Milli Eğitim Bakanı olmak

Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), anayasaya göre, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinin bir bakanlığıdır. Bu nitelikteki bir ülkede, bakanlığın görevinin, tüm yurttaşlara, cinsiyetlerine, etnik kökenlerine, inançlarına, varsıl-yoksul olmalarına ve yaşadıkları yöreye bakılmaksızın, onların kendilerini gerçekleştirmelerine yönelik eğitim hizmetlerini eşit bir biçimde sunmak olduğu biliniyor. Bu durum, eğitimden geçenlerin evrensel bilgiler edinirken insan haklarına saygılı, özgür ve yurtsever olarak “fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür” bir biçimde yetiştirilecekleri anlamına geliyor. Bu anlam, teslimiyetçiliği ve bir güç karşısında boyun eğmeyi değil, bilakis, her türlü haksızlığa karşı duruşu öne çıkarıyor. Bakan, bu anlayış doğrultusunda hareket edeceğine, topluma ters yönde örnek olduğu gibi eğitimi de ters yöne sürüklemek istiyor. 

Küreselleşmenin, anamalcı (kapitalist) sistemin, bir başka deyişle uluslararası sermayenin, yoksul ve gelişmekte olan ülkeleri sömürmesi anlama geldiğini bileceksiniz. Küreselleşmenin, yoksul ülkelerle varsıl ülkelerin arasındaki uçurumu açtığı gibi, gelişmiş ülkelerde de, bu ülke ABD olsa bile, yoksulla varsıl arasındaki uçurumu açtığını bileceksiniz. Küreselleşen ülkede yaşamın emekçiler aleyhine geliştiğini, yükseköğrenimin giderek daha pahalı olduğunu ve kitlelerin yükseköğrenimden uzaklaştırıldıklarını da bileceksiniz. Küreselleşmenin bir başka anlamının ABD’nin, AB’nin; Dünya Bankasının ve IMF’nin dümen suyuna girmek, “aralıktan süpürülmek yerine kullanılmak” olduğunu da bileceksiniz. Sonra da, Bakan olarak, her yerde ve elinize geçen her fırsatta, “Artık küreselleşmeyi tartışmanın anlamsız olduğunu” belirtip küreselleşmeyi akan suya benzeterek, ''Suyun akışını durduramazsınız; akıllı insan suyun akışını düzene sokar” diyebileceksiniz (Küreselleşme ve Eğitim Konferansı açış konuşması, 26 Şubat 2006; 4 Nisan 2007 gazeteler ). Bu söylemle de yetinmeyerek, eğitimin görevinin, (bir açıdan AB’ye ucuz insan gücü sağlamak anlamına gelen) “AB ülkelerinde çalışacak vasıflı eleman yetiştirmek” olduğunu dile getirebileceksiniz. 

Eğitimde, zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini, tek bir inancın öğretisi olarak, o inançta olmayan milyonlara dayatacaksınız. Dincilikle yetinmeyip, topluma küreselleşmeyi de dayatacaksınız. Dinciliğe ve her türlü sömürüye karşı olan düşünceleri, küçümseyici, alaycı ve hatta yasaklayıcı olacaksınız. Samsun Bayındırlık Müdürü iken köy enstitülerinin amaçlarını benimseyen Tevfik İleri’nin hatırasını değil de, siyasete girip bakan olduktan sonra, halkçı,  sömürüye karşı çıkan, hakkını arayan, düşüncelerini çekinmeden söyleyen öğretmenleri yetiştiren köy enstitülerini kapatmak için çalışan ''Tevfik İleri'nin hatırasını yaşatıyoruz” diyeceksiniz. Sonra da, Bakan olarak, “AKP, karanlıkları aydınlığa çıkarmak üzere kurulmuş bir partidir'' diyebileceksiniz!

Müsteşarınız ve Personel Genel Müdürünüz, yargı kararlarını yerine getirmedikleri için mahkumiyet üstüne mahkumiyet alacaklar. Sayısal ve oransal olarak gelmiş geçmiş partiler içinde haklarında en çok yolsuzluk dosyası olan bir partinin mensubu olacaksınız. Meclisteki çoğunluğunuza dayanarak, kendi mensuplarınıza mali aflar getirecek yasalara öncelik vereceksiniz. Seçimler sırasında, “dokunulmazlığı kaldıracağız” deyip bu doğrultuda kılınızı bile kımıldatmayacaksınız. Her gün gazetelerde yeni bir yolsuzluk haberi olacak. Sonra da, “Yasaklara ve yolsuzluklara karşıyız” diyeceksiniz!

İktidar olduğunuz yıllarda yoksulla varsıl arasındaki uçurum daha da artacak ve açlık sınırında yaşayanların sayısı çoğalacak. Memurunuzu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın “sadaka ve fitre verilebilir” dediği duruma getireceksiniz. Asgari ücretle çalıştırdıklarınıza, ancak kuru ekmek alabilecekleri bir maaş vereceksiniz. 20 saat ders verdirdiğiniz sözleşmeli öğretmeni 400 YTL gibi bir ücretle açlık sınırında çalıştıracaksınız. 17. Şurada gündeme gelen sözleşmeli öğretmenlerin kadroya alınması önerisine, “Onları kadrolu yaparsak özel okullar öğretmen bulamaz” sözleriyle karşı çıkacaksınız. IMF’nin, emekçileri yoksullaştıran her önerisini yerine getirip, sonra da, “Biz yoksullukla mücadele edeceğiz” diyeceksiniz!

Sınav yöntemi ve onun beslediği dershane düzeninin çarpıklığını ima edercesine ve haklı olarak, “Tost yiyen, test çözen bir nesil verdik'' diyeceksiniz. Sınavların dershaneleri beslediğini, 1960’ların başlarında sayısı bir elin parmakları kadar olan dershane sayısının, sınavlar nedeniyle binlere ulaştığını bileceksiniz. Sonra da, ''OKS yerine 6, 7 ve 8. sınıflar sonunda seviye tespit sınavı yapacağız” diyebileceksiniz! Bu da yetmeyecek, “Sınavlarda dil (İngilizce) sorusu da olacak” diyeceksiniz. Bakanlığın bir görevinin, isteyen kişilere istedikleri yerli/yabancı dili/dilleri öğrenme olanağını yaratmak olduğunu unutup, keyfinizce belirlediğiniz ve tüm okullarda eşdeğer düzeyde öğretemediğiniz bir dili, eğitimde bir üst basamağa geçerken baraj olarak kullanacaksınız. 

Bakan olmak bu kadar kolay mı?