaz ve İhsan Doğramacı gibi Türk büyüklerinin onayıyla eğitim ve kültür yaşamının özü olarak uygulanmaya başlanıyor. Şaşırmamışız!

Sonradan AKP hükümeti tarafından YÖK üyeliğine seçilen bir kişi, 1986 yılında bir ders kitabı yazıyor. Bu kitabında örneğin, “fakirliğe sebep olan hallerden birinin yatakta çıplak yatmak” olduğunu ve bir diğerinin de “lambayı üfleyerek söndürmek” olduğunu belirtiyor (Cumhuriyet Gazetesi, 21 Ekim 1989). Şaşırmamışız!

On yıl kadar atlayıp 1990’lara gelelim. O yıllarda rektörlük yapmış olan bir kişi, bir dergiye yazdığı yazıda, örneğin şu görüş ve düşüncelere yer veriyor: “Kadının en iyi muhafazası ancak yuvasında olur. Kadını erkeğe, erkeği kadına sevdiren Allah’tır. Kocası razı olduğu halde ölen kadın cennete gider. Peygamber efendimiz kadının huysuzluklarına katlanan erkeğe mükafat verir” (Cumhuriyet Gazetesi, 6 Eylül 1997). Şaşırmamışız.

Bir başka şahıs, “Büyük Kadın İlmihali” adında bir kitap yazıyor. Kitabında örneğin, “Kadınlar: ‘Aklımızın ve dinimizin eksikliği nedir ya Resullah’ diye sorduğunda Allah Resulu: ‘İki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğinin yerine geçmesi kadının aklının noksanlığı, hayızlı olduğu zaman namaz kılmaması ve oruç tutmaması da dininin noksanlığıdır’ cevabını” verdiğini belirtiyor (aktaran A. Kaya, Kadın Aile, Mayıs 2003: 44). Şaşırmamışız.

Son bir yılda olanları örnekleyelim.

Bir üniversite, öğretim yılını dualar okuyarak(!) açıyor. Köy enstitüleri konferanslarının yerini medrese konferansları alıyor. Bir üniversitenin medrese konferansında konuşan vali, medreselere kız öğrenci alınmadığını bile bile, “Medreseler kapatılınca yolumuzu kaybettik” diyor. Bir bakan, “Ben evrim kuramına inanmıyorum” derken bir başka bakan, “İmam hatipler dindar nesil yetiştiriyor” diyor. DİB ile TBMM Başkanı, “Alevilerin ibadet yeri camidir” diyor. DİB, her gün bir fetva veriyor. Şaşırmıyoruz!

Bir kişi geçen yıl “Hasılı Kelam” adında bir kitap yazmış. Bu kitabında aşağıda örneklendiği üzere birkaç kelamda bulunmuş. Örneğin, “Dinsiz insan, dengesiz ve densiz insandır. Laiklik din dışı bir hayat şeklidir. Türk olmak kader, Müslüman olmak ise takdirdir. Türk inkilabı kitapsız (dinsiz), aydınları da Allah’sızdır. Fakirlik, fikirsizliktir, fakirin aklı olsa fakir olmazdı” demiş. Bunlara ek olarak bir de kadınlarla ilgili bir şeyler söylemiş ki, burada yazılamayacak kadar utanç verici.

Şimdi bunları okuyanların şaşırdığı görülüyor. Neden şaşırıyoruz? Söylenenlere mi, söyleyene mi?

Bu şahısın, Türk-İslam sentezi doğrultusunda düşünmesine mi? Dindar görünüp kadını aşağılamaya kalkışmasına mı? Yukarıda örneklenen feyizli ve hayırlı bilgileri içeren pek çok kaynaktan okuyup öğrendiklerini yeniden üretmesine mi? Düşündüklerini açık açık yazmasına mı?

Neden şaşırıyoruz? Bu toplumda böyle düşünen/yazan bir tek bu şahıs mı?

Neden şaşırıyoruz? Bunları yazan kişi akademisyen olduğu için mi, Polis Akademisi’nin başına getirildiği için mi?

12 Eylül darbesi sonrasında Türk-İslam senteziyle ve on yıldır da AKP’nin parasalcı-İslam senteziyle, hem okul içi hem de okul dışındaki öğretilerle tüm gençlerin bu şahıs gibi kelamlarda bulunması için yoğun çaba harcanıyor. Yine de bu tür kelamlarda bulunmayanlar, dindar da olsalar, inanç ile günlük yaşamı birbirinden ayırabilenler, tüm insanların eşitliğine ve insan haklarına inananlar, akıllarına hakim olanlar toplumda önemli bir yer tutuyor.

Neden şaşırıyoruz? Bu koşullarda toplumda hâlâ aklı selim sahibi insanların var olabilmesine mi?

Şaşırmamız aklıselim sahibi olanların varlığından kaynaklanıyorsa, şaşırmayacağımız günlere çok yaklaştık. Dininin ve kininin davacısı olanlar, tüm gençlerin yukarıda değinilen türden kelamlarda bulunmasını isteyenler, gerekli önlemi aldılar 4+4+4 yasasını çıkardılar. Şimdi de işi garantiye bağlıyorlar, tüm okulları imam hatibe dönüştürüyorlar.

Şaşırıp şaşırmama arasında bocalıyacağımıza, biraz da geleceği düşünsek!

[email protected]