MEB'deki Yapılanma Oyunu (II)

Bakanlıktaki yapılanma söylem ve uygulamalarının yoğun olduğu dönemler ilginç bir durum gösteriyor. Bu dönemlerin 12 Eylül, ANAP ve AKP iktidarlarına rastlaması, yeniden yapılanmaların altında bir oyun olduğu düşüncesini güçlendiriyor. Yeniden yapılanmanın bir adım ilerisi, bakanlıktaki usulsüz uygulamalar oluyor ve usulsüzlükler de yine bu dönemlerde öne çıkıyor.

Gazetelerin pek çoğu, Ergenekon dalgalarının hukuk adına yapılan usulsüzlüklerle polisteki F-tipi örgütlenmeyi su yüzüne çıkardığı konusunda birleşiyor. Bu ortamda, bakanlıktaki yapılanmaların(!) ve usulsüzlüklerin dincileşmenin örtüsü mü olduğu sorusu insanın aklına takılıyor.

Bakanlıktaki bugünkü durumu değerlendirebilmek için geçmişten bu güne gelişi biraz özetlemek gerekiyor. Demirel'in 1975 yılında kurduğu ilk Milli Cephe (MC) hükümeti, bakanlıkta "muhafazakar" kadrolaşmanın yoğunlaşmasına yol açmıştı. '1970'lerde bakanlık merkez örgütünde çalışanlar, örneğin MC öncesinde laik ve bilimsel görüntü veren Talim ve Terbiye Kurulu (TTK)'nun, 1970 sonunda, namaz saatlerinde takunya seslerinin çınladığı bir birime dönüştüğünü gayet net anımsıyor. Bu kadrolaşma ANAP'la birlikte nitelik değiştirmeye başlıyor muhafazakarlığın bir adım ötesine geçiliyor, imam hatip/ilahiyat kökenli kişiler bakanlıkta giderek daha kolay iş bulup çoğalıyor. Bu nedenle, 1990'larda bir genel müdürün cemaat üyesi olması ya da AKP'nin TTK üyesi yaptığı bir genel müdürün, 16. Milli Eğitim Şurasında dini içerikli konuşanları dinlerken "Allaaah" diyerek nara atması gibi olaylar pek çok kişiye olağan geliyor.

1980 ve 1990'larda azınlıkta olan bu imam hatipli/ilahiyatçı kesimin, Erbakan-Çiller koalisyonu ve özellikle AKP'nin uygulamalarıyla hem merkez örgütte hem de taşra örgütlerinde hakimiyeti ele aldıkları biliniyor. İlahiyat fakültelerinde yetiştirilen ve AKP döneminde orantısal olarak diğer öğretmenlerden çok daha fazla istihdam edilen din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenlerinin, yönetici eğitiminden geçmişlercesine okul müdürü yapıldıkları gözleniyor.

Eğitim kurumlarındaki dincileşmenin F-tipi düzeyine erişip erişmediği bilinmese de, özellikle AKP döneminde ortaöğretimden üniversiteye gelen öğrenci niteliğinde anlamlı bir değişim olduğu kimsenin gözünden kaçmıyor. Öğretim üyelerinin, geçmiş yıllarda hiç yaşamadıkları olaylarla karşılaşması giderek yaygınlaşıyor.

Gelen öğrencinin, ortaöğretim müfredatında yer verilmeyen pek çok bilgiyle yüklendiği ve dini referanslarının güçlü olduğu görülüyor. Üniversitede ülke ve/ya da İslam dünyasının yaşadıkları sorunlar gündeme geldiğinde, "Bütün bunların nedeni Kuran'dan sapmak, Kuran'ın dediklerine tam olarak uyulsa hiçbir sorun kalmaz" diyen üniversite öğrencilerinin sayısı hızla çoğalıyor.

Cuma günlerinde, ders içinde namaza gitmek için öğretmenden izin istemeler artıyor.

Üniversite kitaplarında, İslam düşünürü Gazali hakkında pek çok felsefecinin ortak görüşünü okuyup onun bilmedikleri yüzüyle karşılaşanlar, rahatsız oluyorlar, bunlar doğru değil diyorlar, onu yücelten özelliklerini sıralamaya başlıyorlar.

Osmanlıya ve Osmanlı dönemine toz kondurmayan ve o döneme hayran öğrenciler geliyor. Örneğin, "Osmanlı matbaa kullanma iznini Müslümanlara 300 yıl gecikerek verdi" ifadesini okuyan öğrenci heyecanlanıyor. Bu gecikmede Osmanlıyı bigünah göstermek için okul kitaplarında ve pek çok tarih kitabında yer almayan bilgiler vererek mazeret üretmeye çalışıyor.

"Osmanlı eğitiminde 'dayak'la terbiye yaygındı" diyenlerin bir tek dayak yemediği kalıyor.

Üniversiteden gelen öğrencilerin, laik ve bilimsel eğitimden yeterince nasiplerini almadığını ve "cumhuriyete" uzak durduklarını gösteren örnekler uzayıp gidiyor. Yukarıda örneklenen öğrencilerin, imam hatip mezunu olan öğrenciler değil, büyük çoğunluğu Anadolu öğretmen lisesi mezunu olan genel liselerde öğrenim görmüş olmaları pek çok şeyi özetliyor.

Laik ve bilimsel olmayan öğretimin giderek yayılması, derinleşmesi ve kökleşmesi, toplum oyalanırken birilerinin "atı alıp Üsküdar'a geçtiğini" gösteriyor. Dinci kadrolaşma, kendi okullarıyla yetinmeyen cemaatlerin devlet okullarına el atmasıyla, gençliğin aklını ve geleceğini parsellemesiyle destek bulup derinlik kazanıyor. AKP'yle özdeşleşen bir eğitim sendikası, üye sayısını her gün artırıyor ve birinci sendika olma yolunda hızla ilerliyor.

Bu gelişmelerin ve gerçeklerin ışığında, bakanlıkta F-tipi örgütlenmeye geçilip geçilmediğinin de bir anlamı kalmıyor.

[email protected]