Mart 1924’ten 2012 Mart’ına!

Mart 1924’e 3 Mart damgasını vuruyor. O gün, anayasaya göre değiştirilmesi bile teklif edilemeyecek 429, 430 ve 431 sayılı yasalar kabul ediliyor.

429 sayılı yasayla, Genelkurmay Bakanlığı (Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekaleti), Genelkurmay Başkanlığı’na dönüştürülüyor. Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı (Şeriye ve Evkaf Vekaleti) kaldırılıp toplumun din işlerini yürütecek Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) oluşturuluyor. 431 sayılı yasa ile 1922 yılında saltanatın kaldırılmasıyla başlayan süreç tamamlanıp hilafete son veriliyor. Bu iki yasa ile devletin dine değil halka dayanacağı bir yapıya dönüştürülmesi hedefleniyor.

Aynı gün 430 sayılı Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) yasası da kabul ediliyor. Bu yasa, yerli ve yabancı vakıfların denetiminde olan tüm okulların Eğitim Bakanlığı'na (Maarif Vekaletine) bağlanmasını yüksek din uzmanı yetiştirmek üzere Darülfünunda bir ilahiyat fakültesi ve dini hizmetleri yerine getirecek memurları yetiştirmek için de ayrı mektepler açılmasını benimsiyor. Bu yasanın kabulünden hemen sonra sıbyan okulları, 1800’lerin sonunda açılmaya başlayan ilkokullara (iptidailere) dönüştürülüyor. Medreseler kapatılırken, bir tanesi ilahiyat fakültesine, 29 tanesi de, imam hatip[1] okuluna dönüştürülüyor. Karma ve parasız eğitime geçiliyor, yabancı ve yerli özel okul sayıları azalıyor, din derslerinden vazgeçiliyor. Türkçe öne çıkarılıp harf devrimi yapılıyor, Arapça/Farsça ders yapılmasına son veriliyor. Öğretim Birliği yasası, laikleşip bilimselleşecek eğitimin önünü açıyor Osmanlının tebaası ya da ümmeti yerine, Cumhuriyet rejiminin yurttaşının yetiştirilmesi dönemini başlatıyor.

1924’ten önceki 15 yıl düşünüldüğünde, bu yasaların kabul edilmesinin önemi bir kez daha artıyor. 1908’de II. Meşrutiyet ilan ediliyor. Arkasından Trablusgarp Harbi ile I. ve II. Balkan Harpleri yaşanıyor. İki yıl geçmeden dört yıl sürecek I. Dünya Savaşı başlıyor. Osmanlı Balkanlarda, Kafkasya’da, Arabistan çöllerinden Mısıra değin her yörede yedi düvelle savaşıyor. İzmir’in işgal edilmesi üzerine başlayan Kurtuluş Savaşı da dört yıl kadar sürüyor. Bu savaşta da, doğuda Ermenilerle, güneyde Fransızlarla, batıda Yunanlılarla ve pek çok yerde de padişah yanlısı ve Kurtuluş Savaşı karşıtı güçlerle savaşılıyor. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan ediliyor.

Cumhuriyet ilan edildiğinde, okuryazar oranı, yüzde 10’u geçmiyor henüz üniversite olamamış bir darülfünunu, 1-2 bini yükseköğretimde olmak üzere toplam 400 bin öğrenci bulunuyor. Bilimsel eğitimden geçmiş yetişkin sayısı, günümüzün ortalama büyüklükte ve gelişmişlik düzeyindeki bir ilçesinde var olanların sayısına bile ulaşmıyor. 429-431 sayılı yasalar, gırtlağına kadar borç içine sokulmuş, genç ve eğitimli nüfusunun önemli bir bölümünü savaşlarda yitirmiş, fiziksel ve doğal kaynakları tarumar edilmiş, doğru dürüst bir sanayisi olmayan, harap ancak tam anlamıyla özgürleşmiş bir ülkede Cumhuriyeti’nin ilanından 4 ay kadar sonra, kabul ediliyor.

Bugünden geçmişe bakıldığında, o gün, azınlıkta kalmış olan Amerikan Mandacılarının, padişahın İngiltere’ye kaçmasının ardından gözyaşı dökenlerin ve sıbyan okullarıyla medreselerden nemalananların “dininin ve kininin davacısı olmaya” soyundukları anlaşılıyor.

Ve o “dindar ve kindar kesimler”in bugün giderek 3 Mart 1924’ün rövanşını aldığı görülüyor. DİB, giderek Şeriye ve Evkaf Vekaleti’ne dönüşüyor. Genelkurmay Başkanlığı, bırakın laik cumhuriyeti korumayı, kendini bile koruyamaz hale getiriliyor. Parasız eğitim giderek paralanıyor. Kız öğrencilerle erkek öğrencileri ayırmak için gün sayılıyor. Zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersi ile her yıl bir milyon dolayında çocuğun katıldığı Kuran kursları yetmiyor, okullara yeni din dersi getiriliyor. Genel liselerin, imam hatiplerle aynı yerleşkeye alınıp imam hatipleştirilmesi planlanıyor.

1924’te, “din” devletinden uzaklaşılıyor. 2012’de adım adım “din” devletine gidiliyor. Adalet bakanı yasalardan medet umacağına, “helalleşelim” diyor! Kurtuluş Savaşı karşıtı ve İstiklal Mahkemesi mahkumu İskilipli Arif Hoca’nın adı, bir bakan yardımcısının katıldığı törenle AKP’li bir beldede açılan hastaneye veriliyor!

Dün inançları nedeniyle suç işleyenlere pek rastlanmaz ve bu tür suç işleyenleri savunacak avukat bulmak kolay değilken, bugün Sivas katliamı sanıklarını, AKP’de önemli yerler işgal edenler savunuyor ve de büyük olasılıkla bu nedenle, dava zaman aşımına uğruyor, katiller paçayı kurtarıyor. Başbakan “Topluma hayırlı osun” diyebiliyor ondan cesaret alan kimi üniversite öğrencileri “Sivas’ta yaktık yine yakarız” naraları atabiliyor!

Dün, okuyan kadın edindiği bilgiler nedeniyle özgüven kazanıp özgürleşirken bugün, okuyan kadın bir yerlerden türbana sokulup bir şeylere itaat edilmesini öğrenip özgürlüğünü yitiriyor.

Dün inanç ve etnik köken üzerinden bir ayırım yapmadan yaşanırken bugün, “İnançları/ milliyetleri farklı olanlarla komşu olmak istemem” diyenler artıyor.

Dün kızlarını okula göndermeyenlere olumlu gözle bakılmazken bugün, kızlarını okula göndermemesi için ailelere çeşitli seçenekler (!) sunuluyor.

Dün emperyalizme savaş açmak üzere kurulmuş TBMM, cumhuriyet yurttaşını yetiştirecek yasaları çıkarırken bugünkü TBMM, gençliği ümmete dönüştürecek yasları çıkarıyor.

Dün, din Allah ile kul arasındaki kutsal birliktelik olarak yaşanırken bugün, dincilik bir “dava” haline getiriliyor.

Ve de ne yazık ki bütün bunlar, 60 yıldır demokrasiyle yönetilen, yüzde 90’dan fazlası okuryazar olan, 150 dolayında üniversitesi ve 3 milyon kadarı üniversitede olmak üzere 20 milyondan fazla öğrencisi olan bir ülkede yaşanıyor!

Toplum, aydın, akademisyen, eğitimci, sorumlu demokratik yurttaş laiklik, bilimsellik ve demokrasi gibi kavramlar, yazılı belgelerin süsü olmanın ötesine geçmiyor.

Mart biterken bu kavramların da bittiği görülüyor.

[email protected]

[1] 430 sayılı yasaya göre, imam hatip okulları ortaokul ya da lise olmayıp, “dini hizmetleri yerine getirecek memurları yetiştirmek için kurulan meslek okulları olup bu görevi yerine getirmiyorsa ya kapatılması ya da bu görevi yerine getirecek şekilde bir yüksekokula dönüştürülmesi gereken okullardır.